Eliz sabah erkenden uyanmıştı. 11.15 onun uyku süresi kriterlerine göre erken bir saat sayılırdı. Aslında cumartesi günleri en son isteyeceği şey erken uyanmaktı ama odasına giren güneş ışığı, masmavi gözlerine vuruyor ve göz kapakları her ne kadar istemese de açılıyordu..Yatağından kalktı, aynanın karşısına geçti. Geceden çıkardığı tokasını saçlarına takacaktı ki saçlarının bu şekilde daha güzel göründüğünü fark etti. Uzun, sarı saçlarını sol omzunun üzerinden aşağı doğru bıraktı. Oldukça iyi görünüyordu. "Bugünlük de böyle olsun" diye düşündü Eliz. Zaten bugün evden dışarıya çıkma niyeti yoktu. Yüzüne su serpmek için odadan çıktı, banyonun yolunu tuttu. Bu sırada dedesinin odasının kapısının açık olduğunu fark etti. Dedesi henüz dükkana gitmemişti. Genelde bu saatlerde hep kuyumcu dükkanında olurdu. Gerçi bazen hasta olduğu ve kendini iyi hissetmediği zamanlarda dükkanı, içten içe sevdiği ama bunu hiç belli etmediği genç ve dürüst bir çocuğa bıraktığını söylerdi Eliz'e ama yine de çok fazla güvenmemek lazımdı bu devirde insanlara.
Dedesini uyandırmayı düşündü bir an. Bunu yapmalı mıydı ? İşyerine gitmediğine göre hasta olmalıydı. Hasta birini uykudan uyandırmak yerine sıcacık bir yemek ve kahvaltı hazırlamak daha mantıklı değil miydi ? Hemen mutfağın yolunu tuttu. Buzdolabındaki hazır çorbalardan birini aldı ve kaynatmaya başladı. Bir yandan da buzdolabında sosis, peynir ve domates aramakla meşguldü. Dedesine harika bir sürpriz yapacaktı...
15 dakika sonra her şey hazırdı. Eliz, çorbayı kaynatmış ve kahvaltıyı hazırlamıştı. Masanın hazırlanış süresi ve menüdeki yemekler göz önüne alındığında Eliz, pratik ve hünerli bir kız sayılabilirdi. Şimdi geriye tek bir şey kalmıştı : Dedesini uyandırmak !
Mila bütün gece uyumamıştı. Gözleri sürekli Eve'in üzerindeydi. Yattıktan bir saat kadar sonra Eve'in telefonuna gelen birkaç mesaj sesi duymuştu ve bu, şüphelerinin ne kadar doğru olduğunu gösteriyordu. Eve ve Christopher'ın birlikte oynadıkları bir oyunun parçası olmuştu. İkisi de ona yalan söylüyorlardı. Bundan emindi. Eve'in mesajlara cevap verirken ona doğru bakması ve gülümseyen bir yüz ifadesi vermesi de cabasıydı. Milagros, Eve'i evden, Christopher'ı da hayatından kovmak için saatleri hatta dakikaları sayıyordu. Christopher'ın bundan sonra onun hayatında olmaması ona ne kazandıracaktı veya ne kaybettirecekti ? Bunları bilmiyordu, denemeden bilemezdi, yaşamadan öğrenemezdi. Artık kararlıydı ve bu kararından da dönüş yoktu.
Milagros, sabahın ilk ışıklarıyla odanın içinde gürültüler yapmaya başlayarak Eve'i uyandırma niyetindeydi. Eğer ona bağırsaydı bütün ev uyanacak bir de onlara durumu anlatmaya çalışacaktı. Olsundu. Bunu göze alacaktı. Christopher'ı bile gözden çıkarmıştı ailesine 3-5 cümle kuramayacak mıydı ?
Eve'e doğru yaklaştı ve sağ ayağının ojesiz baş parmağıyla Eve'in sırtına dokundu. Milagros, haftalık oje sürer, sürdüğü ojeyi gece yatarken temizlemez ve ayak baş parmaklarına asla oje yapmazdı.
Bir kez daha dokundu Eve'in sırtına. Sonra bir kez daha ve bir kez daha... Her dokunuşun şiddeti bir öncekine göre daha fazlaydı ve Eve bu tacize daha fazla direnemedi. "Ne var ne istiyorsun?" dedi kısık bir sesle Milagros'a.
-Ne mi istiyorum ? Birçok şey istiyorum. Şu tüm gece yazıştığın kişiyi ve attığın mesajları göstermenden başlayabiliriz mesela.
Eve doğruldu.
-Neden seninle özelimi paylaşayım ki ? Bir gece misafir ettin diye sana özelimi anlatmak zorunda mıyım ?
-Bu evde yaşıyorsan benim kurallarıma uymak zorundasın, dedi Milagros. Bu sözün ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyordu ama annesinin izlediği yabancı dizilerde sıkça rastgeldiği bir replikti bu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAPAZ 5. ŞAFAK
AdventureHayatının sadece son 4 yılını hatırlayabilen Hristiyan bir genç...Onun bir Müslüman ve bir Yahudi arkadaşı...Ve çevrelerinde gelişen olaylar... Siyaset, spor, din, tarih, sinema, sanat, dostluk, ihanet, aşk, kıskançlık, gizem ve daha fazlası... ...