Koridorun sonundaki duvara çarpmasına yetecek bir sertlikle çantamı duvara fırlattım. Ben şişko, iradesiz bir ayıydım. Herkes benden nefret ediyordu. Hiç arkadaşım yoktu. Yanımda olan kimse yoktu. Ailemin acınasılığımdan haberi yoktu. Oldukça güçsüzdüm. İradesizdim. Diyetin ilk gününde diyeti bırakan tek iradesiz ben olmalıydım. Acaba dışarıda benim gibi düşünen insanlar var mıydı? Yalnız olduğumu düşünmüyordum. En azından öyle olmadığına emindim. Derin bir iç çektim. Okula gitmek zorundaydım. Devamsızlığım giderek artıyordu ve bu konu hakkında dilekçe yazılması için ailemin okula çağırılması olmasını istemediğim şeyler listesinde ilk sıradaydı. Öyle bir listem mi vardı? Okula gitmek istemiyordum. Ama gidecektim. Üstesinden gelemeyeceğim bir olay yaşanmamıştı. Sadece bir kaç ince kızla takışmıştım. Hepsi buydu. Bunu atlatabilirdim. Okula gider, 8 saat boyunca kulaklığımı takıp uyurdum. Zihnimde dönüp duran sorunu çözmüştüm ama rahat hissetmiyordum. Hala çözemediğim bir sorunum vardı. Yediğimi nasıl yakacaktım? Yemek kolay, yakmak zordu. Ama daha zor olanıysa iradeli olmaktı. İrade. İradeli olamayacağımı biliyordum içten içe. Bu ben değildim. Ben kendim için bir şeylerden ödün verebilecek birisi değildim. Derin bir iç çektim. Onları senle dalga geçtikleri için pişman et. Evet. Pişman olacaklardı. Bana gülmenin bedelini ödeyeceklerdi. Gördükleri en zayıf kız ben olacaktım. Yemek yemeyi kesebilirdim, bunu yapabilirdim. Bunu yapabilirsin, sana güveniyorum. Yapabilirdim evet. Yapacaktım da. Derin bir iç çekişin ardından yeşil halılarla kaplı koridoru geçip çantama ulaştım. Sırtıma takarken aklıma pekte hoş olmayan ama yapılması mümkün bir fikir geldi. Yediğimi kusmalı mıydım? Sonuçta çok bir şey yememiştim ve yiyeli çok olmamıştı. Hepsini çıkarmak ne kadar zor olabilirdi ki? Bunu görmenin tek bir yolu vardı. Denemek. Ama evde deneyemezdim. Okuldaki tuvaletlerde bu iş için uygundu. Okula gitmek istemesem de isteksizce evden çıkmak için hazırlandım. Girişteki ayakkabılığın çekmecesinden spor ayakkabılarımı çıkardım. Uzun süredir koşmadığım veya spor yapmadığım için onları kullanmıyordum. Tabi artık kilo vermek istediğime karar verdiğime göre spor yapacaktım. Tabureye oturarak ayakkabımı giymeye çalıştım. Ellerim titriyordu, bağcıkları bağlayamıyordum. Terleyen ellerimi üstüme silerek parmaklarımı bağcıklarıma tekrardan uzattım. Bu sefer sakince yaptığım için bağlamayı başarmıştım. Ayağa kalktım. Koridordaki aynamızda kendimi görmek için dikkatle baktım. Hol fazla karanlıktı, ışığı açıp tekrar baktım. Kendimi görmem üzülmeme yetiyordu. Zihnimdeki kum fırtınası gibi dönen düşünceleri uzaklaştırarak kapıyı açtım. Saniyeler içerisinde trabzanlardan kayarak bir aşağı kata indim. Çok fazla gürültü çıkarmıştım ama bu yaptığım çok komikti. Kısık sesle kıkırdayarak ilerlerken uzun bir süredir ilk kez güldüğümü anımsadım. Yüzümde buruk bir gülümseme oluştu. Binadan çıkarken havanın soğuk olacağını tahmin etmediğim ve atkı almadığım için kendime küfrederken kapıya parmağımı sıkıştırdım. Canım acımıştı. Gözlerim dolmuştu, gözyaşlarımın akmasına izin vermemek için kendimi sıkarken dudağımı ısırdım. Tam bu sırada markette ben ağlarken bana yardım etmeye çalışan çocuğu gördüm. Onun kim olduğunu hatırlamıştım. Arda. Karşı sitede oturan, basket oynayan şımarık Arda. Markette karşılaştığımız gün -Tuana faciasının yaşandığı gün- beni tanıyamamış olmalıydı. Hoş zaten tanıyamazdı, adımı bile bilmiyordu. Bazen karşılaşırdık ve o yüzüme bile bakmadan geçerdi. Hepsi buydu. Onun beni görmesini istemiyordum. Belki marketteki kızın ben olduğumu ayrımsardı. Çoktan o günü, o dakikayı unuttuğunu biliyordum. Yine de huzursuz olmuştum. Asker yeşili kapşonumu sert bir hareketle tüm kafamı kapatmaya yetecek şekilde kapayarak büyük ve hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Arda beni görmemişti. Zihinsel olarak rahatlamıştım. Aklıma tekrardan sabah yediğim kalori bombası geldi. Acaba toplam kaç kalori ediyordu? Kalori hesaplayan kızlardan hiç hazzetmezdim. Ya canım ben onu yiyemem onun kalorisi çok. Komikti cidden. Kalori saymazdım, sayamazdım. Kaç kalori olduğu umrumda değildi. Önemli olan ondan kurtulacak olmamdı. Caddeye çıktığımda pastane, kafe, fırın ve marketler bana göz kırpıyordu. Hadi Akasya gel ve bugünkü aburcubur kotanı fazlasıyla aş. Ah hayır, hayır, hayır. Bunu yapmayacaktım. Bugün değildi. Akasya bir, iradesizlik sıfır. Ah bir dakika iradesizliğinde attığı bir gol vardı. Sabah yediğim... Kendi kaleme gol atmıştım. Ben ayının tekiydim. Sen ayının tekisin. Ama bunu düzeltebilirim. Bunu düzelteceksin. Yapabilirim. Yapacaksın. İç sesim resmen beni motive ediyordu. Gülümsedim. Renkli neon ışıklı dükkanların arasındaki uzun bir süredir uğramamış olduğum manavı gördüm. Elma alacaktım. Tabi şimdi yemek için değil. Onu akşama doğru yiyecektim. Manava girince elmalara uzanan elimin tatsız bir şekilde titrediğinin farkına vardım. Yüzümü buruşturdum. Kıpkırmızı bir elma tutuyordum elimde. Bana çok büyük görünmüştü. Birisi "iyi misin kızım" diye sordu. Arkamdaki amcanın beni nasıl gördüğünü tahmin edebiliyordum. Şişko bir kız elinde elmayı tutarken titriyordu. Tuhaftı, ama adamın sesi ilgisizdi. Öylesine sorulmuş bir iyi misin. Nasılsın merasimini zaten sevmezdim. Karşı tarafın umrunda olmadı halde yapmacık bir şekilde nasıl olduğumu sorması beni tiksindirirdi. Ukala bir ses tonuyla "iyiyim ben." Diyerek elimdeki elmayla içeri girdim. Bir tane almış olduğum için tartılmadan öylesine bir ücret ödedikten sonra elmamı çantama attım. Saatime kısaca göz atınca okula geç kaldığımı gördüm. Adımlarımı hızlandırırken yanımdan geçen insanların bacaklarına, kollarına ve görünen hatlarına bakıyordum. Sanki şehirdeki tek şişko benmişim gibi hissederken yanımdan benim neredeyse iki katım kiloda olan bir kız geçti. Kilosu umrunda değildi. Yüzünden, yanaklarından, bacaklarından ve hemen hemen her yerinden fışkıran yağların farkında değil gibiydi. Eminim ki bilse böyle mutlu olamazdı. Yüzündeki bilinçsiz gülümsemeye baktım. Bir aptalın suratıydı bu. Gözlerinin önündeki çıplak gerçeği göremeyen bir aptal. Onunla oturup ne kadar şişko olduğu hakkında konuşmak isteyeceğimi düşünürken başımı çevirmemle camekandan yansımamı görmemin bana gerçekleri hatırlatması iyi oldu. Benim o kızdan farkımın olmadığını görmüştüm. O benim iki katım falan değildi. Kaldırımın ortasında duraksayıp henüz açılmamış olan turuncu kapılı butiğin camekanındaki yansımama bakıyordum, kenardaki uzun, ince ve şekilsiz bacaklara sahip mankenleri gördüm. İncelerken düşüncelerim zihnimin duvarlarına çarpıyordu. Mantıklı düşünemiyordum. Düşünmekte istemiyordum. Şimdi olmazdı. Şu an kendimi üzmek istemiyordum. Gerçekler acıydı. Ama şu an bunun sırası değildi. Gözlerimi kapatarak ilerlemeye devam ettim. Caddenin sonundaki yokuşun aşağısında yeşil gri binayı görünce derin bir nefes aldım. Okula gidiyordum. Amacım kimseyle kavga etmek değildi, sakin bir gün geçirmeyi umuyordum. Okulun kalın kolları andıran gri demir parmaklıklı kapısının önünde bekleyen bir grup vardı. Kim olduklarını anlamak zor değildi. Başağın fosforlu yeşil montu burada olduğunu haykırıyordu zaten. Yanındaki arkası dönük uzun çocukta muhtemelen Kaan'dı. Nemli gözlerimle bir süre onları izledim. Bekliyorlardı, gelen geçenlere aldırmadan başka birini bekliyorlardı. Bendim. Bekledikleri bendim. Telefonuma bakmak istediğimde aklıma telefonumu yanıma almadığım geldi. Telefonumu evde unutmuştum. Bugünün şansız bir gün olduğu kendini iyiden iyiye belli ediyordu. Okula arka kapıdan girmeye karar verdim. Otoparkın kapısından girersem onlarla karşılaşmazdım ama şöyle bir sorun vardı ki o lanet kapı nadiren açık olurdu. Belki atlardım. O göbekle yürüyebildiğine şükretmen gerekirken sen atlamayı mı düşünüyorsun? İğneleyici iç sesime kulak asmadan binayı çevreleyen kocaman bahçenin dış duvarının ardına saklanarak arabaların arasından geçtim. Otoparkın kapısı açık değilse bile ya açacaktım, ya da atlayacaktım. Hatta belki bir öğretmenin gelmesini beklerdim ve onunla beraber içeri girerdim. Bu fikrim bana da mantıklı gelmişti ama dersin başlamasına az bir süre kalmıştı, tahminime göre bütün öğretmenler okulda olmalıydı. Kapıya yaklaştıkça içeri girmekte olan eski ama bakımlı mavi bir Ford gördüm. Bu fizik hocamızın arabasıydı. Koşmaya başladım. Otomatik kapı açıkken bende girecektim. Kalbim ağzımdan fırlayacakmış gibi bir hale gelene kadar hızlandım, kıl payı içeri kendimi attım. Çok heyecanlanmıştım. Kalbim yeni alınmış bir davulmuşcasına atıyordu, ciğerlerime asılan bir kedi yavrusu varmış gibi hissediyordum. Kısacası, nefes alamıyordum. Ellerimi dizlerime koyup yere çöktüm. Boğazım yanıyordu, içime çektiğim soğuk hava boğazıma kor etkisi yapmıştı. Kendime gelebilmem üç dakika kadar sürdü. Şişko olmanın zararları... Ayağa kalkıp silkelendim, telaşla okulun içerisine doğru gitmeye başladım. Kapıdan içeri girdiğimde okulun gürültüsü kulaklarımı okşadı. Merdivenlere yöneldim. Yavaşça çıkacaktım. İkinci bir nefes darlığı istemiyordum. Bugünlük kotamı doldurmuştum. Bıkkın bir edayla merdivene ilerleyip trabzanı tuttuğumda arkamdan gelen sesle irkildim. "Nereye gidiyorsun şişko?" Nefesimi tuttum. Sesin sahibini adımı bildiğim kadar iyi biliyordum. "Ne istiyorsun Tuana?" Arkamı döndüğümde Tuana'yla aramızda 10 santimetre kadar bir mesafe olduğunu gördüm. Arkası kalabalıktı. Kaan, Başak, Ömer, Berke, Berfin... Ben ise tektim. "Ah, dalga mı geçiyorsun? Ne istediğimi mi soruyorsun?" Dedi Tuana. Aslında evet, aynen öyle demiştim. "Evet gerizekalı. Söylediklerimi duymadın mı?" Bunu derken hangi cesaretle konuştuğumu bilmiyordum. İçimde titrerken bunu dışarıya hiç yansıtmadan dimdik duruyordum. Berfin konuyla hiç alakası olmamasına rağmen bana "sen bizimle tuvalete gelsene" dedi. Ona ne diyebilirdim ki? Duymak istediğini söyle. Ama böyle yaparsam başım derde girerdi. Böyle düşünmeme karşın dudaklarımdan dökülen sözcüklere hakim olamadım. "Ne söyleyeceksen burada, herkesin önünde söyle." Yüzü ifadesizdi. Konuşacağını sanmıyordum ki Başak söze karıştı. Ne dediğini tam hatırlamıyorum, o yaptığımın yanlış olduğuyla ilgili bir şeyler fısıldarken bende dahil olmak üzere herkes Tuana'nın havaya kalkan koluna odaklanmıştı. Sanki oradaki ben, ben değildim. Vücudumdan dışarı çıkmıştım ve olanları izliyor gibiydim. Tuana'nın havaya kaldırmış olduğu ince kolu ağır çekim halinde benim tombul yanağıma indi. Kaan ve Ömer boğulurcasına gülerken Berfin, Başak ve Tuana savaşı kazanmış hükümdar gibi gülümsüyordu. Dizlerimin çözüldüğünü hissettim. Akan gözyaşlarım tokadın etkisiyle ateş basan yüzümü ıslatıyordu. Geriye doğru yattım, daha doğrusu devrildim. Kendime hakim olamıyordum. Bej rengi duvarlar hiç durmaksızın akan gözyaşlarım nedeniyle grileşmişti. Önümdeki kişileri değil, silüetlerini görüyordum. "Abi baksana nasılda patlattı", "Tuana öldürdün mü kızı acaba", "ya bırakın şu şeyi ya". Alaylı gülüşler, kıkırdamalar, benimle ilgili yapılan hadsiz yorumlar... Çevreme toplanan ve yanımdan geçip gidenlere bakamıyordum. Merdivene yayılarak oturmuştum ve hıçkırarak ağlıyordum. Ayağa kalkmaya çalıştım. Burayı terkedecektim. Herkesten, ama herkesten nefret ediyordum. Benim ayağa kalkmaya çalıştığımı gören Kaan yanıma doğru yaklaşıp omzuma bastırarak beni merdivene geri itti. "Kaan sen ne yaptığını sanı" diye başladığım cümlem karnıma yediğim tekmeyle son buldu. Kimden geldiğini görmemiştim, sadece mat kırmızı botları görebilmiştim. Yüzüstü yere düşmeden önce son gördüğüm şey bu olmuştu. Karnıma değil, diyafram tarafıma vurulmuştu sanırım, nefes alamıyordum. Nefes... Karanlık... Futbol topu... "Ne diyorsun sen?" Gelen bu soruya futbol topu cevabını verdim. "Kendinden geçti galiba" dedi birisi. Gözlerimi açamıyordum. Merdivenlerin tam önünde yere boydan boya serilmiştim. Çantam ve içerisindekiler merdivenin her köşesine saçılmıştı ve gelen geçen kitaplarımın, kalemlerimin ve makyaj malzemelerimin üzerine basıyordu. Montuma rağmen yerin soğukluğunu hissediyordum. Belki yüzüm yere değdiği içindir. Hiçbir şey düşünemiyordum. Tek duyduğum şey gülüşmelerdi. Kaç kişi olduklarını bilmiyordum. Ortamın baya kalabalıklaştığının farkındaydım. Birileri video çekiyordu, bununda farkındaydım. Yerden kalkmak istedim. Yüzüm yere doğru bakarken kollarımla yeri tutarak ayağa kalkmaya çalışmamla yüzüme bir tekme daha yemem bir oldu. Burnumdan kan boşanmıştı, umrumda değildi. Hiçbir şey umrumda değildi. Buradan çıkınca her şeyi düşünecektim. Gözlerimi kapadım. Konuşulanları dinliyordum.
"Şuna baksana kıyıya vurmuş balinayı andırıyor."
"Bize sataşmayacaktı."
Bu ve bunun gibi söylenen şeyler umrumda değildi. Şu an umursadığım Kaan'ın o ölçüsüz kahkahalarıydı. Kaan'ın kahkahaları hep böyleydi. Tıpkı bir çocuk gibi özgürce gülerdi. Gülüşleri tutsak olan insanlardan değildi ve bu onun hakkında en çok sevdiğim şeylerden biriydi. Ama şu an onun bu gülüşleri canımı en çok acıtan şeylerden biriydi. Burnumdan akan kan ağzımdan içeri giriyordu. Dişlerim, dudaklarım, çenem, boynum... Her yerim kan olmuştu. Son kez trabzanlardan yardım alarak ayağa kalkmaya çalıştım. Bastığım yeri göremiyordum. Diyaframım kasılıyordu, zor nefes alıyordum. Konuşacak halim kalmamıştı. Tekmelerden birisi boşluğuma gelmişti galiba. Cesaretimi toplayıp nemli gözlerimi açtım ve arkama dönüp manzaraya baktım. Tuana fazla bakmama fırsat vermedi. Saniyeler içerisinde burnumun dibine kadar geldi. Mantıklı düşünemiyordum. Aslında şu an hiçbir şey düşünemiyordum. O konuşurken gözlerimi tekrar kapadım. "Bir daha bana bulaşma" dedi. Yorgun bir şekilde onayladım. Hepsi yanımdaki merdivenden gülerek çıktı. Benim hakkımda yapılan şakalar sürüyordu. Neden şu ana kadar buradan hiç öğretmen geçmemişti? Aslında geçmemiş olması benim açımdan daha iyiydi. Durumu annemlere açıklamak istemezdim. Başımı sağa çevirerek lekeler içerisindeki merdivene saçılmış eşyalarıma baktım. Çoğu kitabım ve defterim kullanılamayacak haldeydi. İç çektim. Titreyen bir sesle ah Akasya dedim. Ah Akasya, bunların hepsi senin suçun. Evet. Öyleydi. Bunların hepsine izin vermiştim. Bir sürü şey yaşamıştım ama asıl beni üzen son gördüğüm manzaraydı. Onlar merdivenden çıkarken gördüğüm manzara. Tuana'nın belinden tutan Kaan. Birlikte çıkıyorlardı. Bunu düşünmek istemiyordum. Bunu daha sonra düşünecektim. Şu an için yapmam gereken başka şeyler vardı. Mesela yüzümdeki kurumakta olan kanı temizlemek. Derin bir nefes alarak yavaşça eğildim, yerdeki şeyleri çantama doldurmaya başladım. Savaş, henüz yeni başlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
STARVE
ChickLitBu kitap günümüz kızlarının genelinde bulunan bir psikolojik rahatsızlığı ele alıyor. Anoreksiya nervoza. Kısaca anoreksiya, yemek yeme bozukluğudur. Bu hikaye size son derece sıradan ama bir o kadarda yüzeysel olmaktan uzak bir anoreksik kızı anlat...