Yediğim dayaktan sonra eşyalarımı toplayıp okuldan nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Eve hızlı hızlı yürürken yere nasıl düştüğümü hayal meyal hatırlıyorum. Evin kapısını açarken kapının pervazına çarpıp dudağımı patlatmamın üzerinden çok geçmemiş olmasına rağmen çok hatırlamıyorum. Yaşananlardan sonra gerisini hatırlamaya çalışmam kafamı akvaryuma sokup dışarıyı görebilmeye çalışmak gibiydi. Bulanık, kirli... Fakat çok net hatırladığım ve 45 yaşında 2 çocuk sahibi bile olsam hatırlamaya devam edeceğim şeyler vardı. Herkesin ben dayak yerken gülmesi, kimsenin engellemeye çalışmaması, o zayıf gerizekalıların yüzündeki zafer ifadesi... Eve gelir gelmez ilk işim duvarın önüne bir sandalye koymak olmuştu. Bej sandalyenin üzerine dizlerimi karnıma çekerek oturmuştum, iki elimi dizlerimde birleştirmiştim. Düşünüyordum. Düşünmem lazımdı, düşünmem ve olayları gözden geçirmem önemliydi. Bana haksızlık etmişlerdi, bana acı çektirmişler, benimle dalga geçmişlerdi. Hepsine bunu ödetecektim. Bana bunu yapamazlardı. Sana bunu yapamazlar, buna izin verme. Buna izin vermeyecektim. Kendime bir düzenleme yapmam lazımdı. Eleştirilen, dalga geçilen her şeyi değiştirecektim. Kilomu, saçlarımı, kıyafetlerimi... Nereden başlamam gerektiğini bilmiyordum, ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum. Düşmüştüm ve tek başımaydım. Ayağa kalkmak zorundaydım. Düştüğümde bana tekme atanların tek tek intikamını almalıydım.
Kollarımdan destek alarak iskemleden tek hareketimle ayağa kalktım. Odanın yüksek tavanına doğru bakarken aynaya doğru ilerledim. Saçlarım uzasa daha iyi olurdu, kaşlarımın şekli bozuktu. Alınsa düzelebilirdi. Ensemde ve alnımda küçük küçük saçlar vardı. Bebek saçı deniyordu bunlara sanırım. Onları da almam lazımdı. Vücudumla ilgili itici detayların üzerinde durmadım. Zaten kilo verecektim. Ama bunun daha hızlı olması lazımdı. Sporda yapacaktım. Youtube'da bununla ilgili milyonlarca video vardı, internet devasa bir çöplük olduğu için istediğimi bulabileceğimi biliyordum. Bunu araştırmayı kafama not ettikten sonra tarz değişikliği yapmam gerektiğini düşündüm. Diğer kızlar gibi olmamalıydı, farklı ama çok dikkat çeken bir şey olmalıydı. Aynanın yanındaki beyaz dolabımın büyük kapağını açtım. Kolumla dolabın hala gıcırdamakta olan kapağını tutarken düşündüm. Zaten kıyafetlerimin çoğunu giymiyordum, giymediklerimi satmam nasıl olurdu? En fazla 2-3 defa giymiş olduğum kıyafetleri ayırıp satabileceğim bir site araştırmayı da kafama not ettikten sonra yeni tarzım hakkında düşünmeye başladım. Yere oturmuştum. Eve geldiğimden beri düşünüyordum zaten. Yüzümü bile yıkamamıştım. Ellerimi yağ fışkıran yanaklarıma dokundurunca kurumuş kanı ellerimde hissettim. Ayağa kalkıp yüzümü yıkamaya gittim. Dudaklarım parçalanmıştı neredeyse, kesik kesik soluyordum. Burnumla aynı düzeyde olan dolabın üzerindeki aynadan görebildiğim kadarıyla saçlarımda dağılmıştı. Duşa girmek istediğim için sıcak suyu açtım. Usulca üzerimdekileri kapının kenarına koyarak acelesiz hareketlerle dolmakta olan küvetin içerisine girdim. Küvetin içerisinde uzanır durumdayken duvara bakıyordum. Duvardaki rafta renk renk şampuanların arasındaki keseyi gördüm. Elim keseye uzandı. Bir kaç dakika içerisinde her yerimi keseleyerek kıpkırmızı etmiştim. Sanki yaşadıklarımı atmamı sağlıyormuş gibi hissediyordum, derim soyulmuştu, her yerim alev alev yanıyordu. Soğuk suyu açtım. Yaklaşık 15 dakika buz gibi akan suyun altında durdum. Bu benim cezamdı. Cezalandırılmayı haketmiştim. Şişko kızlar cezalandırılmayı hakeder. Evet, şişko ve arkadaşları tarafından dövülen kızlar bunu hakeder. Olanlara izin vermiş olmamın cezasını çekerken artık yettiğine karar verdim ve suyu kapadım. Eski bir araba motoruymuşcasına titriyordum. Ayaklarımı sudan çıkarıp tüylü halıya koydum. Bornozumu hızlıca sırtıma geçirdim, titremem hala geçmemişti. Odama geçip giyinmemi tamamladığımda ancak ısınabilmiştim. Yorgundum. Uyumak istiyordum. Yarın için bir sürü ödev vardı fakat umrumda değildi. Yatağa doğru atlayarak yorganın içerisine girdim. Yumuşacık yorganıma sarılırken saçma düşüncelerin zihnimi sarmasınam izin vermeden kendimi uykunun güvenli kollarına bıraktım.
Gözlerimi açtığımda odam karanlıktı. Akşam mı oldu acaba diye düşünürken yatağımın yanındaki çekmecenin üzerinde duran dijital saatime baktım. Ne!? 05:24 mü? Neden kimse beni uyandırmamıştı? Uykumu aldığımı hissediyordum, birden karnım açlığımı vurgulamak istercesine guruldadı. Uzun bir süredir açtım. Bu güzel bir şeydi, mutlu hissettiriyordu. Açlık midemden zihnime doğru tırmanırken etrafa agresiflik ve sinir yayıyordu. Yataktan kalktım. Çantamı hazırlayıp giyeceklerimi çıkardım. Yapacak bir şey yok gibiydi. Bende anı değerlendirmek için spor yapmaya karar verdim. 120 saniye boyu jumping jacks yapacaktım. 35 saniyeden fazla sürdüremedim, kalbim ağzımdaymış gibi atıyordu ve çok gürültü çıkarmıştım. Yere çöktüm, kulaklarım uğulduyordu. Gülümsedim. Bunlar, işe yaradığının göstergesiydi. Bir adım daha, bir adım ve birkaç adım daha. Böyle böyle hedefe varacaktım. Gururla gülümsedim. Ayağa kalkıp zihnimde saydığım saniyeler, sayılar birbirine girene, dizlerim tutmaz hale gelene kadar zıpladım. Başım çılgınlar gibi dönüyordu, gözlerim geriye doğru kayıyordu. Kendimi sırtüstü yatağa attım. Çok mutlu olmuştum. Nefes alışverişim düzene girmesini beklerken birazda ip atlasam iyi olur diye düşündüm, ya da mekik çekerdim. Her ikiside iyiydi. Ayağa kalkıp zıplamaya başladım, ipim yoktu ama o varmış gibi düşünebilirdim. 3 kere yüze kadar saydıktan sonra sayıları karıştırdığımı anlayarak durdum. Alnımdan terler akıyordu. Başarının kendini bana gösteriş şekliydi bu. Bu iradeydi. Bu güçtü. Ben güçlüydüm. Ben zayıflayacaktım. Ben, neredeyse 70 kilo olan ama aynada 300 kilo gibi gözüken Akasya, zayıf bir kız olacaktım. İnsanlar bana bakınca iç çekecekti. Ah keşke şöyle zayıf olsaydım. Sonra kendi şişko gövdelerine bakıp utanacaklardı, utanmalıydılar. Herkesin bunun farkına varması lazımdı. Şimdilik insanlara zayıflık konusunda ilham perisi olmayı düşünmek yerine kendime odaklanmam lazımdı. Aynanın önüne geçtim. Son zamanlarda bunu çok sık yapıyordum. Aynanın önünde, her bir yerimi incelemek. Hiçte bana göre değildi ama yapıyordum işte. Aklıma eskiden sürekli aynaya bakma ihtiyacı duyan kızları eleştirdiğim geldi. Güldüm. Farkında olmadan yüksek sesle "Tanrı kullarına tükürdüklerini yalatmayı sever." dedim. Bu nereden aklıma gelmişti, neden yüksek sesle konuşmuştum? Aldırmadan ayağa kalkıp masama ilerledim, telefonumu el yordamıyla bulup sandalyeye yaslanarak telefonumu açtım. Whatsapptan gelen mesajları görmemek için direkt uygulamayı sildim. Gülümsedim. Yeni hayat düzenime uyuyordum. Bu düzenin kurallarından biriside beni üzen şeyleri ortadan kaldırmaktı. Bende öyle yapmıştım. "Peki arkadaşlarını ne yapacaksın?" bu düşünceyi zihnimin sonra düşünürüm bölümüne iteledim. Bunlar, şu an düşünmem gereken şeyler değildi. En azından ben öyle düşünüyordum.
Birkaç saat sonrasında okula gitmek için hazırlanırken tüm hücrelerim "gitme" diye haykırıyordu. Başka seçeneğim yoktu. Sabah spor yapmanın verdiği taze sevincimin yerini okula gidiyor olmanın verdiği huzursuzluk hissi aldı. Umursamamaya çalıştım. Acıkmıştım, açlık kendini iyiden iyiye hissettiriyordu. Karnım gurulduyordu. Bunu önlemek için ne yapmalıyım sorusuna cevap aramak için zihnimi karıştırmaya başladım. Basit bir mantık yürüterek cevaba ulaştım. Karnım neden gurulduyor? Boş olduğu için. Onu nasıl doldururum? Bir şeyler yiyerek ya da içerek. Doğruydu, bir şeyler yiyemeyeceğime göre bende bir şeyler içerdim. Kilo almamı sağlamayacak bir şeyler. Su bunun için biçilmiş kaftandı. Hızlıca mutfağa gidip çekmeceleri karıştırmaya başladım. Eski mor suluğumu arıyordum. Tam bulabileceğimden ümidi kesmiştim ki annem ne aradığımı sordu. Suluk dedim. O da bana suluğumu verdi. Kedi olalı bir fare tuttu düşüncesi zihnimden geçti, sırıtmaya başladım. "Neye sırıtıyorsun sen?" sorusuna gülmemi bastırmaya çalışarak uzun soluklu bir hiç cevabını verdim. Mutfaktan çıkmadan önce suluğumu doldurdum. Artık hazırdım. Dışarı çıkabilirdim, okulda ne yiyeceğimi düşünmeme gerek yoktu. Cevap belliydi, hiçbir şey. Peki ya açlığım dayanılmaz olursa ne yapacağım? O zaman sakız çiğnersin. Makul bir fikirdi. Evden çıkmadan önce anahtarları koyduğumuz ama içinde parada bulunan küçük kutudan birazcık para aldım. Gerekirse diye. Aklımda yeni bir şeyler alma fikri vardı. Gülümseyerek elimi cebime atıp küçük pembe şişemi çıkardım. Ona şimdi ihtiyacım vardı. Onu çok nadiren alırdım, o da çok gerekli olduğu zaman. Şu an çok gerekli değildi aslında fakat O'nun çok güzel bir faydasını öğrenmiştim. Küçük pembe şişemin içerisindeki toz hedefime giden büyük beyaz kapıyı açan anahtar olabilirdi. Bu zayıflamamı sağlayabilirdi. Hem şimdi alırsam cesaretimde yerine gelirdi. Tekrardan mutlu olmuştum. Mutlu olmak güzeldi. Fakat şişemle evde oynayamazdım. Risk almayı sevmezdim. Bana göre risk gereksizdi, bu yüzden işimi evden çıkınca görecektim. Ayakkabılarımı hızlıca ayağıma geçirip anneme kısaca veda edip evden fırladım. Okula giderken taksi çağırmak yerine yürümeyi yeğledim. Yürümek iyidir.
Okula giderken yol boyunca müzik dinlemiştim, zihnim açılmıştı. Berrak düşüncelerle okula girdim. Yüzümdeki umursamaz sırıtışı tuvalete varana kadar korumak istiyordum. Tuvalete geçip kapının arkasına yaslandım. Bir çizgi işimi görürdü. Sadece bir çizgi. Azalmazdı da, baş ağrısı da yapmazdı. 3 dakika sonra tuvaletten çıktığımda zihnim bir kuş kadar hafifti. Rahatlamıştım. Sanki kötü düşüncelerin zihnime girmesini engelleyen bir filtre takmıştım. Gülümsedim, istemsizce. Pink shit'i bu yüzden seviyordum. Hoş, o pembe değildi, fakat ona pink shit derler. Gözlerimin etrafa dumanlanmış gibiydi, bu huzura ermeme az kaldığının bir belirtisiydi. Şu an düşünebiliyordum, lakin kontrolum elimde değildi. İyi olanda buydu. Sınıfa doğru ilerlerken kapıda Tuana'yla gerizekalı arkadaşlarını gördüm. İstemsizce kahkaha atınca onlarda dahil tüm koridor bana döndü. Neyi gülüyorsun der gibi bakıyorlardı, sallana sallana yürüyerek Tuana ve Başağın yanından geçerek sınıfa girdim. Botum eşiğe takıldı, neredeyse yere düşüyordum. Bu daha çok gülmeme neden oldu. Şimdide sınıftaki gözler bana dönmüştü. Ben ağlarcasına gülerken bana delirmişim gibi bakıyorlardı. Sırıtarak Kaan'ın masasına doğru yürüdüm. Tuana ve Başak'ta içeri girmişti. Arkamdan geldiklerini görmesemde biliyordum. Kendimi ezdirmeyecektim. Bunu yapamazdım, hoş zaten pink shit buna izin vermezdi. Yüzünü onlara çevir. Arkamı döndüm. "Vay vay, kimleri görüyoruz." dedi Tuana. Ona baktım. Dudaklarımdan dökülen sözcükleri ben söylemiştim. Fakat söyleyenin ben olmadığım belliydi. "Kimi gördüğünden eminsen çekil şuradan" Yüzünde oluşan ifadeyi anlatmama imkan yok. Tıpkı yaşadığım rahatlığın tarifinin olmadığı gibi. Pink Shit ve Faydaları... Tuana bana ne saçmaladığımı sordu, dilediğimi söyleme özgürlüğüm olduğunu hoş olmayacak sözcüklerle ona belirttim. Bu sırada başak "Sen biraz daha dayak istiyorsun sanırım" dedi. Dudaklarımı açıp beni sonradan pişman edeceğini bildiğim, fakat söylememe engel olamayan o sözleri söyledim. "Cesaretin varsa biraz daha dövsene hayatım" Şaşkınlıkla açılan ağzını çabucak kapayan Başak kendini toparladı ve bana doğru harekete geçti. Tuana'yı iterek bana doğru yaklaşıyordu ki elimin tersiyle onu ittim. Evet, ben Başağı çöpmüşcesine ittim. Arkadasındaki sıraya çarptı, kitapları düşürdü. Asıl şimdi tüm gözler üzerimizdeydi. Aldırmadım, umrumda değildi. Bakmak isteyen bakabilirdi. Geçin hanımefendi, girişler sağdan. Tuana bana doğru atılıyordu ki onu omzundan tutarak yere eğdim, o kollarımın altındayken tüm ağırlığımı üzerine verdim. Attığı çığlık duyulmaya değerdi, hayatımda duyduğum en güzel çığlığın bu olduğuna karar verirken bu sesin daha sonradan rüyalarıma gireceğini biliyordum. Sınıftan sesler yükselmeye başlamıştı. Ah ama hayır... Bu, daha yeni başlamıştı. Kontrolümü kaybetmişim gibi hissediyordum. Sanki hayatımı bir araba sürer gibi kontrol ediyordum ve direksiyondaki ben değildim. Fakat olsun, şoför benden daha iyi bir sürücüydü. Pek umursamadan Tuana'nın haykırışlarını dinledim. Artık üzerinde tamamen oturmaktaydım. Beni çekmeye çalışanlar olunca sinirle ayağa fırladım. Gözüm dönmüştü, midem bulanıyordu. Ayağa kalkıp beni arkadan kaldırmaya çalışan kişiye döndüm. Berfin'di bu. Baştan aşağı onu süzünce kırmızı botlarını gördüm. Yüzüme tekme attığı şu kırmızı botlar. Gülümsedim. Deli gibi gözüktüğümü tahmin edebiliyordum. Gülümsememi genişleterek Berfin'e doğru bir adım attım. Sahne güzeldi, Berfin tam konuşacakken gözüne attığım yumruk ise daha da güzel. Herkesten eşit düzeyde bir "hiiii!" sesi çıktı. Şımarık bir edayla etrafımda döndüm. "Var mı başka isteyen?" Kimsenin soluğu çıkmadı. "Tamda düşündüğüm gibi" diyerek yürüyüp kapıdan çıkacağım yolda duran Kaan'a sertçe omuz atarak sınıftan çıktım. Zil çalmış olduğu için koridor boştu. Bizim dersimizin boş olduğu bir olasılıktı, boş olmasa bile bu derse girmeyecektim zaten. Arkamdan gelen ayak seslerini duyunca düşüncelerim bölündü, arkama döndüm. Kaan'dı bu. "Ne var" diyerek kükredim. Kaan "Hayvanlaşmaya başladığının farkında mısın? Sen böyle değildin." dedi. İçimden gelen kahkaha patlatma isteğini dudağımı ısırarak bastırdım. "Ne saçmalıyorsun be?" Cevap vermedi. Veremezdi. Arkamı döndüm. "Sevgilime karşı tavırlarına dikkat et" dedi. Sevgilim. Tavırlar. Dikkat etmek. Tüylerim diken diken olmuştu. Midem kor yutmuşum hissi vererek yanıyordu. Yüzümün ateş gibi kıpkırmızı olduğunu hissediyordum. Toz etkilerini göstermeye başlamıştı. Başımın döndüğü ise uzun bir süredir vardı. Arkamı dönmeden sordum. "Sevgilin?" Bu soruma Kaan'ın cevap vermesi gerekirken küçük bir sıçanın, Tuana'nın sesini duydum. "Evet, benim." Ve aynı zaman içerisinde ellerini ensemdeki saçlara geçirmişti. Beni saçlarımdan tutarak aşağı çekmeye çalışıyordu. Bugün değil, hayır bugün beni dövemezdi. Buna izin vermeyecektim. Dudaklarımı ısırarak saçımı tutan koluna uzandım. Onu kendime çektim. Orada o sinirle onu öldürene kadar dövebilirdim ama Kaan'ın sözleri beni durdurdu. "Yeter artık Akasya. Tuana'yı kıskanmayı kes. O senin dengin değil." Demek Tuana'yı benimle kavga etmeye bile yakıştırmıyordu. Demek o benim dengim değildi. Haklıydı, Tuana benden kat kat üstündü. Onu kıskanma hakkına bile sahip değildim. O sırada Tuana'yı sertçe yere itip yangın merdivenine kadar koştum. Tozun etkiside buraya kadardı işte. Gözyaşlarıma engel olamamıştım. Sarsıla sarsıla ağlıyordum. Birkaç dakika sonra rahatladığımı hissedince sustum. Merdivenlerdeydim. Yangın merdivenlerinde hemde. Buraya giril yasaktı. Çünkü bu sıradan bir yangın merdiveni değildi. Okulun içerisinde değil, dışarısındaydı. Hani şu demir merdivenlerden bahsediyorum. Orada ağlamamı durdurduğumda tüm makyajımın akmış olduğunu tahmin ediyordum. Gidip yüzümü yıkayacak, sonra sınıfa gidecektim. Birinin benim hakkımda konuşmaya cesaret edeceğini sanmıyordum. Eğer olursa karşılığını verirdim. Yüzümü yıkamaya gitmeden önce merdivenlerde biraz daha oturmaya karar verdim. Sertçe esen rüzgar yanaklarımdaki gözyaşlarını kurutmuştu. Birden omzuma birinin dokunmasıyla ayağa fırlayıp demirlere çarpmam iki saniye içerisinde gerçekleşti. "Şşt! Korkma benim sadece" dedi. İyi ama sen kimsin be? diye düşünürken ben o düşüncelerimi okumuş gibi "Ben Atakan." dedi. Atakan. Atakan'ı tanıyor muydum? Hayır. Daha önce görmüş müydüm? Hayır. Fakat aynı okuldaydık. Görmemiş olmam kulağa saçma gelebilir ama sınıftan çok çıkmam ve ne o ne de ben çok dikkat çekecek tipler değildik. Peki ama ders saatinde burada ne işi vardı? Bunu ona sordum. Sigara için çıktığını söyledi. Bu çocuk salak mıydı? Gülesim gelmişti. Zaten sinirliydim. Ona patlamak istemiyordum ama yine de sordum. "Neden bahçede içmiyorsun sigaranı? Ayrıca dersten nasıl çıktın?" sorularımı dinledi. Cevabı net ve açıklayıcıydı. "Sana ne" Sinirle iç çektim. Bu çocuk muhtemelen 12. sınıftı ve egoluydu. Sigara içiyorum demişti, elinde sigara yoktu. Kalkıp gidiyordum ki bana "Hey siyah suratlı kız, sigara ister misin?" diye sordu. Ne. Siyah. Suratı. Bir dakika doğru, makyajım akmıştı. Ona doğru döndüm. Bir sigara iyi olurdu diyerek düşüncemi söyledim. Binaya geri dönmeden önce olanları bir kere daha gözden geçirmem iyi olurdu. Sigara içen biri değildim ama şu an iyi gelebilirdi. İçmiyorsan iyi geleceğini nereden bilebilirsin? İç sesime kulak asmadan Atakan'ın verdiği sigarayı aldım. Tam bu sırada merdivenin kapısı gürültüyle açıldı
ŞİMDİ OKUDUĞUN
STARVE
ChickLitBu kitap günümüz kızlarının genelinde bulunan bir psikolojik rahatsızlığı ele alıyor. Anoreksiya nervoza. Kısaca anoreksiya, yemek yeme bozukluğudur. Bu hikaye size son derece sıradan ama bir o kadarda yüzeysel olmaktan uzak bir anoreksik kızı anlat...