KADİR MEVLAM SENDEN BİR DİLEĞİM VAR
Sabah tan yelleri eserken bir bereketli toprak selvisi gibi uzun Palamut, sabah namazını kılmış ve yol ayrımına doğru yürümeye başlamıştı. Sırtına aldığını heybesinde birkaç ekmek, süzme yoğurt ve tulum peyniri vardı. Yol ayrımına geldiğinde o yaz sıcağının kavurucu buğusunda uzaktan gelen bir kamyona el edip kamyona bindi ve Kayseri’ye geldi.
Elinde avucunda bulunan son parası ancak bir kişilik bir tren biletine yetti ve İstanbul’a doğru yola çıktı.
Palamut, askerliğini İstanbul’da yapmıştı ama İstanbul’u bilmezdi. Üç yıl süren askerliği boyunca kışlasından dışarı çıktığı nadirdi. Çarşı izinlerini kullanmazdı. Her gün karavanadan yer, vazife icabı dışarı çıkarılırsa o da dışarı çıkmış olurdu. Hatta arkadaşlarının yerine nöbet yazdırır, diğerleri İstanbul’u gezerken o kışlada huzur bulurdu. Çünkü o kalabalıktan ürkerdi. Sanki, bütün kötülükler bu kalabalıklardan gelirmiş gibi bir hisse kapılırdı. Sonra zaten parası da olmazdı garibin. Ki olsa ne olacak? O, para ile kendisine bir şey almış can değildi.
Palamut, İstanbul’a geldiğinde İstanbul’un daha da büyümüş olduğunu görerek yine ürktü. Denizi de çok korkunç, kendisi de çok korkunç ve gürültülüydü. İnsanı her an yutabilecek bir canavarın eline teslim olmuştu.
Bir adama elindeki kağıt parçasını uzatıp adresi sordu:
-Bak hemşerim, şuradan arabaya bin...
Palamut:
-Ben arabaya binmem, sen yolunu tarif et bana...
Adam:
-Yahu hemşerim, buradan yolunu nasıl tarif ederim, yürünerek gidilecek yer değil ki...
Palamut:
-Olsun, sen tarif et!
Palamut, İstanbul’u adım adım yürüyerek sayısı belirsiz adamlara adresi göstererek gecenin bir yarısı konağın önüne çıkmıştı. Bitkindi. Açtı ve perişandı. Konağın kapısını uzun uzun vurdu.
Hizmetçi, Artin’e iri yarı bir adamın kapıda olduğunu söyledi. Hizmetçinin korkmuş halinden dolayı Artin de korkuya kapılıp silahını yanına aldı ve kapıya geldi. Kapının mazgalından dışarı bakınca, aman yarabbim, masallardan çıkmış gibi Palamut kapıda duruyor. Hemen kapıyı açtırdı, içeri aldı. Palamut, kendisine söylenenleri duyamıyordu ve sendeleyerek bahçede yürüdükten sonra eyvanın kenarına gelince hış diye yığılıverdi.
Büyük bir endişeyle su getirdiler, ellerini kollarını ovaladılar. Palamut’un aç ve perişan halini görüp hemen mutfakta ne varsa yemek hazırlandı ve önüne kondu.
Palamut, Recep nerede diye sık sık soruyor, başka bir şey demiyordu. Gözünün önündeki Recep’i tanıyamıyordu.
-Buradayım emmi, buradayım işte diye seslenen Recep’in ellerini sıkı sıkı tutuyordu:
-Oğlum, Bıtlı bir rüya gördü. Sonra beni buraya yolladı. Recep’imin başı belaya girecek diyor. Recep’im tedbirli olsun diyor. Düşmanların var, sana saldıracaklar.
Heyecanlı heyecanlı konuşan Palamut’a :
-Tamam emmi, sakin ol, diye seslenen Recep’in sesine aldırmadan o devam ediyordu.
-Tedbiri elden bırakma oğlum, tedbiri elden bırakma.
Palamut, o gün bütün ısrarlara rağmen eyvanda açık havada yattı.
Aile bu davetsiz misafirin kalkıp köyünden İstanbul’daki eve gelişini ve söylediklerini ince ince düşünüp huzursuz oldular. Artin, Recep’e silahını yanına almasını söylerken, diğer taraftan adamları gelmeden sokağa çıkmamasını tembihleyerek odalarına çekildiler.
Sabah Palamut erkenden kalkmıştı. Bahçedeki musluktan abdest aldı ve sabah namazını kıldı. Artin yanına geldiğinde çimenlerin üzerinde onu dua ederken buldu. Duasını sabırla bekledi ve bittiğini görünce “Allah kabul etsin” dedi.
Palamut, başını salladı ve “Allah rahmet eylesin” dedi.
Artin irkildi, “Kim öldü, niçin böyle söyledin?” dedi.
Palamut:
-Sabaha karşı rüyamda gördüm. Bıtlı öldü. Alıcı kuşlar geldiler ve onu alıp göğe doğru götürdüler, dedi.
Artin, bu garip adamın uzun çenesine, adeta etrafına bakmayan gözlerine bakakalmıştı.
Palamut:
-Ben böyle alıcı kuşu ilk defa gördüm. Alıcı kuşlar kara olur, bunlar bembeyazdı dedi.
Sonra Artin’e dönüp:
-Bunları çocuklara söyleme, onların keyifleri kaçmasın dedi.
Artin:
-Olur söylemem dedi ve düşüncelere dalıp gitti.
Palamut, heybesinden kurutulmuş yoğurt çıkardı ve bahçe suyuyla karıştırdı. Yaptığı ayranın içerisine kurutulmuş ekmekleri doğradı ve tahta kaşığı ile yemeye başladı. Ne söyledilerse kar olmadı. “Ben onları yemem” diye tutturan inatçı ihtiyar, yemeğini yiyip bir köşeye oturup beklemeye başladı.
Aile fertleri kahvaltısını yaparken Palamut’un gözleri Suna’ya takılmıştı. Suna da şaşkın bakışlarla ihtiyarı izliyordu.
Gülizar:
-Suna’yı ta çocukken görmüştün Palamut Ağa, düğüne de gelemedin, tanıyamadın mı?
Palamut:
-Yok bildim, ağzı burnunda gelinin, ikiz doğuracak dedi.
Aile fertleri şaşırdılar. Geçen ay gittikleri doktor, ikiz olma ihtimalinin yüksek olduğunu söylemişti. Bu sözü de ihtiyardan duyunca daha da şaşırdılar.
Artin:
-Bunu nasıl anladın, diye sordu.
Palamut:
-Ben bilmem, Allah bilir tabii ki... İkiz doğacağını Bıtlı söyledi.
Bu sözle beraber herkesin yüreği efil efil esmeye başlamıştı. Olağanüstü günlerin başladığını hepsi de fark ediyor ve Allah’tan hayırlar getirmesini diliyorlardı.
Artin, Recep’e silahını verdiği gibi, birkaç adamı gelmeden de işe yollamadı. İhtiyarın Recep’le gitme ısrarına mani olana kadar hal geldi başlarına.
Recep ayrılalı bir saat olmuş ya da olmamıştı ki Recep’in Şişli’de Bomonti sapağındaki işyerinin yakınlarına pusu kuran iki kişiyle çatışmaya girdiği, pusu kuran adamların öldüğü, Recep’in adamlarından ikisinin de öldüğü ve Recep’in de ağır yaralı olduğu haberi gelmişti. Ev, gözyaşlarına boğulurken hemen hastaneye koştular. Recep, yoğun bakımdaydı ve yanına kimseyi almıyorlardı ve hayati tehlike vardı.
İhtiyar adam, gece gündüz Suna ile beraber hastanede kaldı. Sabahlara kadar dualar okudu ve eğilip eğilip Recep’in kulağına bir şeyler fısıldadı.
Suna’ya dönüp:
-Allah büyüktür kızım, onu çocuklarına ve sana bağışlayacak, Allah büyük kızım diyordu.
Recep bir gün gece yarısı gözlerini hafifçe araladığında karşısındaki iri yarı ihtiyarı bulutların arasından seçebildi. İhtiyar, Recep’e doğru eğildi:
-Bir dizine bir ay doğdu, diğerine de gün doğdu değil mi?
Recep hafifçe başını salladı.
İhtiyar:
-İki oğlun olacak, Allah seni onlara bağışladı. Birinin adı Aydoğmuş, öbürünün adı da Gündoğmuş olacak, dedi.
İhtiyar, Recep’in gözleri kapanırken alnından öpüp geri dönmüştü ki karşısında kendisini hayret dolu bakışlarla izleyen Suna’yı gördü.
Kapıdan çıkmak üzere olan ihtiyara Suna “Gitme!” diye seslendi.
İhtiyar, kupkuru elleriyle Suna’nın aydınlık yüzünü avuçladı. Ona hafifçe gülümsedi.
“Bıtlı beni bekliyor” dedi ve kapıyı yavaşça açıp dışarı çıktı.