1.Bölüm-Siyah İnci

153 4 10
                                    

Yürüdüm... Nereye gittiğimi bilmeden, daha doğrusu önemsemeden, sadece yürüdüm. İçimdeki acıyı geride bırakabileceğimi zannederek, yürüdüm... Yolun sonu neresi bilmeden... Koşmaya başladım sonra... Koşarsam içimdeki acı daha çabuk gider sandım. Sanki acı, boynumdan aşağı süzülen terle birlikte yere düşüp gidecekti. Kırmızı ışığı, sürücülerin küfürlerini, insanların bana bakışlarını önemsemeden koşmaya devam ettim...
Nefesim kesilmeye başlayınca durdum. Her tarafım ter içinde kalmıştı. Sesler boğuk boğuk geliyordu kulağıma, her yer bulanıktı. İki gündür bir şey yememiştim. Bir de üstüne ağustos sıcağı eklenince, bayılmışım...
Gözlerimi açtığımda kolumda serum, bir hastanede buldum kendimi. Yanımda, seruma bir şey enjekte eden hemşireye dönüp, buraya nasıl geldiğimi sordum. Hemşire, beni buraya bir adamın getirdiğini söyledi.
"Keşke gitmeseydi, en azından bir teşekkür ederdim." dedim.
Hemşire gülümseyerek,
"Gitmedi zaten. Kafeteryada. Siz uyanınca da haber vermemi istedi." dedi.
"Niye gitmemiş ki?" diye sordum şaşkınlıkla.
"Yakınınız olduğunu söyledi."
"Yakınım mı?"
Kafasını evet anlamında salladı. Ve odadan çıktı...
Ailem yurtdışında yaşıyor. Ben ise üniversiteye ilk başladığımda, arkadaşımla birlikte kiraladığımız bir evde kalıyorum. Beni buraya getiren kişi, ev arkadaşım Gizem olabilir mi diye düşündüm. Ama hemşire beni buraya getirenin bir erkek olduğunu söylemişti. O zaman kesin Tuğrul ya da arkadaşlarından biriydi... Sevgilim, pardon, eski sevgilim ve arkadaşları... Onlardan biri olmalıydı beni buraya getiren...
Birden kapı açıldı. Uzun boylu, yakışıklı bir çocuk girdi içeri. Takım elbise giyen tiplere benzemiyordu. Daha çok başına buyruk, serseri biri gibiydi. Siyah t-shirt, üstüne bir siyah gömlek, siyah pantolon ve siyah bot giymişti. Baştan aşağı simsiyahtı... Siyah bir inci gibi... Parlaklığı, siyahıyla boğulmuş, kaybolmuştu... Birden yanımda duran sandalyeye takıldı gözüm. Üstünde asılmış, siyah bir deri ceket vardı. Tabiki de onun... Hiç tarzım değildi siyah giyinmek... Varlıklı bir ailenin, biricik kızıydım. Prensesler gibi pembe, mor giyerdim hep. Üstümdekilere bakınca beyaz, desenli bir t-shirt ve mor tayt giydiğimi farkettim. Sinirle evden çıkarken rastgele seçilip giyilmiş şeylerdi. Ama siyaha dair en ufak bir şey yoktu...
Siyah inciye benzeyen bu çocuğu daha önce hiç Tuğrul'un yanında görmemiştim. "Sen Tuğrul'un yeni arkadaşı mısın?" diye sordum. Bana deliymişim gibi gülüp, deri ceketinin asılı olduğu sandalyeye oturdu. Hala gülüyordu... O gülmeye devam edince sinirim bozuldu ve "Cevap versene! Bir şey sorduk burda. Tuğrul senin gibi salağı nerden buldu acaba?" diye bağırdım. Ama Siyah İnci hala gülüyordu. "Tuğrul kim ya?" dedi gülerken.
"Sen Tuğrul'un arkadaşı değil misin?" diye sordum hayretle.
"Yoo" hala gülmeye devam ediyordu...
"Sen kimsin peki? Yakınım olduğunu söylemişsin?"
"Önce ben sordum küçük hanım. Tuğrul kim? Anlat bakalım" gülmemeye çalışıyordu.
O gülmeye devam edince sinirim bozuldu ve kafamı diğer tarafa çevirip gözlerimi kapattım. Sandalyeyle birlikte kafamı çevirdiğim yöne geldi ve oturdu.
Boğazını temizlemek ister gibi elini ağzına götürdü ve iki kere öksürdü.
"Tamam tamam. Gülmüyorum. Söz. Ama anlatmanı çok isterim." dedi ciddi bir ses tonuyla. Sonra yüzünde, küçük çocukların annesinden bir şey isterken kullandığı ifadeyle "Gerçekten" dedi.
"Tuğrul, sevgilim." dedim bıkkınlıkla.
"Demek sevgilin" dedi arkasına yaslanıp.
"Ne var bunda? Olamaz mı?"
"Hayır hayır. Öyle demek istemedim. Sadece..."
"Sadece...?"
"Seni buraya getiren kişinin neden sevgilin değilde onun bir arkadaşı olduğunu düşündün?"
Bir süre sessizlik oldu... Sessizliği bozan Siyah İnci oldu...
"Anladım..."
"Ne anladın Allah aşkına? Anlat da biz de bilelim." dedim sinirle.
"Ayrısınız"
"Ciddi misin? Bak bunu hiç bilmiyordum. Söylemen iyi oldu." dedim hem alaylı hem de sinirli bir şekilde.
Hiçbir şey söylemedi... Yine bir sessizlik oldu.
"Of! Neyse... Ben söyledim, şimdi sen cevap ver. Sen kimsin? Niye yakınım olduğunu söyledin? Niye gece başımda bekledin?"
"Heeeyy! Yavaş gel. Ben tek bir soru sormuştum." dedi hafifçe gülüp, ellerini teslim olurmuş gibi havaya kaldırarak.
"Cevap ver ya da git başımdan."
"Tamam. Anlatıyorum..."
"Dinliyorum..."
"Ben Bulut. Bulut Soykan. 21 yaşındayım, üniversite 2'e başlayacağım..."
Tam yeni bir cümleye başlayacaktı ki lafa atladım,
"Siyahı seviyorsun, spor giyiniyorsun, başına buyruksun, dövmen var ve asla pop dinlemezsin..."
Gözlerini kocaman açmış, hayretle bana bakıyordu.
"Öyle bakma. Yanlış bir şey mi söyledim?" dedim. Oysa ki tahminlerimin doğruluğundan emindim.
"Hayır hayır. Söylediklerinin hepsi doğru. Ona şaşırdım zaten" dedi. Hala kocaman açtığı gözleri üzerimdeydi.
Gülümsedim.
"Ee? Niye yakınım olduğunu söyleyip başımda bekledin?"
Bu soruya hazırlanmış gibi hemen cevap verdi,
"Koşarken seni uzaktan görmüştüm. Durduğun anda bir terslik olduğunu düşünüp sana doğru ilerlemeye başladım. Tam yanına yaklaşmışken bir anda yere yığıldın. Ben de seni kucakladığım gibi hastaneye getirdim."
"Teşekkür ederim" dedim sevimlilikle.
"Önemli değil. Kim olsa aynı şeyi yapardı zaten" diyip göz kırptı ve gülümsedi.
"Peki neden-"
Cümlemi bitiremeden bir anda konuşmaya başladı,
"Çünkü ciddi bir problem olduğunu anlamıştım. Peşinde birileri var veya bir şeylerden kaçıyorsun diye düşündüm. Merak ettim doğrusu. Koşarken tüm yol boyunca peşinden geldim. Epey bir süre koştun. Kısa süre sonra durursun sandım ama inatçı çıktın. Normal bir insan çoktan durmuştu. Çünkü koştuğun mesafe, sıcaklığı düşününce dayanılacak gibi değildi açıkçası. Dediğim gibi: Merak. Sen uyanınca bana her şeyi anlatırsın diye bekledim. O yüzden hemşireye, sen uyanınca bana haber vermesini söyledim."
Bu bana pek gerçekçi gelmemişti ama bozmadım.
"Ben anlattım. Sıra sende. Sen kimsin anlat bakalım?"
"Peki..."
Yutkumdum...
"Ben Işıl Candemir. 19 yaşındayım. Üniversite 1'e başlayacağım..."
"Varlıklı bir ailenin kızısın, prensesler gibi büyütülmüşsün, renkli giyinmeyi seviyorsun, muhtemelen her gün sabah yürüyüşü yapıyorsun ve düzenli olarak her cumartesi spor salonuna gidiyorsun. Görünüşüne önem veriyorsun, Pop dinliyorsun."
Bu defa hayretle kocaman açılmış gözler bana aitti. Benim bir şey dememe zaman kalmadan,
"Görünüşünden, giyim tarzından falan belli oluyor." dedi merakımı gidermeye çalışarak.
"Senin de" dedim gülerek.
O da gülmeye başladı.
Gözüm birden kolumdaki ize takıldı. Kan almışlar demek ki. Ama neden? Uzun süre koluma anlamsız gözlerle bakınca Siyah İnci olayı açıklamaya başladı,
"Birkaç test için senden kan alındı."
"Ne testi?"
"Herhangi bir hastalığın var mı diye bakmak için. Sonuçta ilaçlarını ona göre vermeliler değil mi?" dedi ve göz kırptı.
"Yakınım değil miydin sen? Doktorlara söyleseydin ya hastalığım var mı yok mu diye" dedim alayla ve gülmeye başladım. Benim güldüğümü görünce siyah inci de güldü... Bir anda durdu "Peki var mı bir hastalığın?" dedi tüm ciddiyetiyle.
"Yok"
"İyi. O zaman test sonuçlarını bildiğimize göre beklemeye gerek yok. İstersen çıkalım hastaneden? Doktor istediğin zaman gidebileceğini söyledi"
"Çok sıkıldım zaten. Çıkalım"
Bunu dememle Siyah İnci ayağa kalktı ve deri ceketini sandalyeden alıp koluna astı. Sonra da dışarı çıkıp, serumu kolumdan çıkarması için hemşireyi çağırmaya gitti. Ama tek başına geri döndü. Deri ceketini tekrar sandalyeye astı ve oturdu. Kafasını arkaya atıp gözlerini kapattı.
"Kalksana. Gidelim hadi. Hemşire nerde?" dedim. Hafif sinirli çıkmıştı sesim.
"Yok" dedi gözlerini açmadan.
"Ne demek yok? Koskoca hastanede hemşire mi kalmadı?" sesim, tahmin ettiğimden daha yüksek çıkmıştı.
Cevap vermedi...
Sinirle kolumdaki serumu unutup ayağa kalktım. Ve... Çığlık...
Siyah İnci bir anda gözlerini açıp, hızla yerinden fırladı.
"Kolun!"
Koluma baktığımda aşağı doğru durmadan süzülen kanları gördüm. Serum iğnesi, damarımı yırtmıştı...
Hemen omuzlarımdan tutup yatağa oturttu beni ve hemşireye bağırmaya başladı. Saniyeler içinde hemşire koşarak odaya girdi.
"Hani hemşire yoktu?" dedim sinirle kolumu geri çekerek.
"Uzat şu kolunu!" diye bağırdı Siyah İnci.
"Hani. Hemşire. Yoktu!" kolumu uzatmamaya kararlıydım.
"Tahmin ettiğimden daha inatçıymışsın ama ben de bir o kadar kurnazım güzelim" diyip göz kırptı. Ben daha ne olduğunu anlamadan bir anda hemşire arkama geçti, hemen kolumu yakaladı. Ne kadar dirensem de çok kan kaybettiğimden ve tarif edilemeyecek bir acı hissettiğimden kolumu geri çekmeyi başaramadım.
Siyah İnci bir anda beni kucağına alıp yatağa yatırdı.
Hemşire ile Siyah İnci benim anlamadığım bir şekilde birbirlerine işaret ile bir şey anlatıyorlardı. Sonra hemşire odadan çıktı. Ama kolum? Sadece ince bir sargı beziyle sarılmıştı. Demek o kadar da kötü değilmişim.
"Gördün mü bak, hiçbir şey yokmuş. Ne gerek vardı hemşireye?" dedim sinirle. Derin bir nefes alıp yatağa iyice yayıldım. Kolum hala çok acıyordu.
Cevap vermedi...
Kapı açıldı ve az önceki hemşire geri geldi. Elinde birkaç malzeme vardı.
"İyiyim ben. Bir şeyim yok. Kolum acımıyor! Yeter! Çıkmak istiyorum burdan!" hala sinirle bağırıyordum.
"O zaman şöyle yapalım..." dedi Siyah İnci, oturduğu sandalyeyi bana daha çok yaklaştırırken. "Kesik olan koluna dokunmayalım. Senin istediğin olsun. Ama sanırım ben kan görünce biraz korktum. Bana diğer elini verir misin? Elini tutmak istiyorum. Belki korkum biraz da olsa azalır" dedi, yüzünde yine küçük çocukmuşta annesinden şeker istiyormuş gibi bir ifade vardı.
"Çocuk musun sen?" dedim bıkkınlıkla.
"Hadi ama... Lütfen" yüzünde kocaman masum bir ifade belirdi.
Dayanamayıp sağlam kolumu ona uzattım.
"İyi be tamam!"
Ama elimden değil bileğimden tutmuştu. Sımsıkı... Kolumu o kadar çok sıkıyordu ki hareket dahi ettiremiyordum. Hemşire aniden yanımıza geldi, koluma bir iğne yaptı. Ve uykuya daldım...

ZIT KUTUPLAR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin