Yürümekten artık yorulmuştum. Bir banka oturup yağan yağmurun beni esir almasına izin verdim. Islanmayı seviyordum. Yağmuru seviyordum. Toprak kokusunu seviyordum.
O kadar yalnızdım ki...
28 yaşında, işini severek yapan bir doktordum ben. Yıllarca kendimi derslerime adamıştım. İstediğim bölümü kazanmıştım da. Tıp fakültesinden mezun olmuştum. Şimdi de kendimi mesleğime adıyordum.
Tek arkadaşım mesleğimdi.
O kadar yalnızdım yani.
Ama bildiğim bir şey varsa, bu yalnızlığı kendim inşa etmiştim.
17 yaşındayken hoşlandığım çocukla kaçmaya kalktığım için ailem bana küsmüştü. Konuşmuyorduk. Haklılardı da. Gerçekten, şu an onlara o kadar hak veriyordum ki...
En kötüsü de acısı dinmek bilmiyordu.
Sonra ne mi oldu?
Hoşlandığım çocuğun ismi Murat'tı, Murat'la kaçmış, beş parasız yaşamaya çalışmıştık. Daha doğrusu çalışmıştım. Murat beni insan yerine bile koymaz olmuştu.
Tecavüze uğramıştım.
Sonra ise mide bulantısı, baş dönmesi... Korkuyla hastaneye gittiğimde ise doktorun ağzından o lanet cümleyi duydum, Hamilesin. Daha 17 yaşındaydım, okuyacaktım... Bir çocuğa nasıl bakacaktım ben? Neyse ki katil olmadan karnımdaki canlıdan kurtulmuştum. Murat ve annesinin yaptırdığı ağır ev işleri yüzünden bebeği düşürmüştüm.
İntihar edecek raddeye gelmiştim artık. Kendime bir yol ararken teyzem bana yol göstermişti. O okutmuş, mezun etmişti beni. Birlikte Antalya'ya gitmiştik.
Mutluydum. Yani öyle sanıyordum.
Neredeyse yüzlerini unutmaya başlayacağım ailemi özlüyordum.
Arkama yaslanıp, geçmişimin zihnimi ele geçirmesine izin verdim...
5 Ocak, 2006
"Zehra, kızım gel yardım et sofraya." Elimdeki kitabı oturduğum koltuğa bırakıp oflayarak annemin yanına gittim, "Ders çalışıyorum ya ben!" Hâlbuki çalışmıyordum. Vakit öldürüyordum.
Gece 01.00'de Murat gelecek ve beni kaçıracaktı. Heyecanlıydım. 18'ime girdiğimde evlenecek ve kendimize bir ev tutacaktık.
Annemin elindeki tabakları alıp salondaki yemek masasına götürdüm. Tekrar mutfağa geldiğimdeyse annem kolumdan tutup beni durdurdu, "Benden bir şey saklamıyorsun değil mi?"
"Hayır be ne saklayacağım?" Derin bir nefes aldı, "Zehra bak kurban olayım yüzümüzü yere eğecek bir şey yapma kızım. Bir şey varsa söyle bilelim." Ofladım, "Bir şey yok dedim ya?"
"İyi. Senin dediğin olsun bakalım."
* * *
Yatağıma uzanmış tavanı izliyordum. Annemler çoktan uyumuştu.
Odamda yankılanan cam sesiyle bakışlarımı gülümseyerek cama sabitledim. Gelmişti. Yataktan kalkıp camın önüne gittim, perdeyi hafifçe aralayıp aşağıya baktım. İşte oradaydı. Yüzümde istemsizce oluşan gülümsemeyi silmeden montumu giyindim, kendim için hazırladığım küçük çantayı alıp ses çıkarmamaya çalışarak evden çıktım. Apartmanın merdivenlerini teker teker indim.
Murat da gülümsüyordu. ''Hazır mısın?'' Heyecanla başımı aşağı yukarı salladım.
Mutlu olacaktık, değil mi? Ancak hepsi toz pembe hayallerden ibaretti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bedel
Short Story...Ben sadece, yıllar önce yaptığım hatanın bedelini hala ödemeye devam ediyordum.