"Yürüyerek ancak bir buçuk saatte oraya varırız."
Atilla alanın çıkışına doğru yürümeye başlarken Aysu da çantasını sırtına alarak onun peşine takıldı. Sabahtan beri orada yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmiş ama yeterli gelmemişti. Büyük ölçüde ekipman sıkıntısı vardı.
Kendi durumunda yardım ettiği insanlar çok acil durumu olan insanlar değillerdi. Kim bilir şehir içi hangi durumdaydı?
Burada durum diye bir şey yoktu. Resmen küçük kıyamet yaşanıyordu. İnsanların kendi imkânlarıyla enkazdan çıkardığı cansız bedenler, yolun kenarında ölüler diyarına gitmek için sessizce yatıyordu. Gidenden hiç ses yoktu da kalanlar, feryat figândı.
Sessiz bedenler dile gelse de anlatsaydı nasıl bir ateşe kurban gittiklerini.
Atilla da tıpkı Aysu gibi dehşetle etrafında olup bitenleri izliyordu. Gölcük depreminde akademiden yeni mezun olmuş ve görevli olarak Yalavoya gitmişti. Ama şu an Antakya ve tüm yakın illerde tarih katliamı yaşanıyordu. Binlerce yıllık ayakta duran kadim şehirler çok büyük yara almıştı. Şimdi o yaralar sarılmaya çalışılıyordu ama izleri yüz yıllarca topraklarda derin yaralar olarak kalacaktı.
Kırk altı yaşındaydı ve birçok felaket görmüştü ama böylesini görmemişti. Zaten kara olan gözleri, daha da kararmış dehşetle etrafını izliyordu. Sıkıntıyla etrafını izlerken kafasından beresini çıkardı ve siyah saçlarını sağ eliyle karıştırdı.
Arkasına döndü ve kendisinden daha beter bir hâlde olan Aysu'nun yeşil gözlerine baktı. Diyecek bir şey yoktu. Sadece bakıştılar ve sessizce yürümeye devam ettiler.
Sağlı sollu her taraf yıkılmış binalarla doluydu. İş makineleri ise yeni yeni çalışmaya başlıyordu. Yardımlar ancak ulaşmaya başlamıştı. Şehir daha yeni ilk şoku atlatmışken ikinci büyük deprem yaşanmıştı. İkinci depreme eşya almak için eve giren birçok insan evlerinde yakalanmıştı.
Enkazdan yol kavramı kalmamıştı. Taşların arasından ilerliyorlardı. Gittikleri güzergâhın doğru olduğuna emindiler ama yolun yarısı yıkılan enkazlar ile doluydu. Bir zamanlar cadde olduğuna inanmak neredeyse imkânsızdı.
Kafalarındaki kötü düşüncelerle ilerlerken, susarak konuşuyorlardı. İkisinin de sessiz çığlıklarla iç sesleri konuşuyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
LazKopat
HumorKaradenizin suları gibi hırçın ve dalgalı bir adam... Akdenizin suları gibi dingin ve naif bir kadın... Ateşin suyu kaynatamadığı, suyun ateşi söndüre ediği bir kitap... Yeni bir nefes, yeni bir soluk, yeni bir başlangıç By:dusomm