Arabanın arkasına oturmuş hala boğazımı tutuyordum. Gerçekten acele edince tam bir felakete yol açıyordum. Bunlara alışmam mümkün değildi çünkü her gün birini kurtarıyor falan değildim. Hayatımın bu kadar aksiyon dolu olduğunu söylemek yalan olurdu. Bu yüzden kalbimin atışını kontrol edemiyordum. Cebimden elimin yarısı kadar olan, abartılı ve abartılı olduğu kadar da eski saatimi çıkarıp baktım. 3 dakika. Aşağı inip, birinin kaderini değiştirmek için sadece 3 dakika harcamıştım. Büyük ceb saatimi -aslında abartıyordum çünkü çok ağır olmasına karşın o kadar büyük değildi- cebime koyup derin bir nefes bıraktım. Evde bu saate benzer 6 tane daha vardı ve bir tanesi de aile yadigarıydı. Saatleri seviyordum çünkü gelecek ve geçmişi görebildiğim için zamanı kontrol edebildiğimi düşünüyordum. Tamam, dışarıdan bakınca bu biraz egoistçe görünebilir ama sadece benim kendimi avutma yöntemlerimden biriydi. Sanki zaman arkadaşımmış gibi. Peki, biliyorum, bu saçmalık.
Yola çıkacağımız sırada arabanın kapısı açıldı ve annem sessizce içeri girdi. Onun babamla gitmesini bekliyordum. Daha doğrusu babamın onunla gelmesi konusunda diretmesini bekliyordum ama sekreteri ve danışmanıyla yalnız öndeki arabaya biniyordu. Bu küçük ayrıntı da beni alakadar etmiyor olmalıydı ki annem bana gülümseyip çantasını karıştırmaya başladı. Önüme dönüp müzik çalarım ile uğraşarak tekrar konudan koptum. Müzik sevdiğim şeylerin başındaydı ama onu özel kılan şey, normal olmamasıydı. Müziğin normal olduğu düşünülebilir ama müzik ve özellikle müzisyenler... onlar delinin teki. Ve bu, harika.
Arabadan inip tek gözümle bu kadar uzun sürede nereye geldiğimize baktım. Resmen gece uykumu almıştım ve şu an hala ayakta uyuyordum. Babam arabasından iniyor. Yanında takım elbiseli birkaç kişi daha var. Yolda durmuş olmalıyız ve annem bu yüzden benim arabamda olmalı. Babam bana dönüp ‘adam gibi dur’ bakışı atıyor. Yanındakiler önemli birileri sanırım. O bakışı ikinci kez görmek istemediğimden bu gerçekleşmeden yanaklarıma vurup, birbirine girmiş saçlarımı düzelttim. Ve işte babam arabadan iniyor. Ya hala berbat görünüyorum ya da babam çok gergin olduğundan o bakışı tekrar görüyorum.
Bugün ile ilgili beni geren bir şeyler var ama hala anlamıyorum. Üstelik gün içinde bu kadar sık bir şeyler görmek her zaman olan bir şey değil. Arkamı dönmemle, arkamda gerçek bir takım elbise ordusuyla karşılaşmıştım. Ağzımdan istemsiz bir ‘ouuv’ çıkınca yanımdan geçen babamdan yine bir bakış yedim. Arabalarından inmiş veya hala inmekte olan 30’a yakın takım elbiseli adam ve süslü eşleri vardı. Hatta az ilerdeki adam smokin bile giymiş olabilirdi bence. Neydi bu? Neyim içine düşmüştüm? Babam hepsine kısaca selam verirken, onun karşılamasını görmezden gelip bize yaklaşan biri vardı. Annemin yanımda benimle duruyor olduğunu o zaman fark etmiştim.
Bir yaka kartı. Üzerinde Genel Müdür Kim Hyun Woo yazıyor. Hemen ardından bize yaklaşan adamı makamının başında asılı resmiyle beraber görüyorum.
Gözlerine bakmayı kesip gördüklerimi çözmeyi denedim. Bu elbette ki zor değildi. En kolaylarından biriydi. Geçmişi yakalamak ve yorumlamak, geleceği görüp, müdahale etmek kadar kolay değildi. Bazen o kadar birbirinden kopuk parçalar oluyordu ki, sadece öylesine görmüş olmamdan başka açıklama bulamıyordum. Ama bu gayet açıktı. Giyinişinden ve garip bir şekilde babamı yok sayışından önemli bir iş adamı olduğu belliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamanın Efendisi
FanficZamanla oynayabileğini düşünen ama zamanın onunla oynayarak hayatını 'Gözyaşından Önce ve Gözyaşından Sonra' olarak ikiye ayırdığı genç bir adam. O, aynı zamanda, Beklenmedik bir anda, İnanılmaz bir aile geçmişine sahip olduğunu, Bir o kadar da...