Kısa bir bölüm oldu diğerlerine göre. Ama zaten bu bölüm geçiş bölümüydü. 3 bölüm depresif gittik. Hadi bu bölümde biraz gülelim.
Bu bölümdeki sözümüz tezat içeren bir söz oldu. Bölümle de uyumlu sanki.
Ölümün huzurlu kollarında yaşamak varken dünyada yok olup gitmeyi seçen bedevileriz.
İyi okumalar:)
SELİN
Lobide bizden sorumlu hocalar oda anahtarlarımızı dağıttı. Otobüsteki oturma düzenine yakın bir dağıtım yapmışlardı. Ben, Hira ile kalacaktım. Bu Beren'den sonraki ilk gezimiz olmakla birlikte, Hira ile de ilk baş başa kalışımızdı. Biz hep üç kişilik odada kalırdık. Alışkanlıklardan kurtulmak ve yenilerini edinmek zor olacaktı.
Ata oturma düzeni yüzünden Savaş ile aynı odada kalacaktı. Bu bir haftanın sonunda ya yakın arkadaş olacaklar yada birbirlerinden nefret edeceklerdi.
Önceden ricamız ile Ata'nın odası bizimkinin yanındaydı. Doğal olarak Savaş'ın da. Odalarımıza bin bir dertle çıkmıştık. Okul olarak üç büyük otobüs kullanmıştık ve bu nedenle asansörlerde yoğun bir trafik vardı. Ayrıca bizim süslü Hira'nın 3 valizi vardı ki onlarla zaten çok az yeri olan asansörlere sığamamıştık. Odamıza girdiğim an kıyafetlerimi çıkardım ve şortlu pijama takımımı giyip yatağa yayıldım. Bugün çok uyumuştum ve bedenim uykusunun olmadığını resmen tüm hücrelerime bağırıyordu. Aynı zamanda yorgundum ve bu çelişki berbat bir şeydi. Ben de kitabımı okumaya karar verdim.
Hira duştan çıktı. Her zamanki gibi uzun bir yolculuktan sonra yaptığı şeyi yerine getirmişti. Böyle zamanlarda duşa girmek ona farzdı. Ben yatağın kollarına atılmış neredeyse yatakla sevişiyordum. Bir o yana dönüyordum bir bu yana. Arada zevk dolu inlemeler çıkarıyordum. Tanrı'm bu yatak niye bu kadar rahattı? Ya da hayatım boyunca neden hep rahatsız yerlerde bedenimi çürütmüştüm?
Odanın kapısı çalındı. Kim acaba, diye düşünmedim. Ben o sırada bana düşen üç yastığı hangi açılarla nereye koyacağımı düşünüyordum çünkü. Ata'nın sesini duydum önce, sonra odaya giren cüssesini. Gözleri bütün odada dolaştı. Yatakta yatan beni görünce yanıma geldi ve yorganı kaldırdı. Geri kapattı. Balkona baktı, baktığı yetmediği gibi kapıyı açıp balkona çıktı. Hira ve ben o sırada Ata'ya çatık kaşlarımız eşliğinde bakıyorduk. Ata bize döndü ve "Nerede lan o o. çocuğu?" dedi.
"Hangi çocuk Ata. Sadece biz varız odada." diyerek sorusuna soruyla karşılık verdim. Birden beyninde ampuller yandı ve "Banyo." dedi. Hay Allah'ım ya.
Banyodan çıkıp yanımıza geldi tekrar. "Odaya erkek attığına eminim Asya. Çıkardığın sesleri duydum. Hira hadi bu kız bunalımda, sağı soğu belli değil. Yüz isteyip g*t alıyor da, sen nasıl izin verdin böyle bir şeye?"
"Ne erkeği? Ben odaya erkek atmadım. Atsaydım da bunalımda olduğumdan değil istediğimden atardım. Ayrıca 19 yıllık hayatımın en güzel yatağını bulmuşum. Hem de yorucu bir günün sonunda. Tabi ki ses çıkaracağım. Dinlemeseydin beyefendi." deyip döndüm ve k*çımı devirip yattım.
Ata'nın havayı sömürürcesine aldığı derin nefesi duydum. Yavaşça yatağa doğru geldi. Sırtımdan sarıldı.
"Kuzum şimdi ben başınızda tek erkeğim ya, hani anneleriniz sizi bana emanet etti ya, hani namusunuzu korumam istendi ya, biraz da kıskancım ya ben biraz şey oldum şimdi. Yani nasıl desem? Ağabeylik yapmak istedim. Yapamadım ve orası ayrı bir konu ama. Neyse. Özür dilerim."
"Özrünü yesinler şapşal. Gel buraya." Onu kucağıma çektim ve Hira'ya baş işareti yaptım. Hemen o da bize katıldı. Sonra yine kapımız çalındı. "Ananı!!" diye mırıldandım. Hira gitti, kapıyı açtı. Ela Göz? Savaş?
Elindeki bira şişelerini bize doğru salladı.
"Atacığım, bebeğim, hayatım ilk günden yalnız bırakıyorsun ama beni. Olmaz ki böyle. Gerdek yatağında gelin bırakmakla bunu arasında tek bir fark var. O da benim her potansiyel gelinden daha güzel olduğum gerçeği." dedi. Sonra da manikürünü kontrol eder gibi yaptı ve saçlarını geriye doğru savuşturdu.
Ata gözleri kocaman, içinden 'Ya sabır.' çekiyordu. Hira ve ben de ortalığı inleterek gülmekten ölüyorduk.
Bebeğim, dedi Ata dişlerini sıkarak. " Ben biraz sonra odamıza geleceğim. Sen hayatının en acılı dakikalarını yaşayacaksın, ben de bundan zevk alacağım."
"Çok acıtma ama." Gözlerini kırptı ve kapıdan çıktı. Yani biz öyle düşündük. Son anda geri döndü ve bize baktı.
"Çok sıkıcıymış. Neyse gençler. Ben diyorum ki balkonda bira içelim. Biraz kafa bulalım. Çok sıkıldım."
Oynaşacak sürtük bulamadı galiba, diye geçirdim içimden.
"Siz balkonda için. Ben yataktan size eşlik edeyim. Bu yatağı çok sevdim de." Yine birkaç yer değiştirme hareketi yaptım. Sonra başımı yumuşacık yastıklara gömdüm. Çarşaflar neden bu kadar güzel kokuyordu?
Aniden kolumdan çekildim ve kendimi Ata'nın önünde buldum. Ata yavaşça yaklaştı ve kulağıma doğru fısıldadı: "Savaş'ın yanında o sesleri çıkarmana izin vereceğimi mi sanıyorsun güzelim? Asla."
Başımı 'anladım' anlamında salladım ve hepsinden önce balkona çıktım. Ata'nın sesi çok fazla sertti. Ben daha önce sesinin bu tonunu hiç duymamıştım. Neredeyse dokuz yıldır dosttuk ve o bana bu kadar sinirlenmemişti. Ya da sinirini göstermemişti.
Bir an kendimi yapayalnız hissettim. Kimsesiz. Umutsuz. Nefessiz. Nefesim, içimdeki her kötülüğün toplandığı madde üç ay önce toprağa verilmişti. Diğer herkessin nefesi havaya karışırken benimki toprakla dost olmuş, en yakın dostumu koruyordu. Bense burada savunmasız bir şekilde git gide eziliyordum. Ruhum acının bin bir halini tadarken kalbim artık atmayı bırakmış, kapılarını kapatmıştı diğer tüm duygulara. Olmuyordu işte. Rahatlayayım dediğimde acıyordu. Güleyim dediğimde dudaklarım şekil almıyordu. Öleyim istiyordum. Ben de toprağa karışayım, nefesimi ve dostumu bulayım.
Tanrım ne olursun, beni ona kavuştur. Yok olup gideceğim yoksa, bu acının yaktığı küle dönmüş eski ormanda. Düşeceğim yoksa, bu anıların taş olarak yerlere serpiştirildiği patikada.
Ölümü çağırdığımın farkındaydım. Ama maalesef s*ktiğimin ölümü çağırdığında gelen bir şey değildi.
Altta çıkan küçük yıldıza tıklayan elleriniz dert görmesin. Seviyorum sizi.