Yakup hazırlıklara başlamıştı. Fakat en zor şey ailesinden ayrılmak olacaktı. Uzun zaman önce ordudan ayrılıp buraya gelmişti ve bu hayata çok alışmıştı. Ailesi olmadan çok zorlanacağını düşünüyor ve çok üzülüyordu. Zira tarladaki işler yine babasına kalmıştı. O da artık yaşlanmış ve yeteri kadar gücü kalmamıştı. Bu düşünceler arasında bir yandan da çıkınını hazırlıyordu. Ordudan ayrıldıktan sonra derinlere sakladığı zırhını kalkanını ve kılıcını çıkarmakla başladı işe. Kılıcı eline aldığında ise anıları gözünün önüne geldi. Bir zamanlar tek ailesi bu kılıçtı. Kabzasından bir güzel kavradı ve eski gücünü hissetti. Kılıca özlemle bakarak "Nasılsın eski dostum? Geri döndüm. Beraber yine kafir avlayacağız." dedi. Kınına soktuktan sonra zırhını giymeye başladı. Kılıcı beline astı. Bu sırada eşi odaya girdi. Çok üzgündü. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Fakat Yakup'a da belli etmemeye çalışıyordu üzüntüsünü. Yakup her şeyi anlamıştı. Eşinin yanaklarından narin şekilde tuttu ve başını kaldırarak "Bizim için gidiyorum. Ailemiz ve geleceğimiz için." dedi. Eşi hiçbir şey demedi. Gözünden bir iki damla aktı ve onları engellemek adına arkasını dönerek sildi gözyaşlarını. Yakup'un içi parçalanmıştı. Zira hiç onu böyle görmemişti. Eşi odadan çıktı. Yakup iskemleye oturdu. Hareketsizce bekliyordu. Babası seslendi. Kalktı ve babasının yanına gitti. Babası erzağını hazırlamıştı. Aldı ve dışarı yöneldi. Atına erzağı yükledi. Yola çıkmak için hazırdı. Çocuklarının yanına gitti onlara uzunca sarıldı öptü kokladı sonra eşine sarıldı. Babasının önüne geldi ve başını önüne eğerek beklemeye başladı. Babası elini omzuna koyarak "Yakup mecburiyetten gittiğinin farkındayız. Vicdanın rahat olsun. Biz idare ederiz. Fakat bu savaşta galip gelemezsek neler olacağını şehire gittiğinde sen gördün. Git ve zaferle dön." dedi. Fakat bunları derken gözü doldu babasının. Yakup annesinin önüne geldi. Yine başı önde ellerini bağlamış vaziyette duruyordu. Annesi dayanamadı ve sadece sarılabildi Yakup'a. Birden ağlamaya başladı. Hiçbir şey söyleyemiyordu. Sadece ağlıyordu. Bırakamıyordu Yakup'u. Babası girdi devreye ve annesinin koluna girerek kendine çekti. Yakup atına doğru yürüdü ve seri bir hareketle atına bindi. Gitmek gelmiyordu içinden. Yönünü doğuya doğru çevirdi ve atını dört nala sürmeye başladı. Arkasına bakmadan ilerliyordu. Bir yandan da ağlıyordu. Arkasına bakarsa vazgeçeceğini biliyordu. Köy gözden kayboluncaya kadar koşturdu atını.
Yavaş yavaş güneş batıyordu. Geceyi geçirmek için bir yer bulmalıydı. Fakat en önemlisi de kitabı korumalıydı. Çünkü büyük bir ihtimalle o kitabı ele geçirmek için onu öldürmeye çalışacaklardı. Bir kervansaraya denk geldi. Geceyi orada geçirebileceğine karar verdi ve içeri girdi. Atını seyise teslim etti. Çıkınını alarak kervansarayın sahibinin yanına gitti. Kervansarayın sahibi bir oda gösterdi. Yakup odaya girdi. Çok yorulmuştu. Özellikle o ayrılık faslı çok yıpratmıştı Yakup'u. Taşıdığı kitap da canını çok sıkıyordu. Her an tetikte olmalıydı. Kitabı yastığının altına koydu. Kılıcını da yanına aldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sion Tepesi - Büyük Savaş
FantasiaTeknolojinin olmadığı, yaşamanın sanat olduğu zamanlarda Hz.Süleyman'ın İmparatorluğunda bir savaş oldu. Tüm dünyanın kaderini belirleyen büyük savaş. Bildiğimiz savaşlardan farklı, kılıç kalkandan uzak bir savaş. Fizik ile Metafiziğin savaşı... İçe...