İkinci Bölüm

119 12 30
                                    

Gülümsemek. Basit bir eylem gibi görünüyordu. Öyleydi de zaten. Mutlu olduğunda gülümsemenin zor bir tarafı yoktu. Zor olan içindeki boşluğa rağmen gülümseyebilmekti bence. Sessiz çığlıklarla ortalığı yıkmak yerine sırf insanlara nedenini açıklamamak için gülümsemek. Ben böyle değildim. Mutsuzsam, öyle olduğumu karşımdaki insana sonuna kadar hissettirirdim. Neden saklayacaktım? İçime atarak kendimi içten çürütmek gibi bir amacım yoktu. Anneme söz vermiştim çok küçükken. Söz vermenin ne anlama geldiğini bilmezken. Kendimi hayattan soyutlamayacaktım. Eğer ona bir şey olursa yaşamaya kaldığım yerden devam edecektim. Dile kolaydı, anlamını bile bilmediğim için söz vermesi daha kolaydı. Bu yüzden yaşamaya devam ediyordum. Anneme söz verdiğim için. Sadece eksik yaşıyordum o kadar.

Ekip ile çekindiğim fotoğraflara bakarken, gülümsedim. Zorlama değildi ya da mecbur olduğum için değildi. İçimden geliyordu. Olcay işte tam bu yüzden teşekkürü hak ediyordu. En son ne zaman mutlu olmuştum? Babam işini bir kenara bırakıp benimle ilgilendiğinde mi? Elimdeki telefonun ekranına gülümsemeyi bırakıp, Olcay'a seslenmek üzere başımı kaldırdım.

Bakışlarının zaten üzerimde olduğunu bilmediğim için afalladım biraz. Gözlerimiz buluşunca, yani Olcay bana baktığını anladığımı anlayınca, irkilerek gözlerini kaçırdı. Eliyle henüz çıkmaya başlayan sakallarını kaşırken utanmış gibiydi. Üzerine gitmek istemedim. Orada, tiyatro salonunun çıkış kapısının önünde, öylece beklerken çekinerek bir adım atıp ona yaklaştım. "Olcay?" derken sesim gülümsüyordu.

Başını kaldırmadan gözlerini bana çevirdi. "Hım?" Boğazını temizledi. "Efendim?"

"Teşekkür ederim."

Omuz silkti ve başını salladı. Geçiştirmek istediği hissine kapıldım. Öylesine söylediğimi sanmıştı muhtemelen. Oysaki ben... Gerçekten mutlu olmuştum.

"Hayır hayır," dedim gereksiz bir hızla. Kendimi uzun zaman sonra birine açıklayacak olmak, heyecan yapmama yol açıyordu. Olcay başını kaldırıp, nihayet yüzüme tam olarak baktığında içimde tuttuğum gülümsemenin dudaklarıma yayılmasına izin verdim. "Gerçekten teşekkür ederim. Benim için önemliydi."

Olcay benim için önemli biri değildi açık konuşmak gerekirse. Yakın vadede olacağını sanmıyordum. Birdenbire onun hakkındaki düşüncelerim olumluya falan dönmemişti. Sadece bana kısa süre olsa da iyi hissettirdiği için kendimi borçlu farz ediyordum. Bir süre orada dikildik. Nasıl bu kadar derin baktığına akıl sır erdiremediğim gözleri, benim gözlerimdeki minnet duygusunu okuduğunda, dudakları tebessümle kıvrıldı. Ne düşünüyordu bilmiyorum, o an sadece beyaz tenine tezat olan siyah benlerine bakıp gülümsemek istedim ve bunu yaptım.

Ta ki diğer salondan elindeki karton maketle koşarak çıkagelen kız ikimize çarparak geçene kadar.

"Benim!" diye bağırıyordu peşinden koşarken saçmalamamasını tembihleyen çocuğa. "O salak kızlar sadece tipi için seviyor. Ben almasam onlar alacaktı!" Bağrış çağrışları geniş koridorun sonuna kadar devam etti ve sonunda duyulamaz oldu. Ancak bir dakika sonra elindeki maketin bu hafta vizyona giren filmin başrol oyuncusuna ait olduğunu anladım.

Ne alemde diye Olcay'a döndüğümde sırıtarak giden çiftin arkasından bakıyordu. "İşte bu beklenmedikti," dedim.

"Ve tam benlikti."

İnanamayarak ona baktım. "Yapmayacağını söyle lüften."

"Çok istiyorsan söylerim, ama bu konuda söz veremem."

"Oysa Dylan O'Brien pek senin tipin değilmiş gibi gözüküyordu."

Dediğime başını yana yatırarak gülerken binanın çıkışa doğru ilerlemeye başladım. Tercihleri beni ilgilendirmezdi ama ona uyup, elimde maket kartonla koşuşturmak niyetinde değildim. Hem o kız sonuncusunu almış olmalıydı. Olcay ciddi olduğu taktirde hayal kırıklığına uğrayacaktı.

Küçük Kalpler Büyük SeverHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin