(doğmuştur). Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücûdunda tavattun etmeye (yerleşmeye) niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahâzâ (bununla berâber), ebedî ömrün önündedir. O ömürde, bâkîde göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fânî ömürde sa'y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-i bâkîden hiç haberin yok! Seni ölüm sekerâtı (can çekişmesi) uyandırmadan evvel uyan!" (Mesnevî-i Nûriye, Habbe,115)
Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği, gökle yerin genişliği gibi olup, Allah'a ve O'nun peygamberlerine îmân edenler için hazırlanmış bulunan bir Cennete doğru yarışın! Bu, Allah'ın lütfudur! Onu (hikmetine binâen, kendi lütfundan) dilediğine verir. Çünki Allah, pek büyük ihsan sâhibidir.
Yeryüzünde ve nefislerinizde baş(ınız)a gelen hiçbir musîbet yoktur ki, mutlakā onu yaratmamızdan önce bir kitabda (Levh-i Mahfûz'da yazılı) olmasın!(2) Şübhesiz ki bu, Allah'a göre pek kolaydır. (Hadid Suresi 22)
(2) "Evet, ma'nen terakkî etmeyen (yükselmeyen) avam (sıradan halk) içinde kaderin cây-ı isti'mâli (kullanılma yeri) var. Fakat o da mâziyât (geçmişte) ve mesâibdedir (musîbetlerdedir) ki, ye'sin (ümidsizliğin) ve hüznün ilâcıdır. Yoksa maâsî (isyan) ve istikbâliyâtta (geleceğe âid şeylerde) cârî (geçerli) değildir ki, sefâhete (günahlara) ve atâlete (boş durmaya) sebeb olsun. Demek kader mes'elesi, teklif ve mes'ûliyetten kurtarmak için değildir, belki fahır ve gururdan kurtarmak içindir ki, îmâna girmiş. Cüz'-i ihtiyârî (insanın cüz'î irâdesi), seyyiâta (günahlara) merci' olmak içindir ki, akîdeye (inançesaslarına) dâhil olmuş. Yoksa mehâsine masdar (iyiliklere kaynak) olarak tefer'un etmek (fir'avunlaşmak) için değildir." (Tılsımlar, 26. Söz, 79)
Allah bir kuluna hayır murad ettimi onun cezasını tacil edip dünyada verir; bir kulu hakkında da kötülük murad ettimi onun günahlarını tutar, Kıyamet günü cezasını verir.
Ravi: Tirmizi, Zühd 57 Hadis-i Şerifİmran b. Husayn midesinden rahatsızlanmıştı. İshale yakalanmış, otuz yıl sırt üstü yatmış; ne oturabiliyor ve ne de ayakda durabiliyordu. Kendisine hurma dallarından bir somya yapmışlar, orada hacetini yapacak bir de boşluk bırakmışlardı, hacetini orada görürdü, Mitraf ile kardeşi A'la ziyaretine gittiler. Mitraf onun bu halini görünce ağladı. İmran:
- Niçin ağlıyorsun? deyince Mitraf:
- Senin haline ağlıyorum, dedi. İmran:
- Ağlama! Ben sana bir şey anlatayım. Fakat ben ölünceye kadar onu kimseye söyleme. Melekler benim ziyaretime gelir, bana selam verirler. Ben onların selamını duyar ve onlarla ünsiyet ederim. Onların ziyaretinden bu derdin bir ukubet değil, belki büyük bir nimete vesile olduğunu anlarım. Böyle bir ibtila halinde bunu müşahede eden kimse, bu belaya razı olmaz mı? dedi.
Sa'd b. Ebi Vakkas radıyallahu anh'ın gözü görmez olmuş bir halde, Mekke'ye geldiğinde, Mekke halkı etrafına toplanarak, biri "Bana dua et" diğeri "Bana dua et" deyip duruyor ve o hepsine dua ediyordu. Çünkü Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, onun duasının kabul olmasını Allahü Teâlâ'dan dilemişti. Bu bakımdan duası makbul idi.
Abdullah b. es-Saib diyor ki:
- Ben genç idim. Bir ara ona yaklaştım ve kendimi tanıtmağa çalıştım. Beni tanıdı ve:
- Sen Mekke'nin en iyi okurlarından birisin, buyurdu. Ben de:
- "Evet" dedikten sonra bir ara:
- Amca senin duan makbul, herkese dua edip duruyorsun. Kendin için dua etsen de gözlerin açılsa olmaz mı? dedim. Sa'd gülümseyerek:
- Oğlum! Allahü Teâlâ'nın, benim hakkımdaki bu hükmü gözümün görmesinden benim için daha güzeldir, buyurdu.
Bişr-i Hafi kuddise sirruh buyurur: