Tozdan Hayatlar

30 2 0
                                    

Ölüm sebebimiz, kuraklık yerine  sel suları olabilseydi. Toprak ki, eğer yapabilse öyle şiddetli ağlardı ki sellere sebep olurdu. Eğer ki toprak ölmemiş olsa umudumuzu buna rahatlıkla bağlayabilirdik. Nasıl da acılı, yavaş bir ölüm oldu. Biz, son kuyudaki son sularla dudaklarımızı ıslatırken, toprağın ruhu hıçkırıklarla çekildi. Şimdi koca bir devin ölüsü üzerinde sıramızı beklemekteyiz.

Doğmamış olsa belki böyle olmazdı, olur muydu?  Kötü olaylara sebepler ararız. Şimdi ise mutlak sona son bir sebep lazım. En azından, neden? bunu bilmek yetecek, belki huzura bile ereriz, kim bilir.

Sona yaklaşmadan önce, hatta yaşadığımız anla son arasında bağlantı olabileceğini bilmediğimiz zamanlarda, sonraki nice nice nesillerimiz için hayaller kurarken, her şey ama her şey güzeldi. Bereketli topraklarımız, yemyeşil ovalarımız, yüce karlı dağlarımız, binbir neşeyi pervasızca dağıtan baharlarımız vardı. Sonra yine ekinler ekildi, tohumlar serpildi. Kimse fazlasını istemezdi, kanaatkardık, bu topraklar bizi hiç mahcup etmedi ya da şımartmadı. Kimseye büyüklük taslatmadı, kimseye mahcup etmedi. Dostumuzdu, biz onu öyle bilirdik, O da bilirdi kendini. Bu sefer birşeyleri yanlış yapmıştık, öyle sanıyorduk. Pek verim alamadık, ama ne olacaktı ki, bu sene de biraz sıkardık dişimizi. Nasıl olsa önceki senelerin cömertliği bizi memnun ederdi yine de. Akşamları bahçelerimizde çaylarımızı içtik, neşelendik, hep beraberdik ailelerimizle,komşularımızla. Bahar gelmiş sevinilmez mi, hayallerimiz ne kadar da genişti, baktıkça içine doğru yükseldiğimiz mi desem, baktıkça bizi içine alan mı, gökyüzü ne kadar da parlak, yıldızlar ne kadar da parlak, ne kadar da çoklar.Güzel hayallere dalardık, gittiğimiz her yerde gurbette kalırdık, ne kadar da güzel olsalar o yerler, evimiz de hiç fena sayılmazdı.

Verimsizlik, pek de katlanılır duruma gelmemeye başladı. İnsan, yıllarca memnuniyet içinde yaşamış olanların daha uzun süre minnettar kalacağını sanıyor. Dedikodular, hikayeler, neler neler uyduruldu. Bazıları hikayelere hak veriyor, bazıları gülümsüyordu. Zamanla hepimiz bunlardan biri mutlaka doğru olmalı diye düşünmeye başladık, her geçen gün kötüye giderken, kurban mı vermeliydik ne yapacaksak yapmalıydık. Bunlar yine de güzel günlerimizdi, hala biraz keyif yapabiliyorduk. Demek ki böylesine sevimli insanların sevimlilikleri yokluk görmemişliklerindenmiş.

Beş yaşında bir erkek kardeşim vardı. Kendi halinde, sessiz sakin, biraz iştahsız bir çocuk. Gününü tavuklarla, hayvanlarla geçirirdi. Kuzuları özellikle severdi, sevmesine severdi ama verimsizlik, kuraklık onları da etkilemişti. Ne kuzular vardı artık ne de başka türden yavrular. Doğsalar da pek yaşamazlardı. Kardeşim pek kimseyle de konuşmazdı, ama sevimsiz değildi. Kardeşim doğduğu sene bir çok bebek ölü doğmuştu, acaba kardeşim de mi ölü doğacaktı, hem annem hem babam nasılda telaşlıydılar. Öyle olmadı, tabi ki ailem çok mutlu oldu, bense daha dört yaşındaydım, olan bitenler açıkçası çok umurumda değildi. Sonra ise onunla en çok ben ilgilendim, o da en çok benden memnun oldu. Sıkıntılı günlere sebep arayışları döndü dolaştı, nasıl olduysa kardeşime geldi. Bir dedikodu yayıldı ki önüne geçmenin imkanı olmadı. Lanetli olan kardeşimdi, herkes bunu fısıldadı kulaktan kulağa. Zamanla daha da korkunç bir duruma geldi, artık bütün gözler bizim evimizdeydi. Dışarı çıksak, hiç çekinmeden yüzümüze bakarak dedi kodumuzu yapar oldular. Tüm yaşamı emen kardeşimmiş, bu zavallı çocukmuş. Aslında ölü doğacak olan, ölü doğması gereken oymuş. Yaşamak için tüm yaşamı emen oymuş. Annem bu şeytanın annesi, babam bu şeytanın babasıymış, bense şeytanın öz be öz kardeşiymişim.

Yıllar böyle böyle geçti, en azından hala yaşam vardı. Belki bir umut, belki bir çözüm bulurduk.

...

Nefret kalabalığı toplandı. Köy meydanında bir homurtudur gidiyor. Sıcak sıcak rüzgarlar, ağza dolan tozlar, yapış yapış tenler. Her şey bayat, nefret tap taze dipdiri. Kardeşimi elimizden alacaklar, razı olup olmadığımızı soran yok. Ah nede cahildiler, kardeşimi kurban etmek istediler. Annemin feryadı da, babamın pazuları da onları durdurmaya yetmeyecekti. Daha ne kadar acınası bir halde olabilirdik ki? Ah kardeşim, biraz farklıydı, ama ne zararı vardı ki, konuşmazdı kimseyle, pek acıkmazdı, yemeğini paylaşacak birilerini bulurdu hep. O öyle mutluydu bizde üstüne düşmezdik. Kayan yıldızlar işaretiymiş kardeşimdeki şeytanlığın. Halbuki o gece hep beraber izlemiştik o yıldızları, kutlamalar eşliğinde, doğumunda kardeşimin. Hep beraber çullanacaklardı üstümüze kardeşimi almak için, son bir feryat koptu benden, öyle bir feryattı ki, hala var olduklarına inanabilseydim sesim yıldızlardan yankılanırdı. Öfkeyle gözleri dönmüş olanların bile bir an duraksamasını sağladı. Ben o duraksamayı fırsat bildim, ağlaya ağlaya göz yaşları içerisinde kardeşimi sürgün edelim dedim, en azından bunu çok görmeyin. Bir anlık duraksamaları galiba ne halde olduğumuzu görmelerini sağlamıştı. Lütufmuş gibi kabul ettiler isteğimi, kibarlık yaptılar, anlayışlı davrandılar kendilerince. 12 yaşında bir çocuğun sürgünü ne kadar yaşam dolu ise o kadar umut ettik. Biz kahrolurken, annem babam çaresizce, burukça sevinirken o an sürgün ettik onu, bir sarılmayı bile çok gördüler. Kardeşim arkasına hiç bakmadı, işimizi daha da zorlaştırmadı. Karşı gelmedi, kaderi ne ise onu yaşamaya gitti, yaşamasını umut ettik.

Ne bir damla yağmur, ne de ufacık dahi olsa saf güneş ışığı. Her gün daha da kötüsü. Belki de hep aynıydı ama bizde dayanma gücü kalmamıştı. Yıllar boyunca kıt kanaat, zoraki yaşamıştık, suyumuz kalmadı, kuyular boşaldı, damarlarımızda kan donmuş akmaz olmuştu. Geçen yıl yaşayanların en azından yarısı çoktan ayrılmışlardı aramızdan. Ölümler artık memnuniyetti, hem ölenlere hem ardında kalanlara. Yaşayanlar için suyu ne kadar az kişi ile paylaşırlarsa o kadar iyiydi. Ölüm dolu topraklar nerelere kadar uzanıyordu kimse bilmiyor, gidenlerden haber yoktu.  Kardeşimi, laneti sadece kendi topraklarımızda sanarak sürmüştük. Tüm dünyamızı saran bu kötülüğe nasıl olacakta bir doğum sebep olabilecekti. Artık bunu düşünen kalmamıştı, ben ve annem hariç, babamın ise ayrılışının üzerinden çok geçmişti. Yaşlı gözlerle bakabildiği kadar uzağa bakardı, toz bulutlarının el verdiği ölçüde. Hala onu düşünürdük, ne büyük haksızlığa uğramıştı. Ah sessiz küçük kardeşim. İçim yanardı, yoksa hissettiğim açlık mıydı, yoksa susuzluk mu? Hepsi birbirinde, hangisi daha önemli, hala önemli bir şey kaldı mı ki?

...

Bir daha görüşebilmek mi? Bu, ne dağların, ne kurak ovaların, ne de dört nala koşan kum fırtınalarının bizi umutlandırdığı bir şey değildi. Bir yolcu belirdi,  yolcular hala var mıydı ki, bu yörelerden değildi orası belli, ama pek de yabancı sayılmazdı. Nasıl olsa seraplar görür dururduk, ne önemi vardı ki. Bir zamanlar genç görünmek için bile fazlaca genç biri sürülmüştü uzaklara. Hayat herkese farklı etki ederdi başka zaman dilimlerinde. Şimdi ise sadece, taşlardan kayalardan daha katı kalpler büyütüyor. Yok olan güzellikler vardı zamanında, güzellikleri hatırlamak mümkün değil, yok olduklarını biliyoruz sadece.  Galiba bir yolcu, bu kelimeyi unutmamak bile güzeldi. Ya bir yolcu görmek, kalbim varlığını hissettirdi olanca gücü ile. 

Yaklaştıkça yüzü belirdi, bu hayat bu yolcuyu çok daha farklı etkilemiş belli ki. Ona derin kırışıklıklar, pul pul çatlaklar, donuk bir bakış ve ölümün rengini hediye etmişti. Bu tasviri bizimkilerden çok farklı gibi görünmese de, bizde ki yok oluşun belirtileriydi. Onda ise yaşamının yegane belirtileri gibi duruyordu. Sanki o kırışıklıklar olmasa, ondan geriye anlatılacak bir şey kalmayacak gibiydi. Bir de buz gibi bakışları vardı,kıyaslarsak  mezar taşının soğukluğu sevimli gelirdi. O bakışlar ise sanki yaşamdan hiç bir görüntü almamış gibiydi. Halbuki aslında yaşlı olmadığı bir şekilde anlaşılabilen genç biri duruyordu karşımda. Derisi yaşlanmış, düşüncesi olgunlaşmış, intikam alma isteği ise ab-ı hayatla beslenmişti. Bunlar karşında duran kişide olmasını isteyeceğin özellikler değildi. Ölüm, ruhu çaresiz bırakan bir çift göz halini almış, karşımda beliriveriyor. Ne göz kırpıyor ne de merhamet gösteriyordu. Korku, acıma, özlem duyguları birbirine karışmış, hemde onun için bir şey yapamamış olmak geçen zamanın adaletsiz intikamıydı ve kalbimde kaynayan bir akışa sebep olmuştu. Artık alınacak intikamın vakti gelmişti, hatta geçmişti. Yoksa ıska mı geçmişti? Belli ki yolcunun son durağı evi değilmiş, yine arkasına hiç bakmadan gitti, işimizi kolaylaştırdı. Annem ve ben ardından öylece bakabildik, en azından bunu yapabildik.

...

Önceleri lanetlenmeyi kabullenemedik, sonra ilk olarak inancımızı kaybettik, sonra da insanlığımızı.

Yolcular yollarına devam edecekler arkalarına bile bakmadan, bir gün altın tozlar görecekler, ardından dipsiz bir berraklık, yıldızlar yansıyacak her pürüssüzlükten.





Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Dec 12, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Gezgin RuhlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin