Şehir koca sis bulutunun altına gizlenmiş içindeki ölüleri saklıyor gibiydi. Evrim insanoğlunu bu aşamada tek etmiş, gelişme gösteremeyen canlılar olarak kalmışlardı. Hayata son kez adapte olup tüm insani duyguları tarafından kapı dışarı edilmişlerdi. Savaşın içindeydiler yada savaş herkesin içinde süre gelip gitmekteydi. Bu esnada biri, bir insan formunda, bir uçtan bir uca koşuyordu.
Dünya salt bir kara parçasıydı ve hayatta kalmak için birini sevmek zorundaydı. Cebinde yorgun ve solgun bir papatya taşıyordu, bunun onu koruduğuna inanma isteği düşüncelerini baştan sona ele geçirmişti ve aksi imkansızdı. Yeşil sapının üzerinde çanağı, içinde turuncusu solmuş ve kokusu doğanın soluğuna karışmış polenleri vardı, çoktan uçup gitmişlerdi lakin kısırdılar, yeni baştan var olamayışları uykusundan uyandırıp ağlatırdı onu, çevreleyen tam on dört beyaz taç yaprağı vardı ve sayarken sonuncusu hep sevmiyor derdi, fazla şaşırmazdı. Ama kendisi boynunu bükerdi.
Koşuşuna insanlar gözlerini dikiyor ama şaşırmıyorlardı, ne bir ışıltı gözlerinde ne de bir mimik vardı. Herkes öylesine farklıyken ifadeleri aynı fabrikadan çıkma ve sahteydi. Birbirlerine alışıldık kelimelerle seslenir ve isteklerini kibarca dile getirirlerdi, normalize edilmiş bu halleri onları dışarıdan izleyen birisi için fazlasıyla komik olmalıydı, zira doğada kendilerine saygı besleyen tek organizma çürükçüller ve parazitler olarak kalmıştı. Distopyalarda mutualizm arayamazdınız.
"adın ne?"
Kendini yerde bulmuştu, sendelediğini hatırlamıyordu
"kalk. Yüzün neye benziyor?"
"tak." Suratına doğru getirdiği eli soğuk ve katı bir cisme çarpmıştı. Bir maske.
Kanlı mavi çiçek yığınları hatırlıyordu. Ağaçlar altında bir ceset, beyaz şifon elbiseli, göğsüne dökülen kumral renkte saç buklelerini. Bir ders kitabı, büyük olasılıkla sosyoloji. Bunun zamanın ötesinde bir zaman diliminde olduğunu hatırlayamıyordu. Aynı zaman diliminde mevcut su altı bitkilerini, damlalar döken bulutları, bir sevişmede hep ilk çırılçıplak kalanın o olduğu anısını, bir yıldızın kayma anını, dua edişlerini, kendi milletinden yetenekli bir halk ozanının varlığını, ve bir küçük gümüş el aynasını hatırlıyordu. İçerisinde çerçevelenmiş kendi sureti ise yoktu, bir parlak beyazlıktan ibaretti.
Birkaç saniyede elini geri indirdi ve zorlanarak ayağa kalktı. Konuşmak böylesine yoksun bir kentte beyhude bir çaba olacağından, kabalığına aldırmadan yoluna devam etti. Rotasyonu yalnızca içindeki sesti , etrafındaki herkesin sessizleşmiş ruhunun aksine onun elinde son kalan şey buydu.
Belki yüz adımdan sonra suratına çarpan rüzgar, burnuna keskin deniz kokusunu getirivermişti. Ağır ve pis bir kokuyla karışmış olması onun peşinden gitmesine asla engel olamazdı. Buraya nereden düşmüştü? Denizin ferah ve temiz koktuğu başka bir dünya yok muydu? Tepesinde bir kuş cıvıldarken dalgalanan suya bir adım attı. Soğuk insanı kendine getirirdi, bacağına çarpan cam şişeyi tuttu, içinde biraz bira kalmıştı, bir yudum aldı, sonra tüm gücüyle ileriye fırlattı. Adını soran kişiyi düşünüyordu. Kendisi de yüzsüzlerden biriydi işte. Onu bu dünyada farklı kılan bir şey yoktu ki. Kaldı ki, bir adı da yoktu. Kimsenin adı yoktu.
Herhalde, fazla kaçıranlardan biriydi. O maddeyi. Böylelerine sokakta çok sık rastlardınız. Kendilerini şaşırmış halde, vahşi doğaya düşmüş evcil hayvanlara benzerlerdi. Sık sık halüsinasyon görür, olmayan şeylerden bahsederlerdi.
"Ben yedi yirmi dört fazla kaçıranlardanım. Fazla kaçıran olmak için fazla kaçırmama gerek yok benim." kendi kendine acılı bir şekilde kıkırdadı.
Ayakları donmak üzereydi. Sudan çıkması gerektiğini bilerek, ufuk çizgisine bakıyordu. Eli yüzüne dokundu, koca etten ağızı kavradı, algılamaya çalıştı. Herkes, o düz, beyaz, kabartısız maskelerden takardı. Bu konuda katı bir kuralın konmadığını fark eden tek kişi oydu muhtemelen, o kendininkini yapmıştı. Yaratıcı olmak yasaktı, ama henüz maskesinin hesabını soran olmamıştı ona, aksine o şaşkınlık ve mimik görmeyi umuyordu böyle dolaşarak.
"Beni buraya koyanı düşünüyorum. Benim hiç bile olamama durumumu. Role katılıp devam edememek, ayak uyduramamak, ve bunun karşılığında yapabilecek hiçbir şeyimin olmaması. Burası, materyalist bir evren. Hisleri olan tek kişi, sanırım benim. Ve her dakikayı, bunun uyuştucu etkisi olduğunu umarak yaşıyorum. Ölümünse beni, sürükleyeceği daha yoğun karanlıktan korkuyorum."
------MAKİNE-----
"Hah, şu küçük insansı. beni çok eğlendiriyor. Beni yapmış, bir yüz, bir maske olarak. Fazla biliyor, ama hiçbir şey bilmediğini sanıyor."
"Sen bir aptalsın, Makine. Çorbadaki en parlak ruhtu o, yanlış dünyada telef ediyorsun onu. Oysa çok takdir toplayabilirdik."
"Bak, bu bir şans oyunu, anladın mı? Öylece bırakırsan bile, tesadüfler dizisi ve zaman,işini yapar. Bence bu proje, muhteşem bir yola gidiyor. Yalnızca fazla yavaş."
--------------------------------------------------------------------
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASKE
General Fiction"Ben neyim?" Sorup sorulabilecek en tehlikeli soru. Bir kukla, deneme tahtasına bir çivi, isimsiz, izsiz,anısız, yüzsüz, bir nesne. "Beni buraya koyanı düşünüyorum. Benim hiç bile olamama durumumu. Role katılıp devam edememek, ayak uyduramamak, ve...