Gönül isterdi ki aldığımız tutsakları hoş, sıcak ve güzel döşenmiş odalarda barındıralım, kaz tüyü olmasa da en azından rahat yataklarda dinlendirelim ve ufak bir para veya hizmet cezası karşılığında serbest bırakalım.
Ama herşeyin bir sebebi var. Birincisi tutsaklara yakalanırken verilen fiziksel hasarın tedavisi. Mesela şu an önümdeki su tankında hareketsiz yüzen kızcağızın iki kolu da yoktu. Ki hala da yok.
İki. Fiziksel imkanlar. Önüne geleni oturtup besleyecek halimiz yok heralde.
Ve üç. Canım istemiyor.
"Günaydın prenses."
Kızın hareketsiz yüzünün üzerinde bir çift hamamböceği gibi duran şekilli gözleri sanki öldürmek istercesine bana doğruldu. Anlaşılabilir. Sonuçta onu dışarıda, çöldeki hayatından alıkoymakla kalmamış, dosyaya göre büyük ihtimal erkek arkadaşını da öldürmüş ve uzuvlarının yarısından da etmiştik. En azından vücudunun büyük çoğunluğu hala tek parçaydı. Bundan önceki dosyamda adamın kafasının sadece yarısı elimizdeydi. Pek de bir işimize yaramadı gerçi.
"Niye cevap vermiyorsun? Dilini mi yuttun yoksa?" Ben gülerken kızın suratı da gözle görülür bir şekilde seğirmeye başladı. Evet kabulümdür bu insanların zordaki halleriyle dalga geçmek pek de ufak olmayan zevklerimden biriydi ama daha fazla zorlarsam kızın bilişsel kabiliyetlerinden bazılarında tankın içindeki suyun içeriğindeki çeşitli psikoaktif maddelerin de etkisiyle çeşitli komplikasyonlar oluşabilirdi ki bu inanın hem benim için hem de yine benim için gayet kötü olurdu. Yani hoş olmazdı. Evet doğru kelime bu.
Hiç hoş olmazdı.
Tankın kenarındaki terminalin başına oturup zihin vokalizasyon modülünü aktive ettim.
"KİMSİN SEN ÇIKAR BENİ BURADAN SEN BENİM KİM OLDUĞUMU ZANNEDİYORSUN?"
Mekanik bir ses. Beklendik bir tepki.
"Peki prenses. Ama önce bana isminizi bahşedebilir misiniz?"
"BEN E.D.E.N. ÖRGÜTÜNÜN KURUCUSU DOKTOR VİCTORİA STONE ÇIKART BENİ BURADAN!"
Victoria ha. Hahahah. İşte bu beklenmedik.
Merkezi ses sisteminden gerçek Victoria'nın sesi yükseldi. "Hayır ufaklık asıl benim adım Victoria Stone ve sanılanın aksine E.D.E.N. Örgütünün kurucusu değilim."
"Sen beni mi izliyorsun Vicky?"
"Evet. Yapacak daha ilginç bir işim yok ve..."
Sözünü bitiremeden terminalden yerel ses ve görüntü yayınını devredışı bıraktım.
Burası sinema değil.
Kıza geri döndüm.
"O GERÇEK VİCTORİA STONE MUYDU?"
"Evet. Kim olmasını bekliyordun ki?"
Kızın hareketsiz yüzü bu yine seğirmeye başlamıştı ama bu sefer daha çok endişe ve korku tarafına doğru. Kiminle dans etmeye başladığını dah yeni anlıyor gibiydi.
"Şimdi bana gerçek isminizi bahşedebilir misiniz?"
"G-GUTHRIE EWA-"
"Gerçek."
"M-MARIA HOPE SIERRA."
"Böylesi daha iyi. Bi de bağırmayı keser misin? Başta komikti ama artık sinr bozucu olmaya başladı."
Kızın gözlerine baktım. Bu sefer kuşkucu bir şekilde benim suratıma doğrulmuşlardı.
"Sıra sende."
"Ne sırası?"
"İsim. Adın ne?"
Güldüm. Şu an ortamı daha fazla germek en son istediğim şeydi ama bu öyle dalgasına, alaycı bir gülüş değildi. Cidden komiğime gitmişti. Anlarsınız ya. Tanrının kaderini ellerime bıraktığı basit bir varlık benden ismimi istiyor.
"Burada işler öyle yürümüyor ama yine de söyleyeceğim. Belki kimlerle dans ettiğini gerçekten anlarsın." Kıkırdayarak ekledim. "James William Matthews Arcstein."
Rahat bir on dakikalık sessizlik oldu ve ben de bu boşlukta doya doya güldüm. Kızın gözleri ise gayet ifadesizdi. Sessizliği bozan ise yine o oldu.
"Dalga geçiyorsun. Bunların hiçbiri olmadı ve ben az sonra Skyholme'da yatağımda uyanacağım."
"Malesef bunlardan hiçbiri olmayacak."
Beş dakikalık bir sessizliğin ardından yine o konuştu.
"Ama niye sen? Doktor ölüm. Çöl şeytanı. Tanrının sol eli. Senin gibi önemli birinin benim gibi basit bir tutsakla ne işi olabilir?"
Sırıttım. "Benim işim bu. O saydıklarının hepsinin bir sebebi var. Hem kendini bu kadar küçümseme." Göz kırptım. "Tahmin ettiğinden çok daha değerlisin."
Aslında o kadar da çok değil ama kendini diğer laboratuvar fareleri arasında biraz da olsun özel hissedebilirdi. Bunu yapabilirdim.
"Bana ne yapacaksınız?"
Tanka sırtımı yaslayıp derin bir nefes aldım. Evet. Ne yapacaktık? Yukarıdakilerin şu an benden istedikleri yüzde doksan ihtimaller önümdeki vücudu mutajenlerle pompalayıp eski dostlarım alfa, beta ve gamma ışımalarının da etkisiyle bir hilkat garibesine çevirmem ve sonuçları kaydetmem. Bu Maria Hope Sierra için çok acı verici bir deneyim olurdu. Her açıdan. Özellikle de psikolojik.
Ve gerçekten şanslı ise tahmin edilemeyen, hızlı, ölümcül ve kötü huylu bir tümör canını alırdı. Veya immün sistemi çökerdi ve basit bir ev gribinden yaratıcısına kavuşurdu.
İkinci bir ihtimal ise beyni vücuttan tamamen çıkartıp bedeni ise örgütün ağır yaralı üyeleri için yedek parça deposuna kaldırmam. Düşük genetik hasar büyük bir artıydı. Olmayan kollar ise biraz sorun yaratabilirdi. Gerçi bir çift protezle halledilmeyecek şey de değildi.
Ama ben bunların ikisini de istemiyorum.
Çünkü üçüncü seçenek; ki bu kızı su tankından çıkartıp himayeme almak, rutin prosedürleri uygulayıp ve eğitim verip bir manada örgüte almak oluyor, diğer iki seçeneğin aksine en azından birkaç ay gibi kısa bir zaman dilimi için bütün bu Victor Frankensteincılıktan kurtulmamı sağlayabilirdi.
"Niye cevap vermiyorsun? Dilini mi yuttun yoksa?" Solumdan robotik bir ses bu derin düşüncelerden sıçrayarak ayıkmamı sağladı.
Arkamı döndüğümde gözlerini suratımı dalga geçercesine dikizlerken buldum. Madem kaçamıyorsun, zevk almaya bak. Güzel bir kafa yapısı. En azından stres az.
"Aslında sana özgürlüğünün bir kısmını geri verebilirim." Kıza gülümsedim. "Seni aramıza alabilirim. Ne dersin? Bilmek istemeyeceğin diğer alternatiflerden çok daha insancıl bir seçenek."
"Ama bilmek istiyorum."
"Bence zaten biliyorsun. Dedim ya o lakapların her birinin sebebi var." Israrla kızın gözlerinin içine baktım. O da benimkilere baktı. Israrla.
"Düşünmem lazım."
"Tamam. Öğlen yemeğinden sonra bir daha gelirim. Kararını ver."
Terminalden yaşamsal olmayan bütün modülleri kapatıp yerel yayını açtıktan sonra usul usul odadan çıktım.
Kızın gözleri ise bunları yaptığım sürece sadece tavana bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Proje E.D.E.N. 2.0
Science FictionGelecek. Heh, eskiden gelecekle ilgili ütopik fanteziler kurardım; barış, dostluk, kardeşlik... Şu an bu tarz iyimser zırvalar çok saçma geliyor. 2077 yılında gayet gerilmiş olan diplomatik ilişkiler bir anda koptu. Nükleer savaş. İnsanlığın yüzde...