Öncelikle herkese merhaba.
Biliyorum bölüm baya bir gecikti fakat martın başından beri aralıksız sınavlarım vardı. Bulduğum en küçük zaman diliminde de uyudum.
Ama şu anda buradayım.
Sizden tek isteğim biraz da olsa yorum yapmanız. Biraz yorum okursam ve sizlere daha yakın olursam bence aramızdaki bu bağ güçlenir ve okuyucu-yazar ilişkimiz büyülü bir hal alır.
Bu benim düşüncem.
Bu haftaki cümlemize gelirsek... Beni bilenler bilir. Bilmeyenlere açıklayayım. En büyük hayalim doktor olmak –aslında bir onkolog- ve bunun için şimdiden mesleğe hazırlık yapıyorum. Bu sözde çok sevdiğim bir terimle ilgili.
Ampüte *ruhların yüzmeye çalıştığı o acı renkli gölde bir kulaç attım kör karanlığa.
*Bir hastalık yüzünden vücudun uzuvlarından birinin veya bir kaçının kesik olması durumudur.
İyi okumalar,
SELİN
O dakikadan sonra sohbet yürümezdi, yürümedi zaten. Sanki çözülen düğümlerin boş bıraktığı yere soğuk hava girmişti.
Sadece oturduk. Belki on dakika belki de bir saat. Yine anlamını yitirmişti saat kavramı. Yine boşlukta süzülüyordu acı dışında her duygu. Tekrardan tepinmeye başlamıştı ruhum bu lanet olasıca bedenden çıkmak için. Fani bedenim kodesti o an. Tüm hislerden ve acılardan arınmış gökyüzüne uçuşumu engelleyen bir kodes.
Üç adım vardı ölüme. Umursamamak. Unutmak. Hissedememek. Koskoca üç adım. Asla aşamayacağım üç engel. Hayatın üç eşiği. O kadar yükseklerdi ki ardını göremiyordum. O kadar imkansızlardı ki devamını düşünemiyordum.
Sessizce oturduğumuz her dakika biraz daha bunalıyordum. Sanki patlayacaktım ve etrafımdaki herkes bundan etkilenecekti. İyi ya da kötü bir şekilde olacaktı işte. Zaten devamını düşünmek saçmalıktı. Kurtulacaktım, Beren'e yaklaşacaktım.
Birden aklım başıma geldi. Ben ölüm istemiyordum. Düşünmemek, unutmak, hissetmemek ve umursamamak istiyordum. Bunların sadece ölümle mümkün olacağını düşünüyordum. Ama bir yol daha vardı.
Uyku.
Yarı ölüm denmez miydi uykuya?
Geri dönüş vardı ama arkana bakmadan çekip gidebilirdin aynı zamanda.
Ayaklandım ve balkon kapısını bütün gücümle çektim. Diğerlerinin gözleri üzerimdeydi, bir ara onlarla bana bakıp durmamaları hakkında uzun bir konuşma yapmayı aklımın bir köşesine yazdım. Odaya girip elime klimanın kumandasını aldım. Odayı uyuyabileceğim kadar serin tutacaktım. Hatta biraz soğuk bile olabilirdi. Yorgana sarılmak beni hep daha güvenli hissettirmişti.
Tekrar balkona döndüm ve sağ tarafımla kapıya yaslandım.
"Gençler uyumak istiyorum. İsterseniz burada durun isterseniz havuza inin. Bana takılmayın. Biraz dinlenmek istiyorum. Biraz da... şey... hissetmemek istiyorum."
Ata her zamanki gibi kibarlık yaptı ve odadan çıkmayı, havuza gitmeyi teklif etti. Savaş kabul etti ama Hira pek istekli durmuyordu bu beni bırakma işine. Çocukları gönderdikten sonra bana döndü.
"Niye böyle yapıyorsun? Bizi çok korkutuyorsun Asya. Bir an iyisin, bir an kötü. Başka bir an aklın başında değil, seni biz topluyoruz. Bir bakıyoruz gülüyorsun, bir bakıyoruz yere çökmüş ağlıyorsun. Ne oluyor tatlım, içinde neler yaşıyorsun?"