Annem hışımla ayağa fırladı, "Ne saçmalıyorsun sen?" Öfkeli gözlerine bakarken yutkundum. Annem ise devam etti, "Benim kızım yıllar önce öldü, 11 yıl önce! Benim kızım kendi babasını felçli bıraktı, kaçarken bir kez olsun bizi düşünmedi! Hem, yalancının biri olmadığın ne malum?"
"S-size neden yalan söyleyeyi-"
"Sen alışıksındır yalan söylemeye. Zamanında yaptığın gibi." Sözleri bir hançer misali kalbime saplansa da, sustum. Ne diyebilirdim ki?
"Sen niye geldin şimdi? Biz senin ailen değiliz. Sen bizi öldürdün Zehra, şu adamın haline bak konuşamıyor bile! SENİN YÜZÜNDEN!" Az sonra kapı çaldı. Ben iç çekerken annem kapıyı açtı.
Amcam gelmişti. Hiç de yaşlanmamış.
Bir süre kim olduğumu çıkarmak istercesine yüzümü inceledi. Tanımamış olacak ki, anneme döndü. ''Bu hanım kız kim?'' Annem, öfkeli bakışlarla baktı yüzüme, amcama bakmadan konuştu. ''Tanımıyorum. O da gidecekti şimdi zaten. G-geç oldu.''
Artık nefes alamaz duruma gelmiştim. İnsan kalbi bir yere kadar kırılmıyor muydu? Bunun bir sınırı yoktu, kalbim un ufak oluyordu. Küçücük un taneleri bile bin parçaya ayrılıyordu. İki göz yaşı daha akıtıp, ayağa kalktım ve kapının önüne geldim. Anneme, çocukluğuma, mutluluğuma, son bir kez bakıp botlarımı giydim ve evden çıktım.
Derin derin nefesler almaya çalıştım, kaburgalarım ciğerlerime batıyordu. Elimi göğsümün üstüne koyarken, nefes nefese kaldırıma oturdum. Önce Murat'a, sonra çalışmayan beynime aklıma gelen bütün küfürleri saydım.
Eve geldiğimde üzerimdekileri çıkarıp salondaki masaya oturdum. Boş bir kağıt ve kalem alıp yazmaya başladım.
Sana nasıl hitap etmeliyim bilmiyorum, anne? Anne demeye yüzüm kaldı mı sahiden?
Sanırım direkt konuya girmeliyim. Yanınıza, yaşadıklarımı anlatmak için gelmiştim. Beni sildiğini tahmin etmiştim ama yine de... Bu kağıt benim son şansım. Okumazsan, canın sağolsun. Murat denen it, 18'imize girince evlenip münasip olduğu şekliyle ellerini öperiz ailelerimizin dedi bana. Sen uyarmıştın beni, değil mi? Her zaman olduğu gibi bir konuda daha haklı çıktın... 3 ay boyunca beş parasız yaşamaya çalıştım. Tecavüze uğradım, yetmiyormuş gibi bir de hamile kaldım. Sonra da düşük yaptım. Murat yanıma gelip babamın felç geçirdiğini söylediğinde, sanki bu dünyada hiç oksijen kalmamış gibi hissettim. İçim yanıyordu ama yüreğim buz gibiydi. İntihar etmeyi bile düşündüm, yapamadım. Onu bile yapamadım anne. Ellerim titredi.
11 yıl boyunca bir şekilde yaşamaya çalıştım. Ama artık yapamıyorum. Yoruldum be anne, her sabah tam göğsümün üzerindeki kayayla uyanıyorum... Babamın o halini gördüğümde tüm organlarım söküldü sanki... O bakışların o kadar haklıydı ki. Ne bekliyordum anlamıyorum, boynuma atlamanı falan mı? Sizi çok özlüyorum, her gün ölüp ölür tekrar diriliyorum be anne...
Muhtemelen saçmaladım, ortaokulda da lisede de Türkçem berbattı zaten. Son kez söylemek istiyorum:
Sizi hala çok seviyorum. Sadece bilmeni istedim. İşte benim kendim inşa ettiğim hayatım bu.
Zehra AKTAN
Kağıdı ikiye katlayıp masanın üzerine koydum. İsmimi yazarken bir damla gözyaşı yazının üstüne aktığı için biraz bulanık duruyordu. Umursamadım. Kapı çalıyordu.
Bir dakika, kapı mı çalıyordu?
Evimin kapısını kimse çalmazdı ki...
Ellerimle hızlıca gözlerimi sildim ve açmak üzere kapıya doğru ilerledim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bedel
Short Story...Ben sadece, yıllar önce yaptığım hatanın bedelini hala ödemeye devam ediyordum.