Bölüm 1 Perşembe'nin Laneti

96 6 2
                                    

Dizlerimi göğsüme yapıştırdım ve başımı dizlerimin üstüne koyarak akmaması için çaba gösterdiğim göz yaşlarının akmasına izin verdim. Günlerden Perşembe'ydi. İçimde bir huzursuzluk vardı. Her Perşembe olduğu gibi...
Yeni yerleştiğim bu şehirde, kendimi çok yalnız hissediyordum. Arkadaşımın olup olmaması pek fazla önemsediğim birşey değildi aslında... Ama yalnız olmak... Herneyse! Artık sadece insanlara zarar vermemek için uğraşmalıydım!
Perşembe gününün bana verdiği boş zaman sayesinde eski hayatımı, arkadaşlarımı ve aynı zaman da "benim yüzümden ölen arkadaşlarımı" düşündüm. Aslında arkadaşımın olmaması normaldi. Çünkü ben; dünyada ki en uğursuz kişiydim. "Ölümü bir mıknatıs gibi çekiyordum...". Daha fazla beynimi zorlamadım ve hatıraların verdiği yorgunlukla kendimi yatağa attım. Kendime bu gece uyumamam gerektiğini hatırlattım ve tavanda asılı olan çıplak ampulü izlemeye başladım. Perşembe günleri yaşanan olaylardan sonra uyumamak zorundaydım ve gözlerim kapanmak için adeta yalvarıyordu bana. Daha fazla dayanamadım. Fakat bir kişinin daha hayatının son bulmasını istemediğim için kendimi zar zor banyoya attım. Daha önceden hazırladığım, biraz ılımış olan soğuk su dolu kovaya kafamı soktum. Ardından geçirdiğim küçük şokla beraber kendime geldim. Kurulandıktan sonra sigaramı aldım ve balkona geçtim. Sigaramdan çıkan dumanı izleyerek biraz huzur buldum. Sonra sessizliği dinlemeye başladım. Sessizliğin de verdiği huzur ile birlikte kendimi garip bir şekilde mutlu hissediyordum. Bu alışık olmadığım bir durumdu. Bu yüzden kafamda ki soruları bir kenara bıraktım ve sessizliğin tadını çıkardım. Tabi ki bu huzurum çok uzun sürmedi. Sessizlik içerde bulunan ampulden çıkan cızırtı sesleriyle bozuldu. Bu ses beni huzursuz ediyordu. Başta aldırmamaya çalışsam da bir süre sonra bu ses zaten bozulmuş olan sinirlerimi iyice bozmaya başladı ve içeri girip ampulü düzeltmeye çalıştım. Yatağın üzerine çıktım. Ampulü çıkararak diğer ampulü karanlıkta yerine oturtmaya çalıştım. Ampulü taktım fakat ışık açılmadı. Ev de bulunan diğer yedek ampullerden birini denemeye başladım. Karanlıkta büyük çabayla bulduğum ampulü zorlukla yerine taktım. Fakat bu da çalışmadı. Eski ampulü yerinden alıp taktım ve ışık kapanıp açıldı. Ardından cızırtılı bir ses çıkardı. Gözüm aniden çıkan ışıkla kamaştı. Sinirlerim çok bozulmuştu ve istemsiz bir şekilde "Lanet olsun!" Diye bağırdım. Korkmaya başlamıştım çünkü bu ampullerin hepsini dün almıştım. Aklıma birtakım şeyler geldikten sonra, fazla tedirgin bir şekilde soluklanmak için balkonun kapısını açmaya çalıştım. Fakat açılmadı. Arkamı döndüm ve etrafımı dikkatli bakışlarla süzdüm. Gözyaşlarımı saklamakta pek iyi değildim. Bu yüzden odanın bir köşesine çöktüm, herzaman ki pozisyonumu aldım. Ellerim
yüzümde, gözyaşlarımın akıp gitmesine izin verdim. Ağladığım için biraz sakinleşmiştim. Fakat içeriden gelen kırık cam sesiyle ellerimi yüzümden çektim ve ağlamayı kestim. Artık böyle olaylara alıştığım için köşede oturup çaresizce ağlamayı değil, kalkıp olayların, bir bakıma kaderimin, olması gerektiği gibi devam etmesini seçtim. Bütün odaları aradım. Fakat kimse yoktu. Gece daha çok uzundu. Daha fazla dayanabilir miyim bilmiyordum ama dayanmak zorundaydım! Çok terlemiştim. Artık sadece ruhum değil, ben de nefes almakta güçlük çekiyordum. Delirdiğimi düşünerek odama doğru yol aldım. Odam boş bir koridorun sonundaydı ve koridorun dört bir yanı kapılarla çevriliydi. Koridora girdiğimde bütün kapıların kapalı olduğunu fark ettim. Bir terslik olduğunu anladım fakat artık çok geçti. Vücudumun her bir yanından ter fışkırıyordu. Sanki ruhumu ateşe atmışlar gibi yanıyordu canım. Korkumun beni daha fazla ele geçirmesine izin vermeden arkamı döndüm. Arkamı dönmemle, ölen  sevgilimin kanlı yüzünü görmem bir oldu. Ağzımdan çıkan istemsiz çığlıkla birlikte kendimi yere attım. Oradaydı. Kandan buruşmuş yüzüyle, öylece bakıyordu bana. Ruhumun sesini duydum birden. Fısıltıları dinlemeye odaklandım. Zamanla bu fısıltılar gürültülü bir sese dönüştü. Birkaç kişi "Eflin!" diye bağırıyordu. Neden ismimi söylüyorlardı. Neden Arda karşımda duruyordu. Kafayı iyice sıyırmaya başladığımı fark ettim. Gerçi aklım hiçbir zaman yerin de değildi... Kendime, olanlara, herşeye çok sinirliydim. Korkum, öfkeye dönüşmüştü. Bu sefer öfkemin beni ele geçirmesine izin verdim ve "Yeter!" diye bağırarak, titreye titreye ayağa kalktım. Duvarın köşesin de bulunan küçük sehpanın üzerinde ki kırmızı vazoyu hiç düşünmeden elime aldım ve elime almamla, bana kanlı yüzüyle bakmayı bir an olsun kesmeyen Arda'ya atmam bir oldu. Vazoyu attığım an tepemde duran lamba gürültülü bir şekilde patladı. Çıkan ses ve oluşan karanlık beni epey ürküttü. Bir sessizlik oluştu. Ruhumun sesi susmuştu. Arda nerede bilmiyordum. Bütün bunların ne anlama geldiğini bilmiyordum. Ben de ölecek miydim bilmiyordum. Hiçbirşey bilmiyordum. HİÇBİRŞEY... Korku hayatımın vazgeçilmez bir duygusuydu ve korkumu, tekrar köşeye sokulup yaşamayı seçtim. Aslında tek istediğim şey, bir an önce "bu kabustan uyanmaktı...". Sonsuza dek bu koridorda oturamazdım. Kalkıp bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum fakat gücüm yoktu. Eğer burada oturmaya devam edersem başıma daha kötü şeylerin gelebileceğini biliyordum ama şu anda bana en mantıklı şey, ayağa kalkmamak, bir kabustan farkı olmayan hayatımı düşünmek gibi gözüküyordu... Bütün bunlar yaşandıktan sonra, üstüme çöken yorgunlukla beraber uyuya kalmıştım. Evet. Perşembe günü uyumuştum. Neredeyse bütün gece dayandım ve sonunda uyuya kalmıştım. Aslında iyi dayanmıştım. Ölen sevgilimin kanlı suratını görmem, neredeyse evde ki tüm lambaların patlaması, adımın fısıldanması, ruhumun sesi... Bütün bunlara râmen biraz da olsa dayanmak benim için büyük bir başarıydı. Cuma sabahının verdiği şaşkınlık ve biraz huzur ile koca bir iç çektim. Fakat bir tuhaflık vardı. Perşembe gecesi uyumuştum ve birini öldürdüğümü görmemiştim. Derken gözümün önünden bazı görüntüler geçti. Rüya görmüştüm. Sadece pek fazla hatırlamıyordum. Hatırladığım tek şey "uçurum kenarıydı". Gözlerimi kapattığımda; bir uçurumun kenarında ağladığımı, karşımda da benim yüzümden ölen herkesin dizili bir şekilde bana baktığını görüyordum. Tek hatırladığım buydu. Bu konu üzerinde daha fazla düşünebilirdim fakat kendime ayırdığım küçük zamanlar da çalışmış olduğum "üniversite sınavı'na" da girmem gerekiyordu. Bu yüzden aklımda ki düşünceleri şimdilik bir kenara bıraktım ve hazırlanmak için dolabın kapağını açtım. Üstüme sıfır kol siyah Nirvana tişörtünü giydim. Altıma da kısa kot şortumu geçirip, yüzümde ki kusurları biraz olsun kapatabilmek için makyaj masama doğru yol aldım. Fazla kirlenmiş aynamdan, uykusuzluktan morarmış olan göz altlarımı bir süre izledim. Ardından kapatıcımı aldım ve göz altlarımı kapatmaya başladım. Mosmor gözlerimin altını kapatmaya çalışırken herzaman olduğu gibi kendi kendime konuşmaya başladım;"Tamam, belki bir manyağım ama "Şık, tarzına önem gösteren bir manyağım." Kendimle konuşmam ve gözümde ki morlukları kapatmam sona erince, rujla tıka basa dolmuş durumda olan makyaj çantasından açık renk bir ruj seçtim ve uçuklarla kaplı dudağıma büyük bir özenle sürdüm. Bu cuma üstünde bir mutluluk vardı. Rahmetli sevgilimi gördüğümden midir bilmem ama mutluydum işte. İçimden "Rahmetliyi kanlı bir suratıyla değil de, elinde bir gülle seni özledim, senin bir suçun yok. derken görmek, daha makbul olurdu." diye söylendim. Daha sonra dış sesim, iç sesimi bastırdı ve iç sesime; "Uff, saçmalama bir de ölmemiş olsun bari..." diye öfkeyle bağırdım. Kendime öfkelenmem de sona erdikten sonra, masanın üzerinde duran, mübarek Perşembe akşamından hazırladığım kitaplarımı alarak çantama attım. Ardından geç kaldığımı fark ederek siyah zımbalı botlarımı büyük bir hızla ayağıma geçirdim ve kapıyı arkamdan iyice kilitledikten sonra "Üniversite'ye doğru" yol aldım...

Ruhumun SesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin