Aria ve ben hala kendimize gelememiştik. Kafamı iki bacağımın arasına sokmuş, öylece sallanıyordum. Bu olaydan sonra birbirimize nasıl güvenecektik? Ben derin derin düşüncelere dalmışken birden kapı çaldı.
"Sen bakar mısın?" dedi Aria. Hiç halim yoktu ama yine de kabul ettim ve kapıya yöneldim. Sonuçta yaşadıklarımızı atlatmak kolay değildi. Özellikle de onun için... Kapı deliğinden baktım ama gelenlerin kim olduklarını anlayamadım. Sarı saçlı bir kadın ve yanında siyah kapüşonlu biri vardı. Kadının saçları yarı ıslaktı. Muhtemelen banyodan çıkıp gelmişti. Kapüşonlunun yüzünü göremiyordum ama genç olduğuna emindim. Yeni taşanınan üst komşularımız olamalıydılar. Muhtemelen az önce neler olduğunu soracaklardı. Aslında buna pek de şaşırmamıştım çünkü tüm bu olaylar süresince sessiz olduğumuzu hiç sanmıyordum. Yavaşça kapıyı açtım. Beklediğimin aksine kızgın ve sinirli değillerdi. Daha çok endişeli görünüyorlardı. Özellikle kapüşonlu beni gördüğü anda gözlerini iyice açmış bir adım öne çıkarak adımı söylemişti.
"Victoria?" Kapüşonunu açtığı anda kim olduğunu anlamıştım.
"Dylan? Üst komşumuz sen misin?"
"Evet. Peki sen iyi misin?
"Neden ki?" Bir anda her şeyi unutuvermiştim. Yanındaki kadın içeriyi -rahatsız edici bir şekikde-
incelerken "Sesler ve bağırışlar duyduk." dedi ve aklım yerine geldi."Ha... O mu? Şey...biz korku filmi izledik ama sanırım sesini biraz fazla açmışız." dedim. Tepkikerine bakılırsa onları inandırabilmiştim. Mantıklı bir bahaneydi.
"Anlaşılan baya korkmuşsunuz." dedi Dylan ve beraber gülmeye başladık. Kahkahalarımız birbirine karışırken artık ayrılma vaktinin geldiğine karar verdim. Çünkü her an bayılabilirdim.
"Yani bir sorun yok. Biz iyiyiz. Size rahatsızlık verdiğimiz için üzgünüz. İyi günler." dedim ve kapıyı kapattım.
"Gittiler mi?"
"Evet."
"O zaman bana buz getirebilir misin? Başım çok ağrıyor."
"Tamamdır." dedim ve mutfağa gittim. Tam buzluğu açacakken bir ses duydum. Dışarıdan geldiğini düşündüm ve cama yöneldim.
"Hey! Victoria! Paltonu kap ve aşağı gel."
"Dylan? Ne yapıyorsun?"
"Boşver sen sadece aşağı gel."
Hemen buzluktan buz torbasını aldım ve Aria'nın yanına gittim.
"Aria olanlara inanamazsın. Dylan ve ben..." derken birden Aria'nın uyuyakalmış olduğunu farkettim. Elimi başına koydum. Gerçekten de ateşi vardı. Buz torbasını tekrar dolaba kaldırdım ve alnına birkaç ıslak mendil yerleştirip üstünü ince bir battaniyeyle hafifçe örttüm. Kalktığında beni merak etmemesi için de yanağına pembe bir postite yazdığım bir notu yapıştırdım. Çok komik görünüyordu. Sonra hemen paltomu giydim ve aşağı indim. Apartmanın girişinde bir boy aynası asılıydı. Kendime baktım ve berbat göründüğümü farkettim. Gözlerimin altı morarmış, saçlarım birbirine karışmıştı. Elimden geldiğince kendimi yenilemeye çalıştım ve Dylan'ın da orada olduğu arka bahçeye gittim. Hava mükemmeldi. Dünden kalan karlar heryeri kaplamış, ağaçların üstünde küçük küçük topaklar haline gelmişti. Bir de güneş üstlerine vurunca bahçe bir disko salonuna dönüşmüştü. Dylan da pistte beni bekliyordu. Karda oluşturduğum izlere baka baka yanına gittim.
