YR

1K 103 104
                                    

Yoğun dumanlarla kaplı alanda önümü zar zor görüyordum. Oksijen maskesini düşünmem oldukça akıllıca olmuştu. Yoksa şu an büyük ihtimalle bayılmış olurdum.

Arabaya iyice yaklaştığımda alevlerin sıcaklığı yüzümü yakıyordu. Dayanmalıydım. Dayanmam gerekiyordu!
Zar zor kapıya ulaştığımda üzerimdeki hırkayı çıkartıp kapıyı açtım. Şükür ki ateş henüz içeriye ulaşmamıştı. E tabi zengin olunca her şeyin en güvenlisini, en kalitelisini alıyordun. Öğrenciliğin gözü kör olsun.

Sehun, başı direksiyonda ve bayılmış bir vaziyette burnundan ve kafasından akan kanla öylece yatıyordu. Masumiyeti beni büyülüyordu. Eğer şu an arabanın patlayıp, ikimizi de öldürme ihtimali olmasa oturup onu öylece günlerce, haftalarca izlerdim.

Beynimi kemiren salakça düşünceleri silip yaptığım işe yoğunlaştım. Elimdeki maskelerden birini hemen ona da taktım. Şimdiyse Sehun'un emniyet kemerini çıkarmalıydım. Birden sırtımda hissettiğim ürpertiyle donup kaldım.

Üşüyordum. Çenem titremeye dişlerim birbirine çarpmaya başlamıştı. Ama ateş yakmaz mıydı? Öylseyse neden böyle hissediyordum?

Kafamı çevirip baktığımda sırtıma gelen şeyin ateş değil su olduğunu fark ettim. Sonunda itfaiye gelmişti. Dönüp baktığımı fark edenler olmuştu. Elleriyle 'Fighting!' işareti yapıyorlardı.

Gülümseyip tekrar Sehun'a odaklandım. Emniyet kemerini açıp onu battaniyeye sardım. Önce kucağıma almayı denesemde bunu yapacak gücümün olmadığını biliyordum. Koltukaltlarından tutup arabadan çıkardım. Zaten neredeyse tamamen sönmüş olan arbabadan sadece dumanlar çıkıyordu.
Onu temiz havanın olduğu yere getirene kadar bırakmamıştım. Sonunda dumanlardan kurtulduğumuzda derin bir nefes alıp maskemi çıkarttım. Tam onunkini de çıkartacaktım ki yanıma gelen sağlık görevlileri buna izin vermedi.

"Teşekkür ederiz küçük bey. Şimdi gerisi bizim işimiz tamam mı?" Sehun'u getirdikleri sedyeye yatırıp ambulansa taşıdılar.

Sağlığından emin olana kadar yanında kalmalıydım. Ben de yanında bindiğimde benimle birlikte menajeri de binmişti. Telefonla konuşuyordu.

"Sung Hee iyi mi? Oh Tanrım şükürler olsun! Tamam. Sehun'un durumu ağır gözükmüyor. Görüşürüz."

Aish şu kadın! Sehun'u öylece bırakıp kendini kurtarmıştı. Halbuki yapacağı tek şey emniyet kemerini açıp kendisiyle birlikte onu da çıkarmaktı.

"Durumu iyi. Sadece biraz dumandan etkilenmiş. Ne olur ne olmaz diye bir kaç tetkit yapacaklar."
Rahatlamayla derin bir nefes verdim. İyiydi. İyi olacaktı.

Birden boynumdaki boşlukla irkildim. Bir şey eksi-

"Kameram!" Sesimin çıkmasına engel olamamıştım.

"Sorun değil. Sana yenisini yollarız merak etme." Menajeri beni duymuştu.

Hayır ben yeni bir kamera istemiyordum. Vereceği o kamerada Sehun'un fotoğrafları da olacak mıydı? Mesela bugünki çektiğim fotoğraf. O en güzeliydi!
Sıkıntıyla saçlarımı karıştırdım. Benim tek mal varlığım o fotoğraflardı. Sahip olduğum için mutlu ve özel hissettiğim sadece onlardı ve artık onlar da yoktu.

Yol boyunca benim derin iç çekişlerimden başka ses duyulmamıştı. Sonunda hastaneye geldiğimizde yoğun bir kalabalık bizi karşılamıştı. Zar zor aralarından sıyrılıp içeri geçebilmiştim.

Geçen bir kaç saatin ardından nihayet iyi haber gelmiş, Sehun'un durumunun iyi olduğu anlaşılmıştı. Hatta doktor, akşama taburcu olabileceğini bile söylemişti.

Sooner or LaterHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin