Çalışma masasının ışığı ince ince yüzüme vururken saat sabahın dördüydü. Hani, saat üç geceyken saat dört sabah olur ya...tam o ince çizgideydim işte.
Dizeleri ,ona yakıştırmaya çalıştığım dizeleri, birkaç kez okudum ve birkaç kez daha. Bir insana umutsuzca tutunmaya çalışmak hatta ki tutunmak ne kötüydü, kendime yakıştıramıyordum.
Kafamı yasladığım masa dibindeki soğuk kirişin biraz üstünde asılı fotoğrafa kayıyor gözlerim. Ölüm gibi bir his. Her an yaşasam da her defasında farklı bir acıyla giriyor içime.
Duygu platoları içinde boğulmaya başlıyorum tekrar, pişmanlık kasıklarıma kadar ilerliyor. "Bonjour," adı dudaklarımdan dökülüyor yine ve yine. Bu fotoğrafı oradan kaldırmam gerektiğini düşünüyorum, bir de onun son kelimelerini zihnimden çıkarmamın.
"Çiçekler ölmemeli." diyordu son nefesi eşliğinde, gidiyordu öylece. Tanrı belası katalepsi yüzünden yummak zorunda kalıyor gözlerini.
Yumuk gözleri karşı dağdan pin-pin yansıyan ışıklar, yansıma döngüsüne dahil olmuş gökcisimlerine benzerdi ve kelimeleri annemin kadifeden nişan elbisesi gibi yumuşacıktı.
Yüzü Jaribu'ya o kadar benzerdi ki belki aşkım buradan doğmuştu. Jaribu'nun bakışlarında her seferinde Bonjour'u buluyordum. Nerede kaybettim nerede buluyorum, işe bak!
Kız kardeşimi buluyordum gözlerinde, altı yaşında bir çocuğu.
Öksürüp boğazımı temizliyorum, fısıltılarla okuyorum dizeleri.
Bu bir oyun olmamalı,
Bu bir oyun olmasınBakışların yanıltmamış olsunlar yüreğimi
ve yalandan hissetmemiş olayım teniniŞarabın tadını cidden almış olayım o gece hür dudaklarından
ve her mahluk gibi cimciklemeksizin tenimi,İskeleden sarkan halatlardan birinin ucu olmayayım
Ya da aynanın üzerindeki çatlaklardan biriSen bir oyun olma,
Bu bir oyun olmasınKağıt elimde bir süre daha öyle kaldı, sonra ise derin bir nefes verdim. Onun son sözlerini unutamamakla birlikte elimin kağıtta öylece oynamasına izin verdim, yaşların birikmeye başladığı gözlerimin pin-pin parladığını biliyordum.
Gülersin daima ama değilsin beyaz dişli bir çocuk,
paletli ayakkabıların ışıldar ama
toniğe sarmalanmış geçirirsin koca bir kışıAyazlar ve kar taneleri olamaz arkadaşın,
kulağının köşesindeki o ses bir dost olur sana ben gittiğimde uzaklarapencereden sızarken hafif soğuk, yalnızken o koskoca kraliçe yatağında
ve bıçak göz kırptığında komidinin üstünde,
ve cezbediciyken kapamak gözleriyemin ederim, yemin
gülüşün inci gibiydi,
çiçekler öldüğündeDizelere bakarken düşündüm, Jaribu'ya mıydı Bonjour'a mıydı bu dizeler? Yoksa sadece kendime çektirdiğim bir ızdıraba ithafen miydi?İkisini —istemeden birbirine katmak ve kalbimde ikisini böylesine harmanlamak ne büyük işkenceydi!Buna başlamak da ne büyük hata, ve de Jaribu'yu sevmek.
Dudaklarımı dişlerken aceleyle kağıdın sol köşesine Jaribu'ya notunu düştüm. Yüreğimi bir nebze olsun rahatlatmak için. Biraz daha üste büyükçene ismini yazdım dizelerin, Çiçekler Ölmemeli.
Izdırabımdan öyle muzdaribim ki, insanın sevdiğinin gözlerinde aynı kandan altı yaşındaki bir kız çocuğunu görmesi nasıl anlatılabilir sözcüklerle?Ademin çocukları, Havvanın ilikleri, bir cevabınız var mıdır? Var ise verin, zira aklım da yüreğim de kaçıyor.
Ayağa kalkıp pencereye bakıyorum, birkaç insan geçiyor ve aynı bem gibi Dünya da henüz ölmemiş. Ani bir düşünceyle hırkamı kapıyorum ve kapıyı çarpıp dışarıda buluyorum kendimi. Biraz koşuyorum, biraz yürüyorum, biraz da gülüyorum. Ciğerlerime dolduruyorum Dünya'yı ve yaşamı. Bir anda 10 V'luk lambayla geçinen tek odalı evin öksüz, sefil sahibi gibi çok dertli ama çok da dertsiz oluveriyorum! Yaşıyorum.
Hala yaşıyorken, iblis mermileri uzak dursunlar benden.
Yaşıyorum dedikçe
yaşıyorum!
