Emre izledikleri filmin sahnesine gülmekten kırılırken gözü kanepede, yanında heykel gibi oturan arkadaşına takıldı ve gülüşü soldu. Ali dirseğini kanepenin koluna yaslamış, yanağını da avcuna dayamış televizyonda oynayan en sevdiği komedi filmine adeta görmeyen gözlerle bakıyordu.
Yaşanan olaydan beri ruh gibiydi Ali. Emre o günden bu yana üzüntüyle izliyordu arkadaşının halini. Ali sadece bir kez anlatmıştı her şeyi ve bir daha üzerine konuşulmasını yasaklamıştı. Ali'nin huyunu iyi bilen Emre konuyu açmaya cesaret edememişti. Ali hiçbir şey olmamış gibi davransa da kesinlikle eskisi gibi değildi. Gülmüyor, eğlenmiyor hatta gerekmedikçe konuşmuyordu. Yapmak zorunda olduğu bir görevi yerine getirir gibi yaşıyordu. Gemiden iner inmez kaçar gibi İzmir'e, ailesinin yanına gitmişti. Emre her ne kadar yanında olup ona destek çıkmak istese de İzmir'e tek başına gitmek için diretmişti Ali. Gerçi orada da çok duramayıp kısa sürede dönmüştü. Oğullarının halini beğenmeyen ve bir türlü onu konuşturamayan anne babası aradıklarında Emre ne diyeceğini bilememişse de arkadaşının sırrını korumaya karar vererek bir şey bilmediğini söylemişti. İzmir'den döndükten sonra da Ali'nin durumu iyiye gitmemişti. Emre türlü şaklabanlıklar yapsa dahi Ali'nin yüzünü güldüremiyor ve ona ulaşmayı asla başaramıyordu.
Hala kıpırdamadan televizyonun karşısında oturan Ali'nin gözünden bir damla yaş süzüldüğünü görünce Emre dayanamayıp ayağa fırladı.
"Yeter artık Ali!"
Ali rüyadan uyanmış gibi yaşarmış gözlerini kırpıştırıp hayretle Emre'ye baktı.
"Kalk gidiyoruz."
Ali boş boş Emre'ye bakmaya devam etti.
"Nereye?"
"Soru sorma, dediğimi yap Ali. Bu zamana kadar senin yönteminle ilerledik. Sustum, atlatmanı bekledim. Görünen o ki işe yaramıyor. Şimdi de benim yöntemimi deneyeceğiz. Sen de itiraz etmeyeceksin. Şımarık kızın biri yüzünden arkadaşımın her gün gözümün önünde eriyip bitmesine izin verecek değilim."
Alel acele evden çıktıktan sonra Emre'nin zoruyla soluğu Cihangir Merdivenler'de aldılar. Ali'nin dudaklarında buruk bir tebessüm yer eder gibi oldu. Ne zaman kafaları atsa Emre'yle buraya içmeye gelirlerdi. Emre evin oradaki tekelden elindeki siyah torbayı sallaya sallaya çıktığı an anlamalıydı buraya geleceklerini. Gecenin bir yarısı olmasına rağmen kalabalıktı. Hoş, gecenin her saati hep kalabalık olurdu. İki arkadaş nispeten daha sessiz sakin bir köşe bulup oturdular. Manzarayı seyre dalıp konuşmadan içmeye başladılar. Anlatsın, içini döksün diye baskı yapmadı Emre. İçtikçe dilinin çözüleceğini biliyordu. O yüzden Ali'ye göre daha yavaş giderek sabırla beklemeye başladı. Bu sırada arkalarında oturan kalabalık gruptan gitar ve tulum sesi yükseldi, sohbetleri kesildi. İçlerinden biri şarkıya girdi.
"Karşiya çifte çamlar oy sakizi yere damlar oy oy
Karşiya çifte çamlar oy sakizi yere damlar oy oy"
Ali derin bir çekip bir anda yüksek sesle şarkıya eşlik etmeye başladı.
"Sevup alamiyanun oy yureğini buz bağlar
Sevup alamiyanun oy yureğini buz bağlar"
Emre şaşkınlık içinde Ali'ye bakarken müzik devam etti. Şarkıyı söyleyenler susup devamını Ali'ye bıraktılar.
"Evun alti arpaluk oy evun ne kalabaluk
Evun alti arpaluk oy evun ne kalabaluk
Yarum sende var midur oy benum gibi sevdaluk
Yarum sende var midur oy benum gibi sevdaluk"
Ali elindeki biradan kocaman bir yudum aldıktan sonra şerefe der gibi elideki şişeyi havaya kaldırdı. Sonra dönüp bir baş selamı verdi. Arkadaki grup tebessüm ederek aldı selamını. Ali yeniden sessizliğe gömülürken şarkı hep bir ağızdan söylenmeye başlandı.