Neden hemen gelmem gerekiyordu? Yürüme düşüncesini hızlıca aklımdan savdım. Taksiye binmem gerekiyordu. Gelen taksilerin hepsi dolu geliyordu. 5 tane dolu taksinin ardından boş bir taksi geldi. Hemen bindim. Adresi verdikten sonra cebimdeki telefonuma uzandım. Kaan 7 kere aramıştı. Telefon yine titremeye başladı, Kaan arıyordu. "Ne var?" diyerek açtım. "Konuşmalarına böyle mi başlarsın?" Ukala. "Kaan geliyorum işte, 100 kere araman gerekmiyordu." Dedim. "Hadi gel artık, Başağın pastasını getirdim. İçecekleri ve plastik bardakları getiriyorsun değil mi?" Dediğinde Kaan, yüzüm İbrahim'in gökten inen koçu gördüğü zamanki halini aldı. Hiii diyerek kalakaldım. Elimi koltuğa vurarak "Bugün Başağın doğum günüydü" diyerek mırıldandım. Uzun bir zamandır ona doğum günü süprizi hazırlamayı planlıyorduk ancak ben her şeyi unutmuştum. Taksiciye durmasını söyledim. Saate baktım. Yetişebilirdim. Her şeyi yetiştirebileceğime inancım tamdı. Ücreti ödedikten sonra taksiden inerken eteğim kapıya sıkıştı. Taksici bunu farkettiğinde artık eteğim ve ben için her şey çok geçti. Lanet olsun, böyle şeylerde hep beni bulur zaten. Şu an kendime etek bulmalıydım. Ayrıca içecek ve plastik bardak almalıydım. Çevreme baktım. Ara sokaktaydım ve neredeyse hiç kimse yoktu. Çöplerin alınmamış olduğu, her gün yürüdüğüm bu sokaktan yırtılmış eteğimle nasıl çıkacaktım? Küfrederek sırtımı duvara verdim ve yürümeye başladım. Taksiden inmemin tam bir hata olduğunu farkettim.Taksiyle eve dönmeli, yeni bir etek giyip içecek bir şeyler almak için tekrar dışarı çıkmalıydım. Tekrar taksi beklemeye başlamıştım ama bu lanet olası sokaktan taksi geçmiyordu. Koşmaya başladım. Telefonum çalıyordu ama aldırmadım. Eve kadar durmadan koştum. Sarı binamızı görünce derin bir nefes alarak zili çaldım. Kalbim ağzımdan çıkacakmış gibi atıyordu, nefes almak benim için çok zorlaşmıştı. Acı çekerek merdivenleri çıktım. Annem "Akasya, iyi misin kızım? Neden geri döndün? Eteğine ne oldu?" Gibi bir sürü soru sorarken anneme cevap veremeyecek kadar yorgundum. Kapının yanındaki pembe kadife sandalyeye kendimi bıraktım. Bir, iki dakika sonra kendime geldiğimde ayağa fırladım. Çok geç olmuştu ve Kaan'dan 6 cevapsız arama ve 4 mesaj vardı. Hiçbirine bakmadan odama girmemle beraber inanılmaz dağınıklığım yerdeki kıyafetler sayesinde kendini bana gösterdi. Burayı toplamam gerekiyordu fakat bu başka bir günün konusuydu. Yerde dağılmış halde bulunan giysilerin arasından bir etek bulmaya çalıştım. O karmaşada neler yoktu neler; birbirinin aynısı taytlar ve pantolonlar, tek renk bir sürü bluz, kilotlu çoraplar, desenli gömlekler... Sonunda okul eteğimle aynı tonlarda gri bir etek buldum. Hızlıca giyerken makyaj masamdaki aynadan kendime baktım. Korkunç görünüyordum. Koşarak nefes nefese kaldığım için yüzüm kıpkırmızıydı ve terlediğim için makyajım bozulmuştu. Eteğimi bulmuştum ama üstümdeki ter kokusu ne olacaktı? Duşa girecek vaktim yoktu, en sevdiğim parfümü heryerime sıktım. Saate bakmamla evden hızlıca fırlamam bir oldu. Merdivenleri inerken en yakın marketten kola, bardak alıp okulun karşısındaki parka gitmem ne kadar sürerdi, bunu düşünüyordum. Binadan çıkarken telefonumun bir süredir çaldığını farkettim. Kimin aradığına bakmadan telefonu açtım. Kaan'ın gür sesi kulaklarımı doldurdu; "Ne cehennemdesin sen?" Sinirlenmeye başlamıştım. "Geliyorum be, yolumu kaybettim. Olamaz mı?" Dedim ve yüzüne kapadım. Çok sinirlenmiştim. Sakinleşmeye çalışırken kaldırıma çıktım. Caddeye gelmiştim. Marketin ışıklarını görebiliyordum. İki butiğin arasında bulunan emektar marketimiz yıllardır oradaydı. Markete doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Çarptığım kişiler kendi kendine söyleniyordu fakat umursamadan koşarcasına yürümeye devam ettim. Kırmızı neon ışıklarla yazılmış Has Market yazısının olduğu markete ulaşınca derin bir nefes alıp içeri daldım. Abur cubur reyonundan hızlıca geçerek içeceklerin bulunduğu reyona yöneldim. Market çok kalabalık değildi. Sabah vakti olduğu için kahvaltılık malzeme almaya çıkan teyzeler ve okuldan kaçtığı için oyalanan öğrenciler vardı sadece. Kolalara ulaşmaya çalışırken benden yaşça büyük olduğu her halinden belli olan bir kişiye çarptım. Sonra özür dilemeden geçip gidiyordum ki arkamdan "dikkat etsene ayı, şuna bak ya boyuna posuna bakmadan yere seriyordu beni" dedi. Gözlerim dolmuştu. Gözyaşlarıma hakim olmaya çalıştım. Ağlayamazdım. Ağlasam bile bunu görmelerine izin veremezdim. Çok utanmıştım. Renk renk içeceklerle dolu raflarda gözlerimle kolayı aradım. 2 litrelik kolayı bulunca elime aldım. Arkamda kalan gençler hala gülüyordu. Adımlarımı hızlandırarak reyondan çıktım. Artık gözyaşlarıma hakim olamıyordum. Duvara yaslanarak ağlamaya başladım. Duvara sırtımı vererek çömelmiştim. Floresanların aydınlattığı mermerlere bakarak ağlıyordum ki bir anda önüm gölgelendi. Önümde birisi vardı ve ışığı kapatıyordu. Kim olduğunu göremedim ama sesini duydum. "Bir sorun mu var? Neden ağlıyorsunuz?" Diyen sesin sahibini tanımıyordum. Sinirliydim ve geç kalmıştım. Şu an en son ihtiyacım olan şey kendini iyilik meleği sanan bir gerizekalıydı. "Sana ne arkadaşım" diyerek ayağa kalktım ve yüzüne kısa bir süre bakıp ilerlemeye devam ettim. Sert yüz hatları ve kısa saçları olan oldukça uzun bir çocuktu bu. Yüzü çok tanıdık gelmişti ama çıkaramadım. Herneyse diyerek yürümeyi sürdürdüm. Plastik bardakları bulamıyordum. Sinirlerim gerilmeye başlamışken plastik bardakları buldum. Kasaya doğru ilerlerken Kaan'ı aramam gerektiğini düşündüm. Kaan'ı arayıp haber vermeliydim. Kasaya ulaştığımda sıramı beklerken Kaan'ı aradım. Ama meşgul çalıyordu. Kiminle konuşuyordu acaba... Tekrar soluk alıp verdim ve önümdeki bayanın aldıklarını poşetlere doldurmasını izledim. Zihnimde benimle dalga geçen çocuklar dönüyordu. Aldıklarımı ödedikten sonra poşete koyma gereği duymadan çantama doldurdum. Marketten çıkarken otomatik kapıdaki yansımama baktım. Gözlerime sürdüğüm kalem akmıştı. Lanet olsun. Markete geri girdim, ayna bulmam lazımdı. Ayna olmazsa yüzümü düzeltemezdim, yüzümü düzeltemezsem Kaan ve Başağın yanına gidemezdim. Yani kısaca bana ayna lazımdı. Uzun bir arama sonucu gözümün önünde duran aynanın farkına vardım ve makyaj çantamı çıkarıp yüzümü gözümü düzeltmeye giriştim. Acelem vardı ama artık umrumda değildi. Ne olursa olsun diye düşünüyordum, zaten yeterince geç kaldım. Marketin otomatik kapısına doğru ilerledim. Telefonum çalıyordu. Kaan'ın aradığını biliyordum o yüzden kimin aradığına bakmadan telefonu açıp "efendim Kaan" dedim. Kaan ise beni dinlemeden konuşmaya başladı "Nerede kaldın gerizekalı mısın Akasya, kaç saattir bekliyoruz" dedi. Benim "geliyorum işte ya" dememle Kaan'ın telefonu suratıma kapatması bir oldu. Ne kadarda gerizekalı bir çocuk... Hızlıca yürümeye başladım. Koşar adımlarla yürüyordum. Baya yorgundum ama parka varmama az kalmıştı. Bugün okulu kırıyorduk. Ama bir anda aklıma şu gerçek geldi; parkta pasta kesemeyeceğimize göre bunlar neredeydi? Bunu Kaan'a sormak hiç aklıma gelmemişti. Acaba beni nerede bekliyorlardı? Hemen Kaan'ı aradım. Telefon çalarken kaldırımın sonundaki banka doğru yürüdüm. Banka oturup Kaan'ın açmasını beklerken geçen arabaların plakalarını okumaya başladım. Evet, plaka okuma takıntım var. Ben plaka okurken Kaan telefona cevap verdi. Nerede beklediklerini sordum, Papatya Kafe dedi. Şükürler olsun ki orası bulunduğum yere çok yakındı. Kalkıp karşıdan karşıya geçtim. Yürürken düşünüyordum. Nasıl Başağın doğum gününü unutmuştum, acaba Başak, Papatya Kafeye gelmiş miydi? Aklımda sorularla yürürken Kafeye vardım. Bordo rengi kapıyı açıp içeri girdim. Başak, Kaan, Tuana ve Ömer içeride oturuyor ve gülüşüyorlardı. Geldiğimi farketmemişlerdi. Bu kafenin özelliğini açıklayayım. Burası kafe gibi değil, adı papatya kafe ama öyle sıradan bir kafe değil. Sadece kahve satılıyor. Dışarıdan yiyecek-içecek getirmek serbest. Bu yüzden Başağın doğum gününü burada kutluyorduk. İçeri girerken sıcak hava dalgasını yüzümde hissettim ve gülümsedim. Ben masaya yürürken Ömer beni gördü ve "niye sırıtıyorsun lan zaten geç kaldın" dedi. Ömer'e aldırmadan benim için ayrılan meşin sandalyeye oturdum. Duvarlar bej rengiydi, duvar tarafında oturuyordum. Bu beni sevindirmişti çünkü duvarlara yakın oturmayı severim. Başağın pastası masanın ortasındaydı ve çok güzel gözüküyordu. Kocaman beyaz kremalı bir pasta. Üzerine bonibonlarla doğum günüm kutlu olsun, pardon doğum günün kutlu olsun yazıyordu. Mizah şov resmen... Başağın yüzündeki şapşal gülümseme ben yılışık bir salağım diye bağırıyordu. Bu soğuk havaya rağmen üstüne kısa bir tişört vardı. Kısa tişört giymiş ama ayağında cat botlar var... Salak mısın kızım sen... Düşündüklerim yüz ifademe yansımış olacak ki Kaan "sen niye sırıtıyorsun hala" diye sordu. Gülmemek için dudağımı ısırdım. Kaan "nerelerdeydin lan" dedi. Aslında yalan söyleyen biri değilimdir ama o sabah orada Kaan'a başıma gelenleri hiç anlatasım yoktu. Taksiciye yanlış adres vermişim diyerek kestirip attım. Kaan'da sorgulamadı zaten. Onlar tekrar konuşmaya dalmıştı ki ben parmağımla pastanın kremasından biraz aldım. Görmezler sanıyordum ama Başak birden elime vurdu. Herkes güldü, bende onlarla birlikte güldüm. Rezil olmuştum aslında. Başak "ye akasya, onu da ye. Hatta bırak kremayı pastayı ye. Ne de olsa kilo alman lazım. Şu haline bak inceciksin" dedi. Herkes kahkahalara boğulurken benim gülümsemem yüzümde dondu. Başak bunları bir anlık sinirle söylemişti ama demek ki içinden geçenler bunlardı. Şişko olduğumu düşünüyordu. Öyle olabilirdim. Ama bunu yüzüme vurmak ne tür bir şeydi? Ben gözlerimin dolduğunu bile farketmeden gözyaşlarım yanaklarımdan aşağı süzülmeye başladı. Direkt ayağa kalkıp tuvalete doğru koşmaya başladım. Tuana ve Başak peşimden geliyordu. Çok çok çok utanmıştım. Tuvaletin kapısını açtım ve lavaboya yöneldim. Yüzümü yıkamak için suyu açtım. Başak ve Tuana içeri girdi. İlk defa nasıl göründüklerine dikkat ederek fiziklerini inceledim. İkiside incecikti. Başağın bacak boyu uzundu, zayıftı. Tuana Başak kadar uzun olmasa bile zayıftı. Çok zayıflardı. Ve aynaya döndüm. Göbeğimin katlandığı kazağımın altından gözüküyordu, eteğimin saklayamadığı basenlerim ve kalın bacaklarım. İlk defa orada, o gün ne kadarda kilolu olduğumun farkına vardım. Ne ara bu kadar kilo almıştım, bu kadar kilo aldığımı nasıl farketmemiştim? Gözyaşlarımı sildim, yüzüme soğuk su çarptım. Rahatlamıştım. Başak söyledikleri için özür dilediğini falan söyledi, bir şeyler geveledi. Dinlemedim bile, ama ona sarılıp "bir önemi yok, pastaya elimi sürmemeliydim. Haklısın." Dedim. O da benim söylediklerine aldırmadığımı düşündü ve "pastama dokunmamalıydın evet" dedi. Yemişim pastasını. Görürdü o. Kilo vermeyi kafama koymuştum. Eve gidince ilk işim nasıl kilo verebileceğimi araştırmak olacaktı. Şimdilik söyledikleri umrumda değilmiş ve mutluymuşum gibi yapacaktım. Başağın söyledikleri hakkında daha sonrasında düşünecektim. Birlikte tekrar masaya döndük. Kaan bana bakıyordu. Pasta kesildi. Kaan pastaları dağıtırken bana kendi pastasından biraz verebileceğini, onun için sıkıntı olmayacağını, ne de olsa benim yemek yemeyi çok sevdiğimi söyledi ve Ömeri dürttü. Masadaki herkes gülüyordu. Bende güldüm. Gülmeliydim. Gözyaşlarımın akmak için hazır olduğunu hissediyordum, ama buna izin veremezdim. Sessizce masaya oturdum ve pastamı yedim. Bonibon sevmezdim, pastamın üzerindeki bonibonlar tabağımda kalmıştı. Çatalımla bonibonları itekliyordum. Tuana "yemeyeceksen bana versene" dedi. Ömer ve Kaan çaktırmadan gülmeye başladı. Başağın benimle ilgili yaptığı şakadan sonra herkesin benimle uğraşası vardı resmen. Sinirlenmiştim. Masada kalan pastaya baktım önce, sonrada bonibonlara baktım. "Yok hayatım, sana daha güzelini vereyim" dedim ve masada duran pastanın son dilimlerini elimle alıp Tuana'nın tişörtünden içeri koydum. İbrahimin gökten inen koçu gördüğü zamanki sırıtışına büründü herkes. Masadan ortak bir "hiiii" sesi çıktı. Ayağa kalkıp meşin sandalyemi tekmeledim. "Ah seni küçük şişko" dediğini duydum Tuana'nın. Aldırmadım. Hızlıca kafeyi terkettim. Arkama bile bakmadan eve doğru koşmaya başladım. Dedikleri her şey zihnime üşüşmeye başladı. Gözyaşlarıma engel olamıyordum. Hem koşuyor, hemde ağlıyordum. Tüm düşüncelerimi zihnimden attım. Zihnimden çıkaramadığın tek düşünce kilo vermem gerektiğiydi. Ah evet, kilo vermeliydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
STARVE
ChickLitBu kitap günümüz kızlarının genelinde bulunan bir psikolojik rahatsızlığı ele alıyor. Anoreksiya nervoza. Kısaca anoreksiya, yemek yeme bozukluğudur. Bu hikaye size son derece sıradan ama bir o kadarda yüzeysel olmaktan uzak bir anoreksik kızı anlat...