işte o derviş de mübareğin arazilerini görünce çok şaşırmış, günlerce gitmiş, arazilerin sonu gelmemiş ve şöyle demiş kendi kendine:
- Bu zat, padişah mıdır, yoksa evliya mı? Bir mürşid-i kamil bu kadar zengin olur mu?
Hasılı Ubeydullah Ahrar hazretlerinin dergahına ulaşmış, ama kalbine de nifak ateşi düşmüş bir defa... "Buraya kadar gelmişken bir göreyim bakalım" diyor. " Böyle evliya olmaz ama bu padişahtır herhalde" diye düşünüyor.
Elinde bastonu ile dergâhtan içeriye giriyor. Ayakkabısını bir yere bırakacak bakmıyor, yer arıyor. Bastonu da kıymetli... Şuraya mı koyayım, diye yer ararken, dergâhta çalışan işçilerden birine emanet etmeyi daha uygun görüyor. Ancak:
- Bu bastonum kıymetlidir, bunu iyi bir yere saklayıver, kaybolmasın, diye de tembih ediyor.
Ve Ubeydullah Ahrar hazretlerinin huzuruna çıkıyor. Bu arada içinden de merak ediyor,
- Acaba, bizim bastonu teslim ettiğim kişi güvenilir miydi, diye.
Kalbinden de çıkmıyor bu düşünceleri. Ubeydullah Ahrar hazretleri bu gelen dervişe nazar ediyor. Anlıyor ki baston sevgisi onun kalbine yerleşmiş. Mübarek ona merhamet ediyor ve diyor ki:
- Yolda gelirken gördüğün arazilerin sevgisi, şu senin bastonun kalbinde yaptığı tesirin binde birini bize yapmıyor!
Rüya gördüm, bir ihtiyar bana sordu:
- "Kul için Allah'a (CC) yakınlık nasıl olur?"
Cevap olarak:
- "Bunun ilki ve sonu var."
Dedim ve sonra devam ettim:
- "İlki var; fani, kötü işleri bırakmak; sonu ise Allah'tan (CC) razı olmak. O'na (CC) teslim olup candan bağlanmaktır." (A.GEYLANİ Futuh-ul Gayb S.94)Velilerin büyüklerinden Maruf Kerhî k.s. bir gün bir toplulukla birlikte Dicle Nehri'nin yakınından geçiyordu. O esnada bir grup genç, kayık içinde içki içip eğleniyordu. Nehrin kenarına vardıklarında yanındaki kişiler Hazret'e dediler ki:
- Ya Şeyh! Dua et de Hak Tealâ bunların hepsini suya batırsın. Böylece şu musibet ortadan kalksın.
Bu talep üzerine Maruf Kerhî k.s. "Haydi ellerinizi semaya kaldırın.." dedi ve kendisi de ellerini kaldırarak:
- İlahî! Bu gençleri şu cihanda neşelendirip hoş bir hayat verdiğin gibi onlara ahirette de hoş bir hayat bahşet, onları neşelendir, diye dua etti.
Yanındakiler şeyhin bu duasına şaşırarak:
- Ey Şeyh, biz bu duanın sırrını anlamadık, dediler. O da:
- Sırrı ortaya çıkana kadar bekleyin, buyurdu.
O sırada gençler Hazreti görünce utanıp yaptıklarına pişmanlık duyarak sazlarını kırdılar, içkilerini döktüler. Ağlıyorlardı. Şeyh'in yanına gelip tevbe ettiler. Bunun üzerine Maruf Kerhî hazretleri yanındakilere şöyle dedi:
- Gördünüz mü?.. Kimseyi batırmadan, kimsenin canını yakmadan dileğimiz nasıl gerçekleşti de gençler sarhoşluk belasından kurtuldular.
Futuh-ul Gayb 22. Makalede Abdulkadir (K.S) buyurmuştur;
Allah (CC), kulunu imanı nispetinde dener. Bu böyledir. İman yükseldikçe deneme nispeti o derece artar. Büyür. Çoğalır.
Resulün imtihanı, nebininkinden büyüktür. Çünkü imanı üstündür. Nebinin başına gelen de bedelin başına gelenden ağırdır. Bedelin iptilası da velininkinden zordur. Çünkü iman bakımından veliden ileridir.
