Pek önemi olmayan bir güne daha hoş geldim. Gece boyunca yağmuru dinleyip rüya görmeyi umarak sonunda uykuya dalmış olsamda yine rüya görmemiştim işte. Bu artık can sıkıcı bir hâl alıyordu. Uyandığım halde yataktan çıkmaya niyetim yoktu. Sanırım hazırlanmama da henüz vakit vardı. Gece boyunca yağan yağmur dinmemişti. Cama düşen yağmur damlalarının yavaş yavaş süzülerek gözden kayboluşunu izlemek terapiydi benim için. Dışarıda ki kapalı hava ile gri bulutlar küçüklüğümden beri görünmezlik pelerinini bulmuşum hissini yaratıyordu içimde. Yağmurlu havalarda insanlar telaşlı olur ve kendinden başkalarını görmezdi kolay kolay. Bu yüzden çoğu gün gibi bu gününde yağmurlu oluşu huzur veriyordu bana. Aklımdan geçen ve beni düşünmeye iten şeyleri bir yana bırakıp saate bakmam gerektiğinin farkındaydım. Ellerimle yastığın altını yokladım. "Şarj cihazınızı takın" yazan ekranda koskoca 07.55 ! Dersin başlamasına beş dakika! Neyse ki Solyn'ın arabası vardı ve bu sabah okula beraber gidecektik. Hiç değilse paramı denkleştirip araba alıncaya kadar acil durumlarda Solyn'ın arabasının varlığı rahatlatıcıydı. Para biriktirmek zorluyordu beni kimsenin desteği yoktu üzerimde. Babam Eallard borç batağına saplanmış bu yüzden pek harcama yapmamızı istemeyen biri. Önceleri ona kızgın olsamda şimdi umursamıyorum. Onun hallerine -halleri diyorum sıralama yapmamı gerektiren özellikleri var- katlanan ve hâlâ ondan boşanmamış olan Perla'ya yer yer öfkeleniyordum. Çünkü evin içinde sürekli sinirli ve bağırmalarıyla aklıma kazınan Perla asla çözülmeyen sorunlar yumağını içinde taşıyordu sanki. Yataktan resmen fırlamıştım. Kapıları kırık gardırobumdan birkaç saniye içinde eski bir jean ve birazda olsa sıcak tutacağını umduğum siyah/kahverengimsi badiyi üzerime geçirdim. Koşarak banyoya gidip diş fırçamın üzerine macunu boca ettikten sonra dişlerimi fırçalamaya başladım. Dışarıdan gelen Solyn'ın arabasının korna sesi panik olmama sebep olsa da ağzımı çalkalayıp banyodan dışarı atmıştım kendimi. Merdivenlerden koştura koştura inmeden önce son anda defterimi yanıma almayıda akıl etmiştim. Kapıyı açmadan eskimiş olan postallarımı ve deri ceketimi saniyeler içinde giyindim. Perla'nın odasından gelen huysuz mırıldanmalar duyduğuma göre uyandırmıştım onu . Kapıyı yavaşça kapatıp Solyn'a doğru yürüdüm.
Solyn benim en yakın arkadaşımdı. Kavruk teni, omuzlarını geçen koyu dalgalı saçlarıyla boyu benden biraz kısaydı. Üzerinde yüksek bel daracık yırtık jean ve açık renkli bir kazak vardı. Haki yeşili ceketi ve aynı renk topuklu botlarıyla harika görünüyordu. Giyimi ve benim hiçbir zaman o güzellikte yapamadığım makyajı ona çok yakışıyordu. Dış görünüşümüzdeki farklar göze çarpıyordu zaten.
-Günaydın Danice.
-Günaydın. Sanırım geç kalıyoruz.
Mahçup bir gülüş gönderdim ona. Muzip bakışlarıyla arabayı işaret edip "Bin hadi" dedi. Kapıyı açıp yanında ki koltuğa geçtim. Arabasının kaloriferlerini yaptırmış olduğunu dileyerek emniyet kemerimi takarken bana klasik sorusunu yöneltti.
-Bu kez gördün mü?
Sıradan bir sesle, "Hayır" dedim. Oda biliyordu rüya görmediğimi. Görmek için can attığımı hissediyordu. Düşüncelerimin bu yöne kayıp durgunlaşmamı istemediği için ortamı yumuşatmaya çalıştı.
-Tanrım, biz görüyoruz da ne oluyor sanki basit gereksiz bir şey emin ol tatlım.
-Şu basit gereksiz şeyin ne olduğunu ve nasıl hissettirdiğini bilmek istiyorum.
Diye cevap verdim ona.
-Bilinç altında kalan şeylerin kısa film gibi...
-Gece uyurken o anı yaşıyormuş hissi vererek zihninde canlanması. Falan, falan, falan...Bunları duymak istemiyorum Solyn bunları yaşamak istiyorum.
Yüzüme düşen saçlarımı parmaklarımla kulaklarımın arkasına yerleştirdim. Nadir olmayan bazı sabahlar gibi bu sabahta taramamış olduğum saçlarımı açık unutmuştum. Geç kaldığım zamanlarda böyle oluyordu. Ben genellikle geç kalıyordum. Koyu kahve ve sevdiğim canlılığıyla belime kadar uzanıyordu. Sanırım saçlarımı Solyn'da seviyordu ve bana sataşmak için bir bahanesi daha vardı bugün. Bir kaç dakika içinde varmıştık. Okul çok uzak değildi zaten Solyn'da hızlı sürmüştü. Portland'da trafik kurallarının ne kadar katı olduğunu bildiği halde seviyordu hız sınırını zorlamayı. Bu şehri seviyordum. Çoğu günün yağışlı olması ve insanların kütüphaneleri fazlasıyla tercih edişi sakin kılıyordu burayı. Ya da hayır açık konuşmalıyım bu şehre katlanabilmemin tek sebebi yağmurun yağışı. Adım başı alışveriş merkezleri, kitapçılar ve herkesin çılgınlar gibi beklediği festivaller umrumda bile değil. Buradan iki buçuk, üç saat uzaklıktaki Seattle'ın kendine has vahşi doğası her zaman daha ilgi çekici geliyor. Tamam bunuda itiraf ediyorum filmlerdeki mistik olayların yaşanabilir olması için Seattle'a ihtiyacım var. Aklımdan ışık hızıyla bunlar geçerken Solyn'ın arazi arabası kaçıp gitmek için iyi bir araç diye geçirdim içimden. On yedi yaşındaysanız hayatınızda bir gariplik olması hoşunuza gider. Hiç değilse bana öyle geliyordu. Arabayı çoktan park etmiş okula doğru yürürken Solyn'ın sesi yine düşüncelerimi bölmüştü.
-Hey sen yine neler düşünüyorsun? Önceliğini saçlarına ver de bir toplamayı dene istersen tanıştığımızdan beri yüzünü tam anlamıyla hiç görmedim diyebilirim.
Dirseğimle kolunu ittim
İkimizde gülüyorduk. Okul kapısından içeri girdiğimizde bahçe bomboştu. Geç kalmıştık. Binanın içine vardığımızda koridorlarda bir kaç öğretmen ve bizim gibi derse yetişmeye çalışan birkaç öğrenci vardı. Sınıfa koşar gibi gitmiş olsakta matematik öğretmeni Bay Lawrance çoktan derse başlamıştı. Kapıyı çalıp içeri girdiğimizde hiç yokmuşuz gibi ders anlatmaya devam etti. Sessizce arka sıraya yöneldim. Onu görmezden gelmeye çalışarak. Yine yan sırama geçip oturmuştu. Elinden hiç düşürmediği kırmızı zarlarını her zamanki gibi parmaklarında çevirip duruyordu. Normal olmayacağını bildiğim halde normal davranmaya çalışıyordum. Kahretsin damarlarımdaki kan yüzüme hücum etmeye başlamıştı bile. Bir şeylerle uğraşmalıydım. Sınıf o kadar sessiz ve pür dikkat dersi dinliyordu ki ne yapsam göze batacakmış gibi bir his oluşuyordu içimde. Cebimden cep telefonumu çıkarıp tuş kilidini açtım. "Bir yeni mesaj: Jacey" ve düşük pil uyarısı. Bu uyarı Jacey 'nin sevgilisiyle yaşadıklarını ayrılıp ayrılmadıklarını -ki büyük ihtimalle ayrılmışlardı - öğrenmem için telefonumun bana yardımcı olamayacağı sinyaliydi. Onun üst üste atacağı mesajlara ne telefonumun ne de benim dayanacak gücüm yoktu. Jacey benim ablam. Yirmi yaşında ve benim aksime sarı saçları ve güzel gülüşüyle dikkat çeken bir kız. Aramızdaki uçurumlara rağmen ablam. Sabahları erken gittiği alışveriş merkezinde satış danışmanı. Gece ben uyurken eve geliyor bu yüzden fazla vakit geçirmediğimiz bir gerçek. Yalnız onunla ilgili bildiğim bir şey var mesaj atmışsa ayrılık ve bir o kadar da sinir ve üzüntü vardı. Göz ucuyla yan masada oturan Danny'e baktım. Tanrım o da bakıyordu! Evet kesinlikle bakıyordu! Yine kan yüzüme hücum edecekti,biliyordum. Bunu fark etmesin diye masanın üzerindeki deftere yönelirken saçlarımın yüzüme düşmesine gayret gösterdim. Defterin boş sayfasını karalarken farklı düşüncelere dalıp gitmeden doğruca Danny'i düşünmeye başladım. Bu son günlerde sıkça yaşadığım bir durumdu. Birkaç gün önce aramızda geçen tartışmadan sonra aklımdan bir türlü gitmek bilmiyordu. Onu düşünmem garip ve saçmaydı. Doğru düzgün tanımıyordum bile. Tartıştığımız an birbirimizle konuştuğumuz ilk andı. Onu ne kadar tanıdığımı aklımda tartmaya çalıştım. Solyn ve Danny kuzenlerdi. En yakın arkadaşımın Solyn olmasına rağmen Danny hakkında neredeyse hiç konuşmamıştık. Okula ilk geldiğinde, koridorda yürürken sınıfa giren Danny'i gösterip :
-" İşte benim kuzenim Danny. Kimseyle tanışmak istemediğini sıkı sıkı tembihledi." dedikten sonra bakışlarını devirip gülümsemişti.
Danny uzun boyu, beyaz teni asi ve karmaşık siyah saçlarıyla dikkat çekiyordu. Motorcu giyimi ile ukala tavırları da birbirini tamamlıyordu. Okulda aşırı olan hiçbir davranışı olmamasına rağmen gizli bir popülerliği vardı. Neredeyse hiç arkadaşı yoktu. Kemp ve Jarel dışında. Aklımdan bu düşünceler geçerken elimde olmadan Jarel, Kemp ve Danny'nin art arda oturuşuna baktım. Kemp Solyn'ın sevgilisiydi. Fazlasıyla kaslıydı. Hatta aralarından en kaslısı. Giydiği lacivert kazak kaslarını fazlasıyla gösteriyordu. Kumral saçları düzgün kesilmişti. Yakışıklıydı ve fazlasıyla dikkat çekiyordu. Eminim ki okulda Solyn'dan ayrılmasını bekleyen onlarca kız vardı. Solyn'la çok uyumluydular. Kemp daha çok sinirli ve otoriter görünüyordu. Solyn ise sevecen ve sıcacık kalpliydi. Kemp'i yatıştırabilecek tek kişiydi sanki. Bakışlarımı Jarel'a çevirdim. O da Solyn'ın kuzeniydi. Bu yılın başlarında Oralia ile sevgili olmaya başlamışlardı. Oralia'yı Solyn'ın yanında bir kaç kez görsemde tanımıyordum. O , uzun boylu kumral saçları omuzlarına inen güzel bir kızdı. Jarel fizik olarak yapılı olsada ona yakışan , sarı dağınık saçları ile görünüşünü tamamlayan , Kemp'in sinirli duruşunun aksine gülüşüydü. Jarel onlara baktığımı fark etmişti. Bakışlarını bana çevirdi. Birbirimize manasızca gülümsedik. Utanmıştım. Sonrasında Bay Lawrance'a dönüp dersi dinlemeye devam etti. Danny'e bakıyordum dışarıda yağan yağmuru izleyip zarlarıyla oynamaya devam ediyordu. Sıkılmış gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşlerimize Düşeş
FantasyYazmak için ihtiyacım olan şeyler hazırdı. Başkalarını bilmem ama acılarımı hayallerimle iyileştirmeye çalıştığım için hayal dünyam genişti ister istemez. Her şeyle baş etmeye çalışırken platonik başladığım aşkın acısını hayallerimle iyileştirmek is...