Ah evet, kilo vermeliydim. Bu düşünce zihnimde dönüyordu. Boğazım tıkanmıştı, nefes almakta zorlanıyordum. Nerede olduğuma bakmadan koşmaya devam ettim. Yanımdan geçen insanların üzerilerinde barındırdıkları renkleri görüyordum sadece. Sarı, kırmızı, mavi... Son sürat yanından geçtiğim marketler, butikler... Hepsi bildiğim, hemen hemen her gün önünden defalarca geçtiğim yerlerdi. Mevsimi umursamadan her daim dondurmamı aldığım sürekli aynı sarı önlüğü takan, pembe kapısı ve pembe rengi ağırlıklı döşenmiş dondurma dükkanının sahibi Hüseyin Amca'nın dondurmacısının önünde durdum. Daha doğrusu durmak zorunda kaldım. Kan ter içerisinde kalmıştım. Uzun bir süredir koştuğum için karnımın ağrısı yüzümü buruşturdu. Yere eğilmek zorunda kalmıştım. Çevremdeki kişiler kaçamak bakışlarla bana bakıyorlardı. Bunun beni utandırması gerekirdi sanırım. Ama utanmadım. Kırmızı tuğlalardan destek alarak ayağa kalktım. Nefes alışverişim düzelmeye başlamıştı ve kalbim yavaş yavaş normal atıyordu. Eve doğru yürümeye devam ettim. Cadde giderek kalabalıklaşıyordu, hiçbir şey düşünmeden hızla yürümeye çalıştım. Olanlar aklıma gelince gözlerim doldu. Ağlamamak için dudağımı ısırdım. Canımın acısına aldırmadan gri kaldırımlarda yürümeye devam ettim. Hızlandırılmış adımlarıma rağmen sanki eve varamıyormuşum gibi hissediyordum. Düşünmeye başladım. Acaba neden kiloluydum, ve neden bunu daha önce farketmemiştim? Tam bir yağ tulumuydum. Her yerinden yağlar fışkıran, kabinde iki saat bir kıyafeti giymek için zaman harcayan, her zaman bir büyük bedeni isteyen, önüne gelen her türlü yiyeceği zaman ve yere aldırmadan yiyen şişko bir ayıydım. Nasıl kilo verebileceğimi bilmiyordum. Kilo vermeliydim. Diyet yapmak istemiyordum, diyet yapmak için yeterli gücüm yoktu. Yemek yemeyi kesebilmek için fazla iradesizdim. Nasıl yapacağımı bilmiyordum ama bir çıkış yolu bulacaktım işte. Bunca zaman bunu düşünmemiş olmam hataydı. Telefonum çalıyordu. Zil sesim kulaklarımı doldururken bu şarkıyı ne kadarda çok sevdiğimi hatırladım. Lana del rey, without you. Şarkıyı mırıldanırken evimizin olduğu sokağa saptım. Annem evden çıkmış olmalıydı. Okula gitmediğimi bilmiyordu, sözde arkadaşlarımda eve gittiğimi bilmiyordu. Binanın girişine varınca duraklayıp düşündüm. Sanırım yapılacak en doğru şey yukarı çıkıp ağlamak ve ağladıktan sonra nasıl kilo verebileceğimi araştırmaktı. Kırmızı taban üstüne beyaz çiçeklerle desenli olan çantamdan powerpuff girls anahtarlığımı çıkardım. O anahtarlığı yıllar öncesinde Akçay'da çarşıdan almıştım ama hala kullanıyordum. Yorulmuş bacaklarımı daha fazla zorlamak istemediğimden dolayı merdivenlerden ağır bir şekilde çıktım. Zaten eve gitmek için bir acelem yoktu. Bizim katımıza ulaştığımda çok yorulmuştum. Ter kokuyordum ve saçlarım yüzüme yapışmıştı. Yüzümü göremesem de yağla kaplı olduğu için sarkan yüzümün kıpkırmızı olduğuna emindim. Huzursuz bir şekilde kapıyı açtım. Duşa girip biraz düşünmek ve rahatlamak istiyordum ki koridordaki büyük boy aynasında kendimi gördüm. Basenlerimi, katlanmış göbeğimi, kollarımdan sarkan yağları, yüzümün bulldog gibi gözükmesine neden olan yağ birikintisini gördüm. Omzuma asmış olduğum kırmızı taban üzerine beyaz çiçek desenleri olan çantamı yere fırlattım. Bordo hırkamı atik hareketlerle çıkararak çantamın yanına, yere fırlattım. Üzerimdeki siyah kazağı olabildiğince sakin bir şekilde çıkarırken gözlerimi aynadaki yansımamdan alamıyordum. Gözlerimi aynadan çekmeyerek kazağı yere bıraktım. Eteğim bacaklarım ve ellerimin yardımıyla saniyeler içerisinde çanta, kazak ve hırkanın yanındaki yerini aldı. Üzerimde sadece kilotlu çorabım ve atletim vardı. Üzerimde kalanları çıkartmama gerek yoktu. Zaten net bir şekilde neyin ne olduğunu görebiliyordum. Şişkoydum. Hayatımda gördüğüm en şişko kişiydim. Saçlarımı toplamak istedim, yüzümü netçe görmeye ihtiyacım vardı. Saçlarımı ellerimle ensemde birleştirdim. Boynumdaki yağlar, yani gıdım tüm acınasılığıyla önümdeydi. Koyu kahverengi, göğsümün hemen altında olan saçlarımı serbest bıraktım. Görüşümün buğulandığını farkettim. Ağlıyordum ama ağladığımı farketmemiştim. Gözyaşlarım yanaklarımdan aşağı yuvarlanırken eğilip yere fırlattığım eşyalarımı aldım. Beyaz tavşan kulakları olan terliğimi giyip sakince odama doğru ilerledim. Hiçbir şey düşünmüyordum. Odamın beyaz ahşap kapısını sertçe tekmeleyerek açtım. Ayağım sızlamıştı, ama bunun bir önemi yoktu. Yerde dağınık olarak bulunan kıyafetlerimin arasına kucağımda taşımakta olduğum şeyleri bıraktım. Beyaz ahşap dolabımın kapağına sonradan asmış olduğumuz boy aynasına baktım. O ayna oraya ait değildi. O, başka bir yerde durmalıydı. Onu her yerden kendimi görebileceğim bir yere asmalıydım. Sanırım kendimi cezalandırma yöntemim buydu. Acınası vücudumu her daim görmek. Şöyle bir sorun vardı şimdi karşımda. Aynayı nasıl çıkaracaktım? Bu sorun hakkında fazla düşünmedim. Gerekirse tırnaklarımla kazırım diye düşünürken bunu gerçekten yapacağımı tahmin etmiyordum. Tırnaklarımın kenarlarından ince bir çizgi halinde kanlar süzülürken ağlamadım. Canımın acısını hissetmiyordum. Aynayı arkasına sürülmüş yapıştırıcı türü şeyle beraber çıkarmayı başarabildim. Bu bana pahalıya mal olmuştu. İki tırnağım kopmuştu ve üç tanesi kopmak üzereydi. Çalışma masamın en üst çekmecesinde yara bandı olduğunu biliyordum. Aslında yara bandı takmazdım ama parmaklarımın acısı dayanılmazdı. Aynayı kaldıracak gücü bulamıyordum çünkü aynayı kavrayamıyordum bile. Beyaz ahşap çalışma masamın en üst çekmecesinin içerisinde Çanakkale'de oturan en büyük halamın bana aldığı mini sandık vardı. Bin bir güçlükle sandığı açtım ve hello kitty desenli yara bandını parmaklarıma sardım. Yüzümde buruk bir sevinç yaşanıyordu. Aynamı taşıyabilecektim. Sessizce aynayı kaldırıp balkonun önüne koydum. Yataktayken, ders çalışırken, makyaj yaparken, kıyafet seçerken kısacası odamda bulunurken onu rahatça görebilecektim. Aynayı görmeye ihtiyacım vardı. Aciz vücudumu görmek istiyordum. Aynaya gidecekken tartım aklıma geldi. Beyaz ahşap dolabımın yanına doğru gittim. Bu karmaşada tartıyı arıyordum, bulamayınca zaten gergin olan sinirlerim iyice gerildi. İstemsizce kollarım ve parmaklarım titriyordu. Dört, beş dakikalık arayışımın sonunda tartımı buldum. Tartıyla beraber aynanın önüne gittim. Tartıyı yere koyup üzerine çıktım. Sayıya bakmadım. Bakmaya gerek yoktu. 61 kilo olduğumu biliyordum. 1.65 boyunda 61 kilo olan bir yağ tulumu. Görünüşüme baktım. Kahverengi gözlerime çektiğim siyah kalem ağladığım için yüzümün her yerine yayılmıştı, madenden çıkmışım izlenimini veriyordu bakan kişiye. Dudaklarım şişmişti, ağladığımdan olsa gerek. Zaten küçük olmayan yüzüm yağlara boğulmuştu. Düz kesim kpyu kahverengi göğsümün hemen altına gelen saçlarım bakımsızdı. Kırıklarım çoktu. Saçımı kestirmeliydim ama bunu hep erteliyordum. Göbeğim kat kattı. Kollarımdan yağlar sarkıyordu. Yüzümün bulldoga benzediğini zaten söylemiştim sanırım. Bacaklarım şekilsizdi. Çarpık olmasının yanı sıra yağdan yürüyemiyormuşum gibi gözüküyordu. Yüzümde çok sivilce yoktu. Ama itici bir kızarıklık vardı. Gözlerim yağların arasındaki iki küçük noktaya benziyordu. Gözlerim doldu. Ağlamaya başladım. Simsiyah tartımın yanına çökmüştüm. Ben çok iğrençtim. İnsanlar benimle dalga geçiyorlardı. Kimse benim üzüleceğimi düşünmüyordu. Yaklaşık 6 dakikadır ağlıyordum. Başımı kaldırıp aynaya bakınca arkaplandaki çalışma masamın üzerindeki bilgisayarımı gördüm. Ağlamayı kesmiştim. Ayağa kalkıp bilgisayarıma doğru ilerledim. Turuncu bilgisayar sandalyemin üzerindeki kitapları yere indirmeye zahmet etmeden oturdum. Bilgisayarın açılmasını beklerken masamın çekmecesini açtım. Burada 10 ayıyı bir sene doyurmaya yetecek kadar çok abur cubur vardı. Sessizce abur cuburlara bakarken hıçkırdım. Bilgisayar sonunda açılmıştı. Aklıma çok güzel bir fikir geldi. 1.5 ay sonra Kaan'ın doğum günü vardı. O zamana kadar kilo verecek, incecik olacaktım ve benimle dalga geçen herkes tükürdüğünü yalayacaktı. Bunları düşünmek bile beni gülümsemeye yetti. Çok mutlu olmuştum. Ama sonra gülümsemem yüzümde dondu. 1.5 ay içerisinde nasıl o kadar çok kilo verecektim? Bu düşünceyle aklımda başka cevap bulmam gereken sorular ortaya çıktı. Bu soruların birincisi kaç kilo olmak istediğimdi. Şu an 61 kiloydum. 61 kilo olan bir kız kaç kilo olursa zayıf olurdu? Kendi kendime bir rakam tahmin etmeye çalıştım. 50? İçimden bir ses "gerizekalı mısın? 50 ne? Ayı gibi olan bir kızın kilosunu değil, zayıf bir kızın kilosunu tahmin etmen lazım" dedi. Çok haklıydı. 50de neydi? Hızlıca google'a girip 61 kilo olan bir kızın kaç kilo olması gerektiğine baktım. Boyunda önemli olduğunu farkettim. O zaman asıl soru şuydu; "1.65 boyunda olan bir kız kaç kilo olmalıdır?" Bunu aratınca saçma sapan boy ve kütle endeksleri çıktı karşıma. Kabul edilebilir kilolardı aslında ama bir yandanda bunun şişko olduğunu düşünüyordum. Kendim karar vermeliydim. Kaç kilo olursam güzel bir kız olabileceğimi düşündüm. İçimden bir ses "41" dedi. Onun dediğini yapacaktım. 41 olacaktım. 20 kilo verecektim. Nasıl yapacağım hakkında herhangi bir fikrim yoktu. Öğrenecektim ve uygulayacaktım. Bu sefer google'a "1.5 ayda nasıl 20 kilo verilir" diye arattım. Bir sürü forum ve site çıktı karşıma. Yazılan her bir şeyi tek tek okudum. Kimisine göre bu imkansız ve sağlıksızdı. Kimisine göre bu mantıklıydı ve doğru şok diyetleriyle daha fazlasını bile verebileceğimizi iddia ediyordu. Bunun üzerine şok diyetlerini araştırmaya başladım. Karşıma neler neler çıkmıştı; isveç diyeti, elma diyeti, 5te 2 diyeti... Bu diyetler hakkında yazılan yorumları okudum. Tarafsızca okumuyordum. Yapılan eleştirilere aptalca gözüyle bakıyordum çünkü 1.5 ayda 20 kilo verme fikri bana oldukça cazip geliyordu. Kendime elma diyetini seçmiştim. Günde sadece bir elma yiyecektim. Elmayı eşit parçacıklara bölerek gün içerisinde farklı saatlerde yiyecektim. Bunu yapabileceğime inanıyordum. Bu diyeti yaparken spor yapmam gerektiğini okudum. Nasıl ve nerede spor yapacağımı bilmiyordum. Bunu araştırırken görsellere girdim. Karşıma bir sürü spor hareketi çıktı. Jumping jacks, side lunges, squats... Hepsini tek tek kaydettim ve bilgisayarımda yeni bir klasör oluşturdum. Skinny dreams klasörü. Bilgisayarı kapatacakken aklıma bir fikir daha geldi. Zayıf kızların fotoğraflarına bakmak. Google'ı tekrar açtım ve zayıf kızlar'ı arattım. Gördüklerim karşısında tüylerim diken diken oldu. Bacakları yürürse kırılacakmış gibi görünen kızlar, sadece kemikleri olan kızlar, yüzleri çökmüş kızlar ve daha neler neler, nefes alamayacak hale geldim. Sanki göğüs kafesim kalbimi sıkıştırıyordu. Bir süreliğine gözlerimi kapadım. Başım dönüyordu. Kendime geldiğimi düşündüğümde yavaşça gözlerimi açtım. Kızların her birine baktım. Fotoğrafları kaydettim. Onları tuhaf bir şekilde çok beğenmiştim. Kemikler... Bu bana itici bir şekilde çekici geliyordu. Kaburga kemikleri, köprücük kemikleri... Ama en çokta thigh gapi sevmiştim. İki dizini birleştirdiğinde bacakların arasında oluşan boşluğa thigh gap diyorlardı. Ben böyle bir boşluğun olduğunu bile bilmiyordum çünkü hiç sahip olmamıştım. Nedensizce gülümserken leş gibi ter koktuğumu farkettim. Duşa girmek için kıyafetlerimi hazırlarken hala gülümsüyordum. Ben elimde kıyafetlerim, banyoya giderken masada duran telefonuma çarptım ve telefonum yere düşerek kapandı. Yerdeki telefonuma bakarak gülümsemeye devam ettim. Yüzümü oynatamıyordum sanki. Banyoya girio kapıyı kapadım. Suyu açtım. Küvet suyla dolarken benim gözlerimden gözyaşları yuvarlanmaya başladı. Hala gülümsüyordum. Gülümserken ağlamak. Dişlerimi açarak sırıttım ve kahkahalarla gülmeye başladım. Sarsılıyordum gülerken, lavabonun yanındaki losyonları devirdim. Hala gülüyordum, seni küçük şişko demişti bana Tuana. Bunu hatırladım. Kahkahalarım çığlıklara dönüşürken suyun taştığını farkettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
STARVE
ChickLitBu kitap günümüz kızlarının genelinde bulunan bir psikolojik rahatsızlığı ele alıyor. Anoreksiya nervoza. Kısaca anoreksiya, yemek yeme bozukluğudur. Bu hikaye size son derece sıradan ama bir o kadarda yüzeysel olmaktan uzak bir anoreksik kızı anlat...