Bölüm 1: Knockin' on the Heaven's Door

40 5 3
                                    


Gözlerimi her tarafı çizik ve lekelerle kaplı aşınmış metal tavana açtım. Aslında bu kadar aşınmış olması garipti. Tavan sonuçta üstünde gezilmiyor ya. Gerçi gezilen tavanlar var da benim odam o klasmana girmiyor.

Neyse. Sana da günaydın tavan.

Başucumdaki saat bayağı bir geç kaldığımı gösteriyordu. İki saat kadarcık.

Neyse. Sana da günaydın alarmı bozulmuş uyduruk başucu saati.

Gözlüğümü ve kuru temizlemeden yeni gelmiş ütülü laboratuvar önlüğümü üzerime geçirip odadan çıktım. Üstümdeki diğer kıyafetler dün gece çok geç saatlere kadar çalışıp odama gelince yatmaktan başka bir eylemde bulunmaya üşendiğimden sorun değildi.

"Günaydın Profesör Arcstein."

"Günaydın Sydney." Yan komşum. Benden rütbe olarak hayli bir düşük ve buralara da gayet yeni o yüzden bana hala böyle hitap ediyor. İki hafta sonra o da diğerlerine benzer. Heh.

"Şey soracaktım fazla tükenmez kaleminiz var mı?" Yüzü kızardı ve ayaklarına baktı. "Benimkini kaybetmişim de."

"Tabi." Pantolon cebimdeki dün gece kapısının önünde yerde bulduğum kalemi uzattım. "Bir dahaki sefere dikkatli ol ofis ürünleri departmanında kıtlık var şu an."

Evet. Burada Tanrın'nın çalışma alanına burnumuzdan daha büyük şayler skoacak kapasitedeyiz ama sağlam çalışan bir kırtasiye üretim hattımız yok. En yeni kalem 2060'lardan kalma.

Tamam kırtasiye ilk önceliğimiz değil ama itiraf etmeliyim, göğüs cebimde birkaç yeni kalem çok hoşuma giderdi.

"T-teşekkürler."

"Önemli değil." Arkama dahi bakmadan ofisime doğru koşmaya başladım. Çünkü geç kalmıştım. Mantıklı, değil mi?

-

Kapıyı on kaplan kuvvetiyle açtıktan sonra gayet tanıdık ve huzur verici bir manzarayla karşılaştım.

Patronum Eugene Harvard Peterson.

"Bu bu haftaki sekizinci geç kalman ve bugün daha salı, Jim. Nasıl beceriyorsun?" Sırıtarak elime bir dosya tutuşturdu. "Neyse senin vücudun senin kararın. Bu dosya da senin. Ona iyi bak olur mu?"

Kendi kendine kıkırdayarak odadan çıktı. Bayat herif.

Ve ben de ofisim, boş masam ve asistanım Dr. Claire Teresa Arcstein ile başbaşa kaldım.

Claire. Asistanım ve üvey kızımsı bir şeyim. Karmaşık, sonra eminim anlatırım. Güvenin bana.

"Günaydın Claire. Yeni birşey var mı?" Acı acı sırıtarak sandalyeme otururken hırladım. "Peterson dingilinden başka."

"Bayan Victoria tükenmez kalemini geri istiyor. Onun dışında birşey yok."

"Ona bir telefon aç ve bir dahaki sefere avucundan başka bir şeyi yalamasını isteyeceğimi söyle. Ya da boşver bu zevki kendim yaşamak istiyorum." Birinci cümlemle suratında ekşi bir ifadeyle telefona davranan kız, bu ikinci cümlemle gayet rahatladı. Victoria'yla uğraşmayı pek sevmediğini biliyorum.

Dosyayı açtım. Tutsak dosyası. Daha önce örgüt tarafından etiketlenmemiş. 17 yaşında. Dişi. Bir elli yedi boy. Kırk dokuz kilo. 102 IQ. Sıradan. Ama genetik açıdan mükemmelin üç gömlek küçüğü. Radyasyon hasarı düşük boyutta. Genetik mutasyon oranı %0,0000000931.

Anlaşılan örgüt bir hilkat garibesi daha istiyor.

"Aman ne mükemmel."

"Efendim?"

"Dosya." Gülümsedim. "Elin nasıl?"

"Hala biraz yanıyor ama iyi." Elinin tersindeki büyükçe yara izini gösterip sırıttı. Laboratuvar kazası. 3 gün önce. Sülfürik asit. Nasıl veya neden bilmiyorum, çalışma konusu düşünülünce gayet de alakasız bir maddeydi çünkü.

"Aman iyi." Dosyaya son bir kez bakıp masanın üzerine attım. "Ben şu dosyaya baksam iyi olacak. Öğle yemeğinde bana yer tut."

Ayağa kalkıp hızlı adımlarla fare tarlasına doğru yürümeye başladım.

-

Şimdi aranızdaki bazı saf insanlar "Fare ne alaka yha??" diye düşünecektir. Evet, farenin konumuzla herhangi bir alakası yok. Ama farelerin tıpta kullanım alanını biraz kurcalarsanız neden olduğunu anlarsınız.

Fareler ve deneyleri; etik kurulunun insan deneylerinin yasaklanması sonucu ortaya konmuş vasat altı bir alternatiftir.

Ama tesadüfe bakın ki...

Ben ortada herhangi bir etik kurulu göremiyorum.

Öhöm öhöm.

-

Çelik kapının önünde durup sol taraftaki ufak keypad'e sekiz haneli numerik şifreyi yazdım ve kapı o klişe sesle açıldı. Hani şu 10 bilim kurgu filmden dokuzunda kullanılan ses.

Ve yine o klişe, neon lambalarla ışklandırılmış su tankının içinde kaburgaları sayılan kız yavaşça gözlerini açtı.

Yüce tanrım.

Proje E.D.E.N. 2.0Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin