Suyun taştığını görünce derin bir iç çekerek hala musluktan akmakta olan suyu kapadım. Ellerimi yanaklarıma koyup yavaşça boynuma indirdim. Yüzümdeki yağı hissetmek, onu oradan çıkarmak istiyordum. Bu düşündüklerimin acınası bir halde imkansız olduğunu biliyordum. Taşan suyu umursamadan küvetin içerisine girdim. Ağlamak başımı ağrıtmıştı şu an tek istediğim sıcak suyla alacağım rahatlatıcı bir duştu. Suyun hala taşmakta olduğunu farkedince tıpayı açtım. Su minik bir hortum oluşturarak tıpadan aşağıya, yeni yoluna doğru gitti. Çokta büyük olmayan yaşlı emektar küvetimizin içerisinde boydan boya uzanmıştım. Gözlerimi kapadım. Sanki sakin bir yolculuktaymışım gibi hissediyordum. Göz kapaklarımda basınç vardı. Sanki birisi uyumamı istiyordu. Düşüncelerim birbirine girdi. Elimi küvetin dışarısına çıkardım. Basınç iyice artmıştı. Bak hayatım, her şey halloldu. Ve gözlerimi kapadım. Kendimi uykunun pembe kollarına bırakmıştım. Kaç saat o lanet küvette uyuduğum hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu fakat sırtımın neden ağrıdığı hakkında pek çok fikrim vardı. Zaman içerisinde gittikçe soğuyan bir suyun içerisinde bulunmak birinci nedendi. Orada saatlerce uyumuş olmak ise diğer bir nedendi. Elimi alnıma götürdüm, alnıma yapışmış olan saçlarımı geriye, kafama doğru ittim. Açlık... diye düşündüm. Saatlerdir tek bir lokma bile yememiştim. Uyuyordun çünkü küçük şişko. Bu sözler zihnimin içerisinde bulunan ve dönmekte olan düşünceleri ve cevapsız soruların ortasına yıldırım gibi düştü. Nerede olduğumu anımsadım, ve ne yapmam gerektiğinide. Ayağa kalkarak uzun bir süredir yarım kalmış olan duşumu tamamladım. Duştan çıktığımda saatin kaç olduğunu öğrenmek istedim, telefonum kapalıydı. Ne zaman ve nasıl kapandığını hatırlamıyordum. Muhtemelen şarjı bitmişti. Saate bakmayı o anlık unutarak odama girdim. Yerdeki kıyafetler bana sanki kocaman bir karadelikmiş gibi göründü. Ürpermiştim, masamın altındaki prize şarj aletini takmak için eğildiğimde sırtıma kürek saplanmışçasına aniden gelen bir acıyla iki büklüm oldum. Saçlarımı kurutmamış olmam ve ıslak saçlarımdan damlayan soğuk suların sırtımdaki ağrıyla bir alakası olduğunu tahmin ediyordum. Yere sırtüstü uzandım. Acının geçmesini beklerken tavana bakıyordum. Tavanı izlerken düşünmeye başladım. Acaba zayıf olsam görüntüm nasıl olurdu? zayıf kızların hepsi güzel miydi? Tanıdığım kızların çoğu zayıftı. Hepside çok güzeldi. Bu da zayıflık güzeldir demekti benim için. Zayıf olursam, güzelde olurdum. Güzel olursam kimse benimle dalga geçemezdi. Şu ana kadar hiç güzel bir kızın ezildiğini, onunla dalga geçildiğini görmemiştim. Bende öyle olacaktım. Ama ben zayıf ve güzel olunca kilolu kişilerle dalga geçmeyecektim. Ona yardım edecektim. Ama öncesinde kilo vermem lazımdı. Bunun için yemek yemem lazımdı. Sanırım bugün yediğim pasta bir elma niyetine geçerdi. Sonuçta kocaman bir şey yememiştim. İki dilim pasta yemiştim sadece. Sırtımın ağrısı geçmişti. Uzanıp telefonumu şarja taktım. Ayağa kalkınca odamı toplamam gerektiğini gördüm. Şu an yapacak daha iyi bir şeyim olmadığına göre bu dağınık odayı toplayabilirdim. Hem spor yapmışım gibi olurdu. Daha sonrada bilgisayardaki görsellere bakarak spor yapardım. Hemen işe giriştim. Yerdeki çamaşırları katlıyordum ki telefonumdan gelen bildirimlerin tiz sesiyle irkildim. Telefonuma bakmalıydım. Sanırım. Telefonumu elime aldığımda pek çok kişiden mesaj gelmiş olduğunu gördüm. Hangi dağda kurt ölmüştü? Ya da doğru soru şu olmalıydı; "Kafede kim Tuana'nın içine pasta dökmüştü?" ah sanırım bu sorunun cevabı Akasya'ydı. Yani ben. Gelen mesajları tek tek okumaya başladım. Başak; "Akasya, biliyorum Tuana'nın şakasına kızdın evet ama bu yaptığın.... nasıl desem senin gibi biri için bile fazlaydı. Artık seninle arkadaş olmayı doğru bulmuyorum. Ne kadar bencilleştiğini farkedene ve buna bir çözüm bulana kadar seninle konuşmayacağım. Umarım değerimizi anlar, ne kadar değerli arkadaşlıkları kaybettiğinin anlarsın." mesajı okuduktan sonra yutkundum. Derin bir nefes alarak gülümsedim. Onun gibi bir beyin fakirine ihtiyacım yoktu. Ben bekleyecektim ve onu benim arabamı yıkarken görecektim. Ah evet, o benim peşimden gelecekti. Tıpkı küçük bir labrador gibi... i see you when you wash my car. Ne kadarda güzel bir cümleydi. Zihnim artık Başağı düşünmek istemiyordu. O acınası ve gereksiz bir kişilikti. Başağı aklımdan kovarak diğer mesajları okumaya başladım. Tuana'dan hiç mesaj yoktu ama Tuana'nın en yakın arkadaşından bir mesaj vardı. Gereğinden fazla uzun bir mesaj. Sayın kendini bir şey sanan Berfin "Akasya sen kim oluyorsunda Tuana'yı rezil ediyorsun"la başlayan hakaret ve boş tehditler içeren bir mesaj yazmıştı. Umursamadım. En fazla ne yapabilirdi ki? Sınıf grubunda konuşulanları okumaya başladım. Önce neyin konuşulduğunu anlamadım. Sınıfta bir şişkoyla ilgili dalga geçmişti kızlar. Erkeklerde gülmüştü. Bazıları onaylamıştı. Bu şişko kızın kim olduğunu anlamamıştım. Her kimse ona yazık olmuş diye düşünüyordum. Ecem miydi acaba, ama Ecem o kadarda kilolu değildi ki. Burada yazılanlar çok aşağılayıcı şeylerdi. Birdenbire çıplak gerçek kafama dank etti. Benden bahsediyorlardı. Tuana ve Başak herkese anlatmıştı yaşananları. Yazılan şeylerin hepsini okuduğumda gözlerim doldu. Herkes Tuana'nın tarafını tutmuştu. Sözde hepimiz arkadaştık. Bir kez daha zayıflığın güzellik ve güzelliğinde her şeyin anahtarı olduğu kanıtlanmıştı. Yanaklarımdan aşağıya doğru yuvarlanan gözyaşlarımı sildim. Hiçbir şey yapmak istemiyordum. Kilo verip güzel olacağıma dair tüm inancımı yakıp küle çevirmişlerdi. Ömrümün sonuna kadar böyle kalacaktım ben. Tamda bunları düşünürken telefonuma bir yeni mesaj geldi. Hızlıca ekran kilidini açtım. Kimin ne yazdığına bakmadan direkt silecektim. Kaan'ın mesaj attığını görünce hemen az önce ne düşündüğümü unutup mesajı açtım. "Naber kızların içine pasta koyan pasta canavarı" yazıyordu. Kaan'ın taraf tutmaması beni gülümsetmişti. Salak gibi sırıtırken elim klavyeden süzülürmüşçesine cevap yazdım. "iyiyim, senden naber?" yazıp gönderdim. Cevabı beklerken yüzümü yıkamak istedim. Ağladıktan sonra yüz yıkamak kadar rahatlatıcı bir şey yoktu resmen. Banyoya geçince yüzümü yıkadıktan sonra kendimde neyi beğenmediğimi düşünmeye başladım. Burnum. Burnumu hiç sevmiyordum. Kemerli falan değildi. Sadece kalkık ve kaydıraklı olmasını isterdim. Dudaklarım güzeldi. Son zamanlarda kendim hakkında çok fazla düşünemeye başlamıştım ve bu bencillik değildi.-Başak bencil olduğumu mesajında söylemişti- Kendin hakkında düşünmek bencillik midir? Ya da sana yapılan şakanın hoşuna gitmemesi bencelliğe mi girer? Hiç sanmıyordum. Bunlar Başağın düşünceden yoksun, aciz zihninden çıkan cümlelerdi. Onun vasat sözleri hakkında daha fazla kafa yoramazdım. Odama geçtim. Saat neredeyse 3e geliyordu. Ağzımı kocaman bir aslanmışımcasına açarak esnedim ve odamı toplamayı sürdürdüm. Zamanın nasıl geçtiğini farketmemiştim bile. 1 saattir duraksız bir şekilde odamda hareket halindeydim. Acaba kilo vermiş miyimdir diye düşündüm. Heyecanla siyah tartımı beyaz tüylü halımın üzerine getirdim. Nokta gibi gözüküyordu. Üzerimdekileri çevik hareketlerle çıkararak tartıya çıkmaya hazırlandım. Üzerimi çıkarma sebebim kıyafetlerin ve saçında tartıdaki sayılara etki ettiğini öğrenmiş olmamdı. Saçımı topladım. Tartıya çıkıp kollarımı indirdim. Tartıdayken kolları kaldırmak iyi değildir. Sayıyı görünce hayal kırıklığı yaşadım. 61.2... Bu ne demekti yani? Sabahtan beri yemiyordum ve bu daha fazla kilo almak için miydi? Çok sinirlenmiştim. Sinirden eski araba motoru gibi titrerken tartıya küçük ama etkili bir tekme savurdum. Yaptığım bu aptallık, ikimiz içinde iyi olmamıştı. Ayak parmaklarımın üstüne basamıyordum. Tartım ortadan çatlamıştı, ekranının rengi mavi olarak gözüküyordu ve üzerine çıkınca kaç kilo olursan ol 888i gösteriyordu. Bu olay sinirlerimi daha da germişti. Kilo veremeyeceğim gerçeğini anlamıştım. Bu tür bir işe daha başından karışmamalıydım. Kilo verebileceğimi düşünmek benim ne haddime idi? Hani bazı filmlerde okulun tuvaletinde sessizce ağlayan acınası karakterler olur ya, işte gerçek hayattaki o karakter bendim. Bunu yeni anlamış olmamda güzeldi. Gözlerimi kapayıp derin bir iç çektim. Çok acıkmıştım. Daha diyetin ilk günüydü, hatta ilk bile sayılmazdı ama ben çok açtım. Birazcık bir şeyler yesem nasıl olurdu, karnım onaylarcasına guruldadı. Kaşla göz arasında mutfağa gelmiştim. Buzdolabının üzerinde duran nutellaya baktım. Birkaç küçük kaşıktan bir zarar gelmezdi. İki kaşık nutella yedim diye 100 kilo olacak halim yoktu. Buzdolabının üzerine uzandım, nutellayı alıp tezgaha koydum. Tam kapağı açacaktım ki bir ses düşüncelerimi keserek aklıma girdi. Bırak o nutellayı, ne kadar şişko olduğunun farkında değil misin? Birde nutella yiyerek kendini daha da şişman mı yapmak istiyorsun? Aciz. Bu sözler aklımda dönüyordu. İç sesim çok haklıydı. Ben şişkonun tekiydim ve şişkoların nutella yeme özgürlüğü yoktu. Mutfaktan çıkıp uzun koridorun ilerisindeki mavi duvarları olan salonumuza girdim. Sıkılmıştım, televizyon izlemek istiyordum ve spor yapmam gerektiği düşüncesi aklımdan uçup gitmişti. Gri çiçek desenleri olan koltuğumuza kendimi bıraktım. Televizyonu açtım. İzleyecek hiçbir şey yoktu. Her kanalda aynı şeyler vardı. Kim benimle evlenir, kim zengin, kim kıyafetimi eleştirmek ister, kim kaçırıldı... Bunlar sıradan insanların dar dünyalarıydı. Bana göre izleyebilecek bir şey yoktu. Zaten bana göre hep farklıydı. Ben diğerlerinden farklıydım. Toplumda göze batandım. Farklıydım, ama neyin farklı olduğunu bilmiyordum. Ben lanet olası koyun sürüsünden değildim. Ben herkes gibi aptal bir koyun değildim. Sürü psikolojisi bana tersti. Bir akımı desteklemek, birilerini onaylamak bana göre değildi. Ben kara koyundum. Diğer herkes aynıyken ben farklıydım. Mesela kendini bir şey sanan kızların içine pasta koyuyordum... Bugün yaşananları hatırlayınca derin bir nefes aldım. Çok açtım. Uzun zamandır bu kadar aç olmamıştım. Aç olmak istemiyordum ama kilo vermek istiyordum. Nasıl olmak istediğimi düşünmeye başladım. İnce bacaklar, düz bir göbek, kemikli bir yüz... Ateşim çıkmaya başlamıştı, soğuk suyun içerisinde uzun bir süre uyumuştum, sabahtan beri açtım. Grip bir anda bünyemi ele geçirmişti farkındaydım ama kitaplığın yanında bir bacağını bükerek duvara yaslamış, tam hayalimdeki kızı gördüğümde kendimi saçma sapan bir rüyanın içerisindeymiş gibi hissetmeye başladım. Bir deri bir kemikti, saçları dokunsan dökülecekmiş gibi bir haldeydi, gözlerinin altı hemen hemen siyahımsı bir mordu. Onun orada ne aradığını düşünmek yerine o kadar ince bacaklarla nasıl ayakta durabildiğini düşünüyordum. Uzun bir süre onu inceledim. Muhtemelen bu bir rüyaydı, ama yine de ne yapacağını merak ediyordum. "İncelemen bitti mi?" Diye sordu. Iıım, evet. Kısmen. Sanki düşüncelerimi okuyabiliyormuş gibi bana "çok mu zayıfım sence?" Diye sordu. Hiç düşünmeden cevapladım. "Evet." Gözleri gururla parıldadı, duvara yasladığı ayağını indirdi. O bana doğru ilerlerken zil çığlıklar atarak beni gerçeğe döndürdü. Rüya görmüştüm. Elbette ki salonumuzda korkutucu bir zayıflığa sahip bir kız yoktu. Kimin geldiğini merak ederek düşünceler içerisinde ayağa kalktım. Annem ve babamın gelmesi için fazla erken, başka birinin gelmesi için fazla tuhaf bir saatti. Kapıyı açtım, hiç kimse yoktu. Kapı otomatiğine bastım. Ses gelmedi. Sanırım çalan zilde rüyamın bir parçasıydı. Esnerken bir şeyler yemek istediğimi farkettim. Çok açtım. Hatta yemek yemek istemiyordum. Yemek yemeye ihtiyacım vardı ve ikisi çok farklı şeylerdi. Yemek yemek istiyordum ama kilo vermekte istiyordum. Bir şeyler elde etmek istiyorsam, bir şeylerden vazgeçmem gerekiyordu. Elimi cebime atıp küçük, mor şişemi çıkardım. Kapağına sonradan eklenmiş pembe bir çizgi vardı. Onu almalı mıydım? Ah hayır, sırası değildi. Elimi cebime bile atmamalıydım. Pink shit'i almadan önce iyice düşünmek gerekiyordu ve ben açken düşünemediğimi yeni yeni anlıyordum. Açlığı bastırmak istedim. Ne yapabileceğimi bilmiyordum. İştahımı kapatmanın bir yolu olmalıydı. Neyin iştahımı kaçırabileceğini düşündüm. Tekrar o sesi duydum. "Dişlerini fırçala" diyordu. Ve aniden rüyamdaki kızın sesiyle bugün duymakta olduğum, kendi çapında tavsiyeler veren sesin aynı ses olduğunu anladım. İlginçti, hafızama güvenim tamdı. Aldırmak istemedim, hem aldırsam ne olacaktı ki? Şu an bunu düşünmem saçmaydı. Yapacak başka bir şeyim olmadığı için dişlerimi fırçalayacaktım. Dişlerimi fırçaladıktan sonra ağzımda iğrenç bir his oluşmuştu. Uyumak istedim. Koşarak odama gittim ve yatağıma uçarcasına atladım. Battaniyemi çeneme kadar çekerek başımı yastığıma iyice yerleştirdim. Uyumalıydım. Uyumak istiyordum çünkü uyanmaya ihtiyacım vardı.
Gözlerimi açtığımda alevler içerisindeydim. Boğazım kor yemişim gibi yanıyordu. Kalın battaniyemin altında titriyordum. Soğuktan dolayı değildi. Üzerime bir gölge düştü, bu annemdi. Annem ne zaman eve gelmişti? Daha doğrusu ben ne zamandır uyuyordum? Annem yanı başıma oturdu. "İlaç etkisini göstermiş, şimdi nasılsın kızım?" Diye sordu. Ne ilacı? Kalkmak istedim, konuşamıyordum. Battaniyemi üstümden atmaya çalıştım. Annem battaniyemi tekrar örterek bana neler olduğunu anlattı. Annem eve geldiğinde ateşler içerisinde yattığımı görünce bana ilaç içirmiş. Tüm olan buymuş, bende bir şey sanmıştım. Tekrar uyumak istiyordum. Yapabileceğim en iyi şey buydu şu an için. Gözlerimi kapadım. Ertesi sabah uyandığımda ateşler içerisinde yanmıyordum ama midem bıçak saplanmışcasına ağrıyordu. Çok açtım. Ayağa kalkıp sağa sola tutuna tutuna odamdan çıktım. İşemek istiyordum. Ben işimi görürken karnım açlığımı bastırmak istercesine guruldadı. En son ne yemiştim? Pasta. Neyse. Banyodan çıktım. Okula gitmem gerektiği gerçeği sinirlerimi bozmuştu. Aç olduğum için ekstra sinirliydim. Diyeti falan boşvermiştim. Aklımda sadece yemek yemek vardı. Hızlıca odama döndüm. Az önceki halsiz halimden eser kalmamıştı. Dolabımı açıp elime gelen ilk şeyleri giydim. Siyah bol pantolonum ve erkek reyonundan almış olduğum gri bol kazağımı giydim. Çantama makyaj çantamı, bir kaç defter ve bir elma koydum. Elmayı koyarken ne düşündüğümü bilmiyorum. Dışarı çıkmak için acele etme sebebim bir şeyler yemekti. Koridoru uçar adımlarla geçtim. Mutfağa girerek buzdolabını açtım. Zihnimde benimle dalga geçtikleri anlar, gördüğüm zayıf kızların fotoğrafları, bana karşı gelen Başak, nutella, çikolata vs dönüyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Yersem ayrı, yemezsem ayrı bir dertti. Beni seven böyle sevsin diye düşünerek kocaman bir nutellalı ekmek yedim. Kaşla göz arasında ekmeğimi hazırlayıp yemiştim. Kendime düşünmek için zaman tanımamıştım. Kendimden iğreniyordum. İğrençtim, her önüme geleni yiyor ve uslanmıyordum. İnsanlar benimle dalga geçme konusunda haklıydı. Ben şişko ayının tekiydim. Ben zayıf kızların benimle dalga geçmesi için var olan bir yaratıktım. Diyete başlayalı daha bir gün olmuştu ama ben yine de Akasya olarak yapacağımı yapmış, her şeyi berbat etmiştim. Rezil hissediyordum. Hissetmeliydim, doğru olan buydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
STARVE
ChickLitBu kitap günümüz kızlarının genelinde bulunan bir psikolojik rahatsızlığı ele alıyor. Anoreksiya nervoza. Kısaca anoreksiya, yemek yeme bozukluğudur. Bu hikaye size son derece sıradan ama bir o kadarda yüzeysel olmaktan uzak bir anoreksik kızı anlat...