Ali aklını dağıtmak ve olanları düşünmemek için tüm yorgunluğuna rağmen neredeyse nefes almadan deli gibi çalışıyordu. Bir şeylerin fena halde ters gittiğinin farkında olan Emre neler olduğunu merak etse de Ali'nin hızına yetişmek, onu yakalayıp konuşturmak mümkün değildi. Arı gibi oradan oraya koşturan Ali duyduğu sese arkası dönük halde donakaldı.
"Bakar mısın?"
Hızlı hızlı yürürken bir anda durunca arkasındaki garsonla çarpıştı. Ağzının içinde bir özür mırıldanıp sesin geldiği yere döndü. İki masa ötede tek başına oturan Selin'di ona seslenen. Ali ne yapacağını bilemeyerek yutkundu. Selin hiçbir şey yokmuş gibi hatta tanışmıyorlarmış gibi boş gözlerle bakıyordu ona. Üstelik kendisinin aksine son derece iyi görünüyordu. Hiç üzülmemiş miydi? Maksadını anlayamasa da terleyen ellerini pantolonuna sürtüp Selin'in yanına gitti.
"Se..."
Selin Ali'nin yüzüne bile bakmadan lafı ağzına tıkadı.
"Portakal suyu istiyorum."
Ali bir şey demeden gidip Selin'in isteğini yerine getirdi. Ardından Selin portakal suyunu yudumlarken onunla iletişim kurmaya çalıştı.
"Ben sana oyun oynamadım. Yalan da söylemedim. Yüzüme bakmasan da buna inan lütfen."
Selin istifini bozmadan bir yudum aldığı portakal suyunu masaya bıraktı. Ali'nin yüzüne bakmayı reddederek bardağı ileri itti.
"Beğenmedim bunu. Yenisini getir."
Ali gidip yeni bir bardak getirdiğinde yeniden Selin'e ulaşmayı denedi.
"Bu şekilde davranarak ne amaçlıyorsun bilmiyorum. Ama umrumda değil. Ben ne seni öperken ne seninle sevişirken ne de sana seni seviyorum derken yalan söylemedim. Seni hiç kandırmadım. Sana hep içimden nasıl geliyorsa öyle davrandım. Hesap, plan yoktu. Şimdi ister nefret et benden ister adımı ağzına alma istersen üstüme atılan iftiraya inanmaya devam et. Ama seni sevmekten vazgeçmeyeceğimi aklından çıkarma."
Selin seri bir hareketle önündeki ikinci bardağı masadan aşağı, tam Ali'nin ayaklarının dibine itti. Bardak büyük bir gürültüyle parçalandı. Cam parçaları etrafa saçılırken Ali'nin ayakkabıları ve paçaları da portakal suyuna boyanmıştı. Çıkan ses yüzünden bütün başlar onlara dönse de Selin oralı olmadı. Sakince kahvaltısına devam etti.
"Önce bana yeni bir portakal suyu getir. Ardından şu yerdeki pisliği temizle. Elini çabuk tut, oyalanma."
"İşlemediğim bir suçun intikamını böyle mi alıyorsun benden? Olmadığın biri gibi davranıp canımı yakmaya çalışarak mı cezalandırıyorsun? Gidip bir merhaba diyecek kadar sevmediğin, güvenmediğim sözde arkadaşlarına itimadın var. Ama aşık olduğunu söylediğin adama yok, öyle mi?"
O ana kadar büyük bir sükunet içinde olan Selin Ali'nin son cümlesini duyunca hışımla kafasını çevirdi. Neredeyse gözlerinden ateş çıkararak baktı. Tam öfke içinde bağırarak Ali'yi suçlamaya başlayacaktı ki son anda sustu. Yeniden önüne döndü.
"Sana biraz önce isteklerimi açıkça belirttim. Neden hala buradasın? İşitme güçlüğü mü idrak etme güçlüğü mü yaşıyorsun? Şimdi gidip bana portakal suyu getirdikten sonra buraları temizliyor musun yoksa bu konuyu üstlerinle mi konuşayım?"
"Demek beni yoksaymaya karar verdin. İyi bakalım nasıl istiyorsan öyle olsun."
Ali yeni bir portakal suyu daha getirip yerdekileri temizlemeye girişmişken içeri gürültülü kahkahalarıyle beraber Savaş ve tayfası girdi. Ali çenesi sinirden kasılsa da kendine hakim olamayıp Savaş'ın üzerine atlamamak için görünmeden ortadan kaybolmaya çalıştı. Fakat Savaş çoktan onu fark etmişti bile. Kaçmasını engellemek için uzaktan bağırdı.