II

149 17 33
                                    

Sabah yine monoton hayatıma kaldığım yerden devam ettim. Hastalarımla ilgilendim. Akşam olduğunda ise yine yalnız olarak, yapayalnız evime geldim.

Benim hayatım buydu işte.

Yüreğimde o kadar ağır bir yük vardı ki, 'Ben bu hayatı istemiyorum, bunları hak ettim mi?' diyemiyordum. Hak etmiştim. 

Çantamı salondaki koltuğun üzerine bıraktım. Mutfağa gidip bir bardak su içtim ve salona gelip oturdum. Kendimi yalnızlığımla baş başa bıraktım.

Sonra ne mi oldu? Durun geçmişime kaldığım yerden devam edeyim...

12 Nisan, 2006

Hava buz gibi. Murat'ın beni hapsettiği odada yatağa oturmuş, pencereden gökyüzündeki kuşları izliyorum. Karnım ağrıyor. Başım ağrıyor. Dün bebeğimi düşürdüm. Hem de onun yüzünden. Her ne kadar anne olmak istemesem de üzülüyorum bir canın bu dünyadan göçüp gitmesine.

Kollarımdaki morlukları inceledim bir süre. Ardından da eşofmanımı kaldırıp bacaklarımdaki kemer izlerini... Bacaklarım dokundukça yanıyordu, hatta yürümekte bile zorlanıyordum. Eşofmanımı tekrar indirip, halısız zeminde duran tepsiye baktım. İçinde bir ekmek, yanında da bir bardak su. Bana niye böyle davrandığını gerçekten anlayamıyordum. Ben ona ne yaptım ki? Ardından annemin zamanında söyledikleri çınlıyor kulağımda:

''Bir şey varsa haberimiz olsun. Kurban olayım kızım bizi utandıracak bir şey yapma.''

Ve ardından bir başkası daha:

''Kızım bak başına bir şey gelir, dışarısı tekin değil.''

Kafayı yiyecek gibi oluyordum. Ellerimle kulaklarımı kapattım, peki zihnimi nasıl susturacaktım?

Ailem... onları çok özlüyordum. Son pişmanlık bir işe yaramaz derler, ne kadar haklı bir tespit. Keşke kaçmasaydım diyorum... 

Ve odaya Murat girdi. Yanıma yaklaşıp tam karşımda dikildi. ''Baban kısmi felç geçirmiş.'' Ve tam da o an sanki bir kemer de kafama yedim... Kaynar sular başımdan aşağı dökülüyor, tekrar başıma çıkıyor ve tekrar dökülüyordu. Ellerim ayaklarım tutmuyordu sanki. Kuru boğazımla hiçbir şey söyleyemedim, sadece yutkundum. Murat ise canımı daha fazla acıtmak istermiş gibi gözlerimin içine dikti gözlerini. ''Ailenin namusunu beş paralık ettin. Kızım orospu olsa ben ilk onu sonra kendimi öldürürdüm herhalde.''  Kaşlarım çatıldı. Bir darbe de onun için ailemi arkamda bıraktığım çocuktan yemiştim, kalbimin üzerine bir kaya oturmuştu sanki. Çatlak sesimle, güçlükle konuşabildim: ''B-ben orospu d-değilim, s-sen evl-leneceğiz de-demiştin b-bana.''

''Kızım şu hayal dünyandan çık artık. Sen de benim gözümde diğerleri gibi basit bir kızsın sadece. Ne safmışsın be... Acıyorum sana. Kalk topla pılını pırtını, benimle bir ilişkin kalmasın artık. Git kendine başka bir oynaş bul, adam temelli beyin kanamasından gitsin.''  Murat bir şey söylememi beklemeden eşyalarımı toplamak için içeri gitti. Bense mıhlanmıştım yatağa. Sözleri... O kadar ağırdı ki... Yanımda kesici bir alet olmadığına lanet ettim o an.

Ama en acısı da haklı olmasıydı. Ailemin onuruyla oynamıştım. Ama bana böyle anlatmamıştı ki... Reşit olduğumda evlenecek, usulünce gidip annemin babamın elini öpecektik.

Bu kadar basit miydi her şey?

Babamın felç geçirdiği haberini aldığım gün daha dün gibi aklımdaydı. Ne yapacaktım ben? Ya düşünmekten kafayı yiyecektim, ya da bu gidişle intihar ederdim. Gerçi bende o cesaret bile yoktu.

Ne olursa olsun, bana haklarını helal ederler miydi ki? Sonuçta onlar benim ailemdi, aileler çocuklarını severlerdi değil mi? Ya bir şansım varsa? Düşüncesi bile nabzımı hızlandırmaya yetti, yüzümde buruk bir gülümseme oluştu. Ama sonra hemen silindi. Kaçtığımda ne kadar rezil etmiştim onları kim bilir?

Denemeli miydim? Ben kaçtıktan sonra başka bir eve taşınmışlar, o adres şu anda bende vardı. Teyzem vermişti zamanında. Buna hakkım var mıydı bilmiyordum ama onlar en azından görmek istiyordum. Aradan 11 yıl geçmişti... Bunca yıl ne yapmışlardı?

Kabanımı ve botlarımı giydim, evden çıkıp kapısını iyice kilitledim. Sokağın başına kadar yürüyüp bir taksiye bindim ve elimdeki kağıdı taksiciye uzattım. Allahım lütfen, yüzsüzlük yapıyorum belki de ama lütfen bu adreste olsunlar... Taksi durduğunda ücreti ödeyip taksiden indim ve karşımdaki ufak, müstakil eve baktım. 

Belki de hiç gelmemeliydim. Fevri davranıyordum ve beni eve alacakları ne malumdu ki? Gayet haklı bir davranış olurdu. Arkamı döndüm, geri dönmeliydim. Lakin ayaklarım gitmiyordu. Derin bir nefes aldım ve evin kapısının önüne geldim. Bu sefer de elim zile gitmiyordu. Birkaç dakika boyunca kapının önünde ıkınıp durdum.

Derken...

Kapı elinde bir çöp poşeti olan bir kadın tarafından açıldı.

Gözyaşlarım gözlerimi çoktan istila etmişti bile...

Annem... Yüz çizgileri oluşmuş, yazmasının altından görünen saçlarından anladığım kadarıyla saçlarına beyaz düşmüştü. Annem merakla yüzüme baktı: ''Buyur kızım kime baktın?'' Bir gözyaşının gözümden düşmesine engel olamadım, beni tanımıyordu... Eh, saçlarımı boyatmıştım ve gözümde gözlük vardı. ''Ş-şey... B-ben... R-rahmi Bey'e b-bakmıştım?'' 

''İçeride, hayırdır ne yapacaksın sen Rahmi'yi de hele bakayım?'' Sesini bile o kadar özlemişim ki... 

''B-ben gi-gideyim sonra gelirim... İ-iyi akş-akşamlar...'' Arkamı döndüm ve koşarak, ve de ağlayarak, oradan uzaklaştım.

Bu eve gelmem bile hataydı. Ne bekliyordum ki...

BedelHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin