Bölüm 4: Five O'clock Tea

266 11 8
                                    

  Beşe kadar fazlasıyla hızlı ve rahat geçti. Limuzinimle Wren’in kafesine gittim. Tabelasında parlak ve renkli bir yazıyla “Five O’clock Tea” yazılmış güzel kokulu yerden içeri girdiğimde Wren hemen beni gördü ve neşeyle yanıma yaklaştı. Wren’le nasıl arkadaşlık ettiğimizi hâlâ anlayabilmiş değildim. Nezaketten, iyilikten ve vefakârlıktan yoksun bir Rus gangsteriyle, bir İngiliz leydisi gibi yetiştirilen bir kadın nasıl arkadaş olabilirdi?

  “Ah, tatlım! Hoş geldin!” diye şakıdı ve bana sarıldı. Sarılışına karşılık vermedim. Ten teması hoşlandığım bir şey değildi. Kız olsun, erkek olsun. Bazen tokalaşmak bile çok zor geliyordu.

  Benden ayrıldığında, “Nasılsın, Wren?” dedim gülümsemeye çalışarak.

  “Gayet iyiyim. Masamıza geçelim.” Elini belime koyup beni hafifçe itekleyerek yürümeye başladı. “Henry seninle tanışmak için çok heyecanlı.”

  “Bekle biraz.” dedim pat diye durup. “Bu da beni âşık etmek için çağırdığın erkeklerden biri mi?”

  “Ne?” dedi anlamazdan gelerek. Ona en iyi anlamazdan gelme bakışımı attım. Pes ederek omuzlarını düşürdü. “Yapma, Duscha! Bir gün öleceksin ve sahip olduğun her şeyi bırakacağın bir çocuğa ihtiyacın var. Sana yardım etmeye çalışıyorum.”

  “Senden yardım istemiyorum!” diye çıkıştım. “Eğer bir çocuğa sahip olacaksam onu evlat edinirim. Bir erkeğe sevgiyle bağlanma ya da o erkekle çocuk yapma isteğiyle yapılan seks düşüncesine bile katlanamıyorum. Lilith’e ne kadar bağlı olduğumu hatırlatmamı ister misin?”

  “Çocuk senin hoşlanacağın gibi biri. İngiