Genç adam bacakları üzerinde yaylanarak derin bir nefes aldı. Dışarıdan bakıldığında sergilediği kendinden emin tavra rağmen aslında oldukça heyecanlıydı. Neredeyse bir ayı aşkın süredir gemide çeşitli görevlerde çalışsa da ilk kez konuk karşılayıcı olacaktı.
Sevilla limanında geçirdikleri son geceydi bu. 3 gündür Sevilla'ya demirlemiş haldeydiler. Yolcular 3 gün boyunca diledikleri gibi gezip tozarken kendisine ve arkadaşlarına gemide ayak işlerine koşmak düşmüştü. Hayal kırıklığıyla iç geçirdi Ali. Oysaki bu fırsatı yakaladığında ne hayaller kurmuştu. Hem iyi para kazanacak hem de Kanada'dan başlayarak tüm Doğu Yakası Limanlarını tek tek gezmiş olacaktı. Ne yazık ki çalıştığı cruise gemisinin seçkin misafirleri gönüllerince eğlenirken onun payına düşen kıçından ter akıta akıta çalışmak olmuştu. Neyse ki Sevilla'dan sonra durmadan İstanbul'a yol alacaklardı. Gemi son yolcularıyla birlikte yaklaşık bir saat içinde demir alacaktı.
Üstündeki smokini beğeniyle süzdü Ali. Jilet gibi ütülenmiş siyah pantolonu, kar beyaz gömleği ve takımın beyaz ceketiyle tam bir beyefendi gibi görünüyordu. Eliyle ceketinin iki yanındaki siyah şeritleri ve papyonunu belki de bininci kez düzeltti. Konuk karşılayıcılar her zaman iyi görünmek zorunda oldukları için onlara özel takımlar verilirdi. Yüzündeki büyüleyici gülümsemeyle gözlerini karanlık Sevilla göğüne dikti Ali. Yıldızlar ona göz kırparken hayallere daldı. Kim bilir belki bir gün buna benzer bir gemiye çalışan olarak değil de yolcu olarak binerdi. Kurduğu hayallerle birlikte gülüşü de büyürken dışarıdan bakıldığında insanoğlu baktıkça tanrının varlığını hatırlasın diye gönderilmiş mavi gözlü sarışın bir erkek melek gibi göründüğünün farkında değildi.
Arkadaşı Emre onu dirseğiyle dürttüğünde uykudan uyanmış gibi irkildi. Emre bıyık altından gülerek onu izliyordu.
"Hayırdır? Yine gözün göklerde bakıyorum."
"Umarım bana düşen yolcu İngilizce anlayan biri olur diye düşünüyordum. İngilizce bilmeyen bir İspanyol'a denk gelirsem yandım. Biliyorsun İspanyolcam İngilizcem kadar akıcı değil."
Pis pis sırıttı Emre.
"Sen şimdi onu bırak da ister misin bana şöyle taş bir hatun düşsün. Bu kardeşin karizmasıyla hatunu tavlasın. İstanbul'a varana kadar gününü gün etsin."
Ali başını iki sallayarak tebessüm etti. Sonra da başıyla enselerinde boşa pişirmekte üstüne olmayan Alman şeflerini işaret etti.
"Hele bir gelen yolcuya asıl da bak Claudia seni ne yapıyor."
Emre sırıtmayı kesip yüzünü buruşturdu.
"Aman be Ali! Bir hayal kurdurmadın. İlla içine limon sıkacaksın."
Ali yüzündeki tebessümü bozmadan omuz silkti. Az sonra limandan alınacak son yolcular gemiye giriş yapmaya başladılar ve şefin uyarısıyla karşılama komitesinden yükselen mırıltılar kesildi. Şefin elindeki listeden görevlendirdiği ilk isimlerden biri Emre oldu. İlk görüşte oldukça huysuz olduğu izlenimini veren yaşlı bir İngiliz'e eşlik edecekti.
"Yandın oğlum Emre, yandın! Bu herif sana dünyayı dar edecek."
Emre söylene söylene uzaklaşırken Ali arkasından kıs kıs güldü. Gözlerini arkadaşından çekip hala gemiye binmekte olan yolculara çevirdiğindeyse zaman yavaşlamış her şey ağır çekime alınmış bir film karesine dönmüştü Ali için. Kuzey ışıklarından ya da 4 Temmuz'da Amerika semalarında izlediği rengarenk havai fişeklerden daha güzeldi gördüğü. Fonda duyulan İspanyol müziklerinin de katkısıyla uçsuz bucaksız bir masalın içine düştüğünü sandı. Yazın ortasında kar yağıyor, yıldızlar teker teker yere iniyordu sanki.