"Karı seviyor olmalısın." dedi ve yüzüme mor bir bere fırlattı. "Ama üşüyebilirsin."
Yüzümdeki bereyi aldım ve kafama geçirdim. Bu sırada da ona tek kaşımı kaldırarak ve hafifçe gülümseyerek baktım. "Gidelim mi?"
"Gidelim. Kimsenin bilmediği bir yer biliyorum." dedi. Yavaşça yürümeye başladık. Adımlarımı kısa tutuyordum. Hem ayağım kayarak yere düşme riskimi azaltıyor hem de Dylan'la geçirdiğimiz vakti uzatıyordum. Birden normal yoldan saptık ve sarmaşıkların arasına doğru yürümeye başladık. Ama sarmaşıkların arkasında beyaz beton bir duvar duruyordu.
Ne yani, hayalet olup içinden mi geçecektik?"Yoksa burda mı oturacağız?"
"Hayır. Daha gelmedik bile." dedi ve beni kolumdan tutup sarmaşıkların içine atladı.
GÖZLERİME İNANAMADIM.
Üstünü sarmaşıkların ve siyah beyaz çiçeklerin kapladığı bir yolda ilerliyorduk. İki yanımızda küçük su akıntıları vardı. Oldukça berrak ve parlaktı. Ayrıca çok sakin akıyordu. Sesi çok rahatlatıcıydı. Yürüdüğümüz zemin ise yumuşaktı ama cıvık değildi. Sanki yürürken aynı zamanda biri ayaklarıma masaj yapıyordu."Burası çok güzel." Hayatım boyunca burada yaşayabilirim.
"Evet. Buraya hep gelirim. Ama daha önce hiç burda kendimi bu kadar huzurlu hissetmemiştim."
Bu bir itiraf mıydı?"Biliyor musun? Burası oldukça sıcakmış." Paltomu çıkardım ve kolumun altına sıkıştırdım.
"Ee, nelerden hoşlanırsın?""Resim yapmayı severim. Buraya da genelde bu nedenle gelirim. İlham için. Ama anlaşılan artık alt kata inmem yeterli."
Aman tanrım! Onun ilham perisiyim...Ne yazık ki bu düşüncem pek uzun sürmedi. "Ahh!" Bir anda karnıma bir tekme yemiş gibi hissettim.
"İyi misin? İstersen geri dönelim." dedi endişeli bir sesle ne olduğunu anlamaya çalışırken. Ben zaten anlamıştım.
Söylemek zordu ama zorunda kaldım ve "Evet, iyi olur. Yediğim bir şey dokunmuş olmalı." dedim. Her adımımda geçireceğimiz sürenin bitmiş olduğuna biraz daha üzülüyordum.
Yolda gün boyunca en çok aklıma takılan soruyu sordum:
"Neden şuan benimle buradasın?"
"Iıı...biraz hava almamızın iyi olabileceğini düşünmüştüm. Yoksa..."
"Hayır. Yani yemekhanede yaşadıklarımızdan sonra... Sana çok kaba davrandım. Neden benden nefret etmiyorsun?"
Tekmeler geri gelmeye başlamıştı."Çünkü sende nefret edilebilecek herhangi bir şey göremiyorum." dedi ve eve kadar bir daha konuşmadık.
Son cümleden çok etkilenmiştim. Birkaç dakika sonra eve vardık. Ben hala bazı şeylere anlam veremiyordum.
Bizim kata geldiğimizde merdivenlerde ayrılmıştık ama gözlerimizi ayıramamıştık.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Liseli Kurt
LobisomemVictoria ve Aria kardeş gibi iki arkadaştır. Bundan yaklaşık bir yıl önce ısırılmış ve Senasis virüsünü kapmışlardır. Aşırı duygulara kapılamazlar yoksa işler hiç iyi gitmez. Acaba hayata kafa tutabilecekler mi?