"I'm taking a ride
With my best friend
I hope he never lets me down again..."[1]
****
Acıyor...
Ah, lanet olsun, çok acıyor!
Kahverengi kazağının sol kolu kandan koyulaşmış ve bıçağın saplandığı yerden yırtılmıştı. Siyah kaşkolunu koltukaltından sıkıca bağlayıp kan kaybını en aza indirmeye çalışmıştı ancak yoğun acıyı ve tüm vücudunu sarmalamaya başlayan titremeyi engelleyememişti.
Lanet, lanet olsun!
Bin bir zorlukla kazağı çıkardı ve iki haftadır izinsiz olarak kullandığı küçük odanın zeminine bıraktı. Yerdeki halıya kan damlatmamaya çalışıyordu zira arkasında zerre kadar iz bırakmamalıydı.
Kanaması azalmıştı lakin yaranın temizlenmesi gerekiyordu. Dolabın kapağındaki dekoratif aynadan kolunun ne vaziyette olduğunu kontrol etti. Daha kötü olabilirdi. Ancak bu yaralanma iki gün içinde ayrılma planlarını altüst etmişti. Sonrası için kar fırtınası uyarısı verilmişti, ona yakalanmaması gerekiyordu. Duyduğu acıdan ve kan kaybından bitkin düşmüştü, bu vaziyette yola çıkması da işini zorlaştıracaktı.
Yatak olarak kullandığı koltuktaki çarşafı beceriksizce yırttı ve zor bela yıkadığı kolunun etrafını sarmaya başladı. Bir yandan da kendine kızıyordu. Eğer yeni yetme bir çocuğa güvenmek yerine "kargoyu" kendisi teslim almaya gitseydi, çıkabilecek aksilikleri önleyebilirdi. Ne çocuk ölürdü ne kendisi yaralanırdı. Durumu ölümcül değildi ancak can sıkıcıydı ve enfeksiyon kaparsa rüzgarın tersine dönmesi işten değildi. Durup mızmızlanacak zamanı yoktu, teslimata çomak sokanları bulmalı ve "Gergedan'ın" selamını iletmeliydi. Kar fırtınası başlamadan ayrılmalıydı da. Dolabın kapağındaki aynadan yarım yamalak görüntüsündeki bakışlarını yakaladı. Sanki kendisini acıyarak inceliyordu. Demek ki kendisine bu berbat durumda acıyacak zaman ayırabilmişti. Bir an duraksadı ve yüzüne odaklandı. Her zamankinden uzun ve kirden karman çorman olmuş saçları, neredeyse on günlük sakalıyla perişanlık akıyordu o yüzden.
Yedi ay. Hatta tam olarak yedi ay, altı gün olmuştu "öleli". Çatıdan aşağı süzülürken yeniden ne zaman canlı bir adam olabileceğini bilmiyordu bile. Ama onun ölümü hayat demekti, hayatta kalmayı seçseydi bu karar birden çok ölüm getirecekti. Yarı karanlık odanın içinde sol kolundan bıçaklanmış vaziyette dikilen bu adam için kimse ölü diyemezdi, en azından şimdilik. Hayatta da denilemezdi tam olarak, onun hayatının hiçbir rengi yoktu artık. O bir makineydi ve daha öncesinde söylendiğinin aksine, bu sefer uyan bir tanımdı bu.
Sızlayan kolu daldığı düşüncelerden sıyırdı onu. Canı çok yanıyordu ve tıbbi bir yardıma ihtiyacı vardı. Burada bir kliniğe gitmesi imkansızdı, işlerini halledip ayrılana kadar dayanmak zorundaydı. Yanında herhangi bir medikal malzeme yoktu ve çarşafın kolunun enfeksiyon kapmasını engellemeyeceğini biliyordu. Bir an önce gücünü toplayıp olayın patlak verdiği yere dönmeliydi. Pencereden dışarıya baktı, hava neredeyse kararmaya başlayacaktı. Bunu bir mazeret saydı ve koltuğa attı kendini. Hâlâ üzerine bir şey giymemişti ve titremesi soğukla giderek arttı haliyle. Lanet olsun, bir doktora ihtiyacı vardı. Başını geriye attı ve gözlerini kapattı. İhtiyacı olan "bir" doktordu ve o da binlerce kilometre ötede, kendisinin öldüğünü düşünerek yaşamaya devam ediyordu.
John... Son yedi ayda John Watson'ı düşünmemek için zihin sarayında ücra köşelere sürüklemişti doktoru ancak şu anki vaziyeti, eski ev arkadaşının varlığını arzulanır kılmıştı. Kendini beyaz bir koridorda buldu, floresan lambalarla aydınlanan, bomboş bir yerdi. Üzerinde bir şey yoktu yine, kolu ise sarılı değildi. Bakışlarını yere çevirdiğinde, ayaklarının çıplak olduğunu fark etti. Ve zemin cam kırıklarıyla kaplıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşünyeri[BBC Sherlock]
FanfictionBeyin, kalbin pompaladığı kanla beslenir. Duygulardan sorumlu olan kalp değil, beyindir. Aynı beyin, zahiri görüntülerle duyguları depreştiriverir. Ve ağrıyan kalp olur. Sherlock karakterlerinin ruhsal durumlarına ufak yolculuklar. Bölümler isimleri...