Saatime baktığımda az zaman kaldığını farkettim uzun zamandır beklediğim opera gösterisine. Adımlarımın temposunu arttırırken içimdeki heyecanı bastırmaya çalışıyordum. Fazla yolum kalmamıştı ama neredeyse koşar adımlarla ilerlemeyi sürdürmeliydim. Çünkü operanın en sevdiğim kısımlarından biridir sanatçıların sahneye çıkış bölümü ve ihtişamlı başlangıç müzikleri. Hep en önde otururdum. Çünkü sosyetik duygularını tatmin etmek için gelen burjuvalardan, sahnedeki yakınına destek amaçlı gelen nazik insanlardan veya sadece izlemek için gelen normal insanlardan biraz farklıydı gösterilere düzenli katılma sebebim. Sıradan bir opera konseri için bile yüzlerce insan aylarca birlikte emek sarfeder. Karşılığıysa katlanılan bütün zorluklara bedeldir. Biraz alkış, biraz duygusal tatmin, bir kaç yüz hayran ve tonla para. Yıllardır kendimde bu aptalca geleneğe uydum ama hep nedenini hep merak etmişimdir. Neden bu gösterilere gelirken beyefendiler smokin bayanlarsa en güzel elbiselerini giymek zorunda?
Sonunda salonun karşı kaldırımındaydım abartılı ışıklar ,kapı önünde bilet sormak için bekleyen personeller. Bir film sahnesini andıran perspektif aslında sınıfsal ayrımın tiksinç tonlarından biri.
Biraz etrafı izledim ama insanların bu yapmacık hali sadece sıkılmam için geçerli bir nedendi. Çok geçmeden seyircilerin yerlerini alması gerektiği anons edildi. Herkes yavaş yavaş oturmaya başladığı sırada sahnenin kenarında perdenin hareket ettiğini gördüm. Muhtemelen gösteride yer alanlardan birinin ilk konser tecrübesi; kalabalığı izleyip tatlı bir heyecan yaşadığını tahmin edebiliyordum. Tiz bir keman sesi önce merak uyandıran yavaşlığı sonradan saldırgan bir eda ile orkestranın güçlü sesine bıraktı yalnızlığını. Ardından dans ederek çıktı abartılı makyaja sahip bir kadın ve beyaz peruklu erkek ancak olduğu kıyafetinden anlaşılabilen bir adam. İkisinin birbirlerine muhteşem uyumu takdire şayan olsa bile. Adamın kendini beğenmiş ve özgüven dolu olduğu okunuyordu gözlerinden. Kadında profesyoneldi ama sanırım sahne arkasından kalabalığı izlediğini düşündüğüm kişi oydu. Ama çekingen ve titrek hareketlerinden heyecanlı olduğunu sezmiştim. Iyi eğitilmiş ve lezzetli kafa seslerini izleyicilere sergilerken. Adamın kadına üstünlük tasladığı ve kadınında ezildiği barizdi. Sinir bozucu ve bir o kadar da tahrik edici.
Albert Francis adındaki bu ünlü opera solisti hızlı bir ölüme layık değil. Hayatın ne kadar acımasız olduğuna dair resıtatiflerle insanlara kendini acındırıp dünyayı acımasızlaştıranlar arasına girmeyi başarmıştı. Onun hakkında küçük kızlardan hoşlandığına dair dedikodular duymuştum. Ona olan bütün hayranlığım bir anda nefrete dönüşmüş, şehrimde konser yapacağını öğrendiğim ilk günden itibaren kafamda bir çok plan kurmuştum. Haketmiyordu hızlı bir ölümü.
Sonunda gösterişli bir final bölümü ile noktalıyorum günümün operaya ayrılmış kısmını. Hızlı adımlarla yürürken pipomu getirdiğimi hatırladım. Kulisin önünde gelen üst düzey misafirlerin ellerinde şampanya ile muhabbet etmeleri için yapılmış bir salon. Francis kostümünü bile çıkarmadan içlerinde vali ve karısının da olduğu bir grubla muhabbet edip yapmacık gülüşler saçıyordu. Onun gösteriden çok gösteri sonrası kokteyllerden haz aldığı barizdi. Bu beni tiksindiriyordu. Sanat yobazı falan değilim. Hayal kırıklığına uğramış ideolojik bir savaş içersinde olan eski bir hayranıydım sadece. Ona öfkem asla bitmeyecek boyutta.
Kalabalık yavaş yavaş esnemeye başladığı sırada Francis'in odasına doğru yürüdüğünü gördüm. Arkasındanda menajerlerinden biri olduğunu düşündüğüm tekinsiz ve vitaminsiz bir adam onu takip ediyordu. Gösteri sonrası pedofil dostlarıyla küçük çocuklara fiziksel ve cinsel istismar edecekleri partiye gideceklerini tahmin edebiliyordum. Kulisin arkasında küçük bir malzeme deposu vardı geniş bir penceresi ve kulise açılan bir kapısı vardı. Gösteriden bir kaç gün önce bir kaç kez deneyerek o pencereyi küçük bir maymuncuk darbesiyle açılır kapanır gizli bir giriş haline getirmiştim.
Hızlı adımlar yerini yavaş ve sakin adımcıklara bırakmıştı. Yavaş bir darbeyle pencerenin tahtasını kaydırarak içeri girdim. Depo derli topluydu. Etrafta bir sürü makyaj malzemesi kostümler sahne dekorları belli bir düzen içerisinde sıralıydı. Perukların olduğu rafın arka tarafına içinde bant, ip , 15 santimlik rus yapımı sustalı bıçak, bir kaç çivi ve benzeri eşyalarımın bulunduğu deri kahverengi çantamı yerleştirmiştim kimsenin göremeyeceği şekilde. Eserlerimi ne kadar planlı kurgulu var etsemde mesele o son hazza geldiği anda doğaçlama çalışmak daha büyük bi tutku boyutuna taşıyordu beni. Bunlar kısa bir dilim olsa bile Carpe Diem yaşadığım sınırlı zaman dilimlerinden. Hazırdım ve Francis'le aramdaki tek engel anahtar deliğinden izlediğim şu aptal menajerin konuşmasıydı. Sabretmekten sıkılmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eşi Olmayan Tutku
Mystery / ThrillerBir tat keşfettim yok onun ne eşi ,ne benzeri. Varolanların hepsinin ortak temel sebepleri. Hayatın anlamını aramaya başladığım günden beri. Kaybettim tüm hislerimi anladım benliğimin kendisiyle olan iç savaşını. İçimde kendimden nefret etmekten sık...