Velhasıl herkes imanı nispetinde denenir.
Şu Hadis-i Şerif bu durumu çok güzel anlatır:
- "Biz Peygamberler (AS) zümresiyiz. Belanın en çoğu bize verilmiştir. Sonra sıra ile..."
Allah-ü Teala (CC) bunların gaflet yoluna sapmalarını istemez. Daima huzur içinde olmalarını arzu eder. Bu sebeple büyüklere belaya karşı tahammül verir. Çünkü, Hakk'a (CC) koşarlar. Seven, sevdiğinden başka bir şey istemez. Bela bunların kalbinde bekçidir. Nefislerinin de bağıdır. Onları asıl matlup olan, Hakk'tan (CC) başkasına meyletmekten korur. Yaratandan (CC) başkasına sığınmaktan esirger...
Bu hallerinde o büyük insanların kötülüğe karşı meyilleri kalmaz. Nefisleri kırılır. Hakk (CC) batıldan böylelikle ayrılır. Şehvet ve şahsi arzu hisleri bertaraf olur. Onlar, nefislerinin hoşuna giden şeylere meyletmekten çok korkarlar. O nefsin hoşuna giden, ister dünya işi olsun, isterse ahiret...
Bu güzel halle onlar daima Hakk'ın (CC) rızası yoluna koşmaya çalışır. O'nun (CC) hükmüne razı olurlar. Hak ne verdiyse onunla yetinirler...
Onlar, imtihan yolu ile gelen belalara sabreder, böylelikle halkın şerrini görmezler. Her şeyden emin olarak yaşarlar. Onlar bu hallerinde nefislerini kırar, Hakk'a (CC) götürmeye gayret ederler.
İnsan kendine böyle bir yol tuttuktan sonra, kalben gideceği hakiki yolda kuvvet bulur. Diğer azaların da kötü yola gitmesini önler.
Çünkü, bela imtihan için gelir. Kalbi kuvvetlendirir. Vicdani kanaati arttırır. İmanı hakikate erdirir. Hak yolda sabrı çoğaltır. Nefsi kötü arzuları zayıflatır. Her bela geldikte, mümin de sabır ve Hakk'ın (CC) hikmetli işlerine karşı teslim ve rıza olur. Ona her işinde yardım eder. Bol nimet gönderir. Kula, her yaptığı işte muvaffakiyet ihsan eder. Ayet:
- "Eğer şükrederseniz, biz de ihsanımızı arttırırız."
Nefis, kötülüklerden her hangi birine hoşlanarak giderse, şehvet yolunda harekete geçtiği zaman da, kalp ona yersiz olarak uyarsa, Hakk'tan (CC) gafil olur. Bu gafletin bir neticesi olarak, Hakk Teala (CC) hem nefse, hem de kalbe felaketli işleri verir, aleme rüsvay eder. Çeşitli felaketlere uğratır. Halkı başına musallat eder. Aç bırakır. Hasta eder. Bunların sonu, karasız bir durum alırlar. Böylece hem kalp, hem de nefis bulacaklarını bulurlar.
Eğer kalp, nefsin isteğine uymaz, dini bir emir almadan hareket etmezse -bu emir Velilere (RA) ilham, Peygamberlere de (AS) vahiy yolu ile, diğerlerine işaretle gelirHakk (CC) Teala (CC) mükafat olarak kalbe ihsanlar yapar. Rahmetine bol kılar. Bereketini arttırır. Afiyet ihsan eder. Her şeyden razı olma tadını verir. Nur, marifet ve kendine yakınlık verir. Kalbin zenginliği ve bütün belalardan kurtulmak yolunu gösterir. Aynı zamanda düşmanlara karşı yardım eder.
Bu anlattıklarımızı iyi anla...Kendini hak yolda muhafaza et... Nefsine icabet etme... Belaya girmekten sakın. Hak yolda Allah'ın (CC) emrini gözet. Dünya ve ahiret işlerinde O'na (CC) teslim ol...Ve... Allah (CC) dilerse böyle ol!... (Futuh-ul Gayb 22. Makale)