Başımı arkaya yaslayıp gözlerimi sıkıca kapattım.Okuduklarımı sindirmeliydim.Kızların uyuduğum üç gün içinde bu kadar rahat davranmalarının sebebi buymuş demek ki...Şuan Dong Woo ve diğerlerinin konuştuğu dili de biliyordum.Bu defterde o dilde yazılmıştı.Enochian İbranicesi öyle mi?...Artık her şeyi daha iyi hatırlıyordum.Sarayı,kıyafetlerimi,sarayda aldığım eğitimleri,anne ve babamın yüzlerini,sarayda oyun oynadığım o çocukları...Her şey yerli yerine oturmuştu.
''...Bugün gidişinizin ardından kırk gün geçti.Kanae yeni yeni odasından çıkmaya başladı.Olayın bilincinde olsa da bunu kabullenebilmek onun için çok zor.Bizim içinde öyle...İki hafta sonra Sora'nın doğum günü var ama etrafımda koşuşturup hediyesini soran Sora ya da sadece pasta ile ilgilenen Minel yok.Kütüphaneden gizlice kitap aldığı için bütün görevlileri peşinde koşturan Min Jung ve her zaman Sung Gyu ile hız konusunda yarışıp,Sung Gyu'nun bilerek kaybettiğini anladığında sinirden ağlayan Ye Jin yok.Saray çok sessiz...Sung Gyu,Dong Woo,Woo Hyun,Ho Won,Sung Yeol,Myung Soo ve Sung Jong sarayda çok ağır eğitimlerle yeteneklerini kullanmayı öğreniyorlar.Bu yaşta böyle bir sorumluluğun altına girmiş olmak onlar için çok zor olsa gerek.Tam olarak ne yaptıklarının farkında değiller tabi.Önceden oyun oynadığınız o bahçe de en ufak bir ses yok şimdi.Hepsi bir köşeye uzanıp usulca gökyüzünü izliyor bu sıralar.Sarayda bulabilecekleri tek arkadaşları özlemiş olmalılar.Üstelik Kanae'de hiç ilgilenmiyor onlarla.Önceden yanınızdan ayrılmazdı.En çok Woo Hyun zorlanıyor gibi.Ne yapması gerektiğini bilemiyor.Artık Min Jung ile birlikte saraydan kaçıp saatlerce ormanda vakit geçiremez.Sung Yeol ise bu sarayda onun duyduklarını duyabilen tek kişiyi kaybetti.Onlar için çok zor...Göz göze geldiğimiz de tıpkı Minel gibi gözlerimin içine bakıyorlar.Sanki ''Neden burada değiller?''der gibi...Onlara söyleyebilecek hiçbir şeyim yok.Sadece Sung Jong düşündüklerini söylüyor.Sung Gyu onu durdursa da fırsatını buldukça,Kanae'ye nerede olduğunuzu sorup duruyor.Kanae'yse ona cevap verebilecek durumda değil.Telepati yeteneğinden dolayı sarayda dönen o şeylerin hepsini en ince detayına kadar biliyor.Çok zorlanıyor olmalı.Üstelik konuşmayı da reddediyor.Gece gündüz çalışıyor.Umarım hastalanmaz.Ah Hikari...O küçük kız her gün odalarınızın önüne mektup bırakıyor.Geceleri saraya gizlice gelip mektupları aldığınıza inanıyor.Onun için basit bir saklambaç oyunundan ibaret bu olanlar.Yine de çoğu zaman ağlıyor.Bazen de Sora'nın kıyafetlerini giyip yanıma geliyor.Şarkı söyleyip dans etmeye çalışıyor.Sürekli de üzülmemem gerektiğini söylüyor.Myung Soo'da onunla birlikte gelip oynadığınız oyunları anlatıyor.Bu şekilde rahatlıyorlar sanırım.Yine de çok zorlandıkları kesin.Bu sarayda boğuluyor olmalılar.Siz şuan hiçbir şey hatırlamadığınız için zorlanmıyorsunuzdur.Gerçi,gerçek kimliğinizi öğrendiğiniz zaman,bizim çektiğimiz zorluklardan daha fazlasını çekeceksiniz.Çok güçlü olsanız da kullanmadığınız için yeteneklerinizi yeniden öğrenmekte zor olacaktır.Aoi'nin size bu konuda bir şeyler anlattığına eminim.Sizi çok iyi yetiştireceğine de eminim.Touma'da son derece güvenli ve sevgi dolu bir yerde büyümenizi sağlayacaktır.Yine de,her ne kadar harika yetişecek olsanız da ben bunları göremeyeceğim.Siz tekrar o yaşlar da olmayacaksınız ve ben nasıl büyüdüğünüze tanık olamayacağım.Muhtemelen yeniden saraya geldiğiniz de kocaman kızlar olacaksınız...Yine de siz iyi olduğunuz sürece ben bunlara katlanabilirim...''
Böyle yazıyordu defterde.Son cümleleri yazarken ağladığını yazısının bozulmasından ve birkaç damla göz yaşından anlamıştım.Her ne kadar ağlamayacağımı kendime söylesem de başarılı olamamıştım.On beş yıl bu şekilde yaşamak çok zor olmuş olmalıydı.Üstelik Kanae,her zaman gülümsemesine rağmen ne kadar da acı çekmiş.Çocuklar için de oyun arkadaşlarını canlarını hiçe sayıp koruma görevini üstlenmek kolay olmasa gerek.Şimdi köşke ilk geldiğimde duyup gördüğüm o şeylere birer anlam verebiliyordum.Sung Gyu'nun sorusu,Sung Jong'un bakışları...Şaşırmış olmalıydı.Çünkü sarayda olduğumuz zamanlardaki gibi görünmüyorduk.En azından ben Ye Jin'in saçlarını karamel renginde hatırlıyordum ama şuan koyu kahverengiydi.Çocukların görünüşü için olan büyü ile alakalıydı sanırım.Acaba bizimki neden değişmedi?Gidip Myung Soo'ya sormalı mıydım?Büyüyü o yapmıştı sonuçta.Şimdi gidip onunla konuşmanın sırası değildi.Ben okuduklarımı kaldıramamıştım.Biraz hava almalıydım.Derin bir soluklanma sonrasında odadan dışarı çıktım.Merdivenlere yöneldiğim zaman Kanae ve Ye Jin içeri girdi.Bu kadar uzun süre ne konuşmuşlardı ki?Ye Jin'in yüzünden çok farklı bir ifade vardı.Daha önce onu hiç böyle görmemiştim.Onlar yukarı çıkana kadar merdivenin başında bekledim.Üç basamak kala Ye Jin;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY TAŞI
Fanfiction''...Myung Soo elindeki cam şişeyi masaya vurup parçaladı. Elinden oluk oluk kan geliyordu.Kanayan eli ile yakama yapışıp beni kendine çektikten sonra bağırmaya başlamıştı. -Yorgun musun?Kimin umurunda?Çalışmak zorundasın!Alt tarafı bir kitabı okuy...