Sonunda bir sarsıntı oldu. Her şey kayboldu ve etrafımda her şey havalandı. Midem bulanmış başım dönüyordu. Ahmed;"sakin haydi bakalım gidiyoruz" dedi. Ahmed bana bilgi vermeye devam ediyordu. "Kuyunun genişliği beş- metredir. İç kaplamasının acilen tamire ihtiyacı var her taraftan su sızıyor işte bu çok kötü" dedi. Sonunda gelmiştik. ben en geride, Ahmed'in arkasındaydım. on-dört kişilik grupla, sol galeriye girdik tek sıra halinde ilerliyorduk. Birden! bir ışık belirdi. Kayaların kaydığını hissettim ve içim titredi. Arkadaşlarımı taklit ederek duvara yapışınca burnumun dibinden, birkaç kömür vagonunun hızla yanımızdan geçtiğini gördüm. Yolumuza devam ettik, ileride bir altı yol ağzındaki üç yeni galeri'de işçilerin bir kısmı ayrıldı. Teker teker madenin her köşesine dağılıyorduk. Boştukta belli belirsiz gürültüyle yanımızdan geçen kimisi boş, kimisi dolu kömür arabaları durmadan gelip geçiyor, yolda karşılaşıyorduk. Benim başımda başlık olmasa idi, kafam yanmış olurdu. Çünkü içerisi resmen sıcaktan kaynıyordu. Beni kötü halde rahatsız ediyordu. Ve ayaklarım arada sırada su gölcüklerine batıyor, çamura bulanıyordu rahatsız oluyirdum. Yola çıktığımızdan beri, hiç kimseyle konuşmamıştım. Ahmed arkasına dönmeden;"yukarı çıkıyoruz" dedi. Bende Ahmed'i izledim. Madencilere ait olan bu baca ufak yollara çıkmak içindi. Yetmiş- santim kadardı. Kömür tabakasının nerdeyse kalınlığında idi. Yan yolların birincisine geldik. Bacalara tırmanıyorduk. Her on-altı metrede, bir başka yollara çıkıyorduk. Ve bir baca daha tırmanacaktık. Ben ise, çok yorulmuştum ve zorlada olsa bir bacayı daha tırmanmıştım. Ahmed;"cesur geldik"dedi. Ben bir iç çekip rahatladım. Sonunda çalışacağımız yere varmıştık. En alt katta Akif , Cenk ve Ahmed, üst katta; Soner ve ben çalışacaktık. kollarımıza sıvayıp çalışmaya koyulduk. Soner küreği nasıl kullanacağımı gösteriyordu. Bana gerekli şeyleri öğrettikten sonra, hep beraber çalışmaya koyulduk. Daha acemi olduğum için, zor çalışıyordum. E tabi! kolay iş değildi.! Ben öyle çalışırken Soner'in o sinirli suratıyla karşılaştım. beni sinirle süzerken;"eşek gibi herifsin bir kız kadar, bele kuvvetin yok! şu arabayı hemen doldursana bee! Ne duruyosun Yoksa yorulmak istemiyorsun Allah'ın cezası!"dedi. Benim sinirim iyice tepeme çıkmıştı. neyse ki sakinliğimi koruyordum. Ve işçi ile baş işçi arasındaki haşin derece farkını kabul ederek, cevap vermekten kaçındım. Böyle bir kaç saat çalışmaya devam ederken çalışma saatimiz sona ermişti. Ahmed yokarı çıkmıştı ve gitme vaktimiz geldi dedi. Ocak yavaş yavaş boşalmaya başladı. Daha şimdiden kırk kadar toplanmış, işçi vardı. Kömür tozuna bulanmış beklemekten donan bu adamlar, çavuş asansörcülere;"hadi çabuk olalım çabuk olalım diyor acele edelim, bir taraftanda ceza vermemek için, asansörün yukarı çıkma manevrasını hızlandırıyordu. Sıra bize gelmişti. Zar zor beş kişi ile birlikte sıkışmıştık. Birdenbire! yukarı o kadar çabuk çıkmıştık ki dışarı çıkmaktan bir huzur duymuştum. Hepimiz çok yorgunduk ve bitkin bir halde eve gittik. Tarık amca evde bize güzel bir yemek pişirmişti. İçerisi çok nefis bir koku yayılmıştı. Sofrayı hep beraber kurup yemeğe koyulduk gerçekten de tavuklu çorba nefisti... Yaşlı adamının elleri marifetliydi. bir kız bile bunu zor becerirdi. Sabah- olmuştu guguklu saat yedi defa öttü. ilk ben uyanmıştım. Örtülü pencerelerin panjurlarından, solgun gün ışığı süzülüyordu. odanın havası dayanılmaz bir durum almıştı. kömür kokusundan Ahmed'de gözlerini ovuşturarak, ve yorgunluktan ede ede kalktı. Babasının uykusunu bozmamak için, panjurları kapalı tutuyorlardı. Bütün bu şamataya karşın, yaşlı adam horlamaya devam ediyordu rahat değildi yine. Teker teker Ahmed onları uyandırdı. Panjurları açmıştı. Ahmed ile ben kahvaltı olarak bir şeyler hazırlamaya koyulduk. Yedekte diye ayırdığımız erişteyi pişirdim çok az bir miktar vardı. Hele hiç yağ yoktu. Bunu sade suyla içecektik. Büfe ise tamtakırdı. Kuru bir ekmek dilimi bile yoktu. Ahmed;" burjuvalarda belki bir şeyler kaparsınız oraya gidin bir şeyler versinler açlıktan midemiz kıvranıyor dedi. Ben ve Soner gidelim mi?" Dedim O da dedi "tamam gidin." hemen ben ve Soner hazırlandık yola koyulduk. O soğukta ve çamurda çıktık dışarıya buz gibi hava esiyordu. Ayaklarımız her adımda yapışkan çamura gömülüyor, çıkmak bilmiyordu. Biraz yürüdükten sonra, yolların etrafı yavaş yavaş binalar dolmuştu. Burası rengarenk binalarla, bir işçi kenti halini alıyordu. Tuğladan yapılmış camiler, kömür tozuyla kapkara olmuştu . Evlerin ve fabrikaların arasında yer yer kümelenen kafeler vardı. Burjuvalara yaklaştık. Tek ümidimiz burjuvalardı. Eğer onlardan bir kaç şey koparamasaydık açlıktan daha da sefil olurduk. Hem yürüyordum hem de henüz elimize geçmemiş birkaç meteliği hayalimde harcıyordum. Karnım açlıktan gurur duyuyordu. Ne kadar çalıştıysakta, karşılığında az para kazanıyorduk bu para tüm ihtiyaçlarımızı yetmiyordu. Öyle kara kara düşünürken Soner, arkasına bir bakış atıp acele etmemi söyledi. Hızlı olmak istiyordum ama ayaklarımda derman kalmamıştı. İki- kilometre yol aldıktan sonra burjuvalara yaklaşmıştık. Burjuvalardan birinin kapısını tıklayıp bir kaç dakika kapı önünde kaldıktan sonra kapıyı bir kız açtı. Ve açmasıyla ben kıza durup baka kaldım. Soner de benim gibi bakıyordu. kız karşımız da utangaç bir edayla ve şaşırmış bir halde;"ne istiyorsunuz kimsiniz?" dedi. Ben kekeleyerek "şey.. Biz kaç gündür sefil kaldık açlıktan ve size geldik lütfen! yiyecek bir şeyler verin." Kız üzülmüş bir suratla;"peki ayakkabılarınızı çıkarın ve içeri geçin"... söyleneni yapıp arkasından içeri girdik. İçerisi çok sıcaktı. ****** ***** * Nazlı' nın ağzından; Ben ilk görüşte. Aşk'a inanmayanlardan biriydim. Asla böyle bir şeyin mümkün olmayacağını düşünmüştüm. Meğer yanılmıştım. İlk görüşte aşk diye bir şey varmış. Şimdi inanmaya başlamıştım. Çünkü Cesur'u görür görmez ilk bakışta aşık oldum. Gözlerimi kendisinden ayıramıyordum. Çok yakışıklıydı. Ve kalbim küt küt atmaya başlamıştı ne yapacağımı bilemiyordum. karşısında. oradan ayrılıp Babamın odasına gittim ve onu çağırdım. Genelde aç insanlara sadaka dağıtırdık. sadaka dağıtma görevini bana bırakırdı. Babam bunu çocuklarına iyi terbiye vermenin şartlarından sayıyordu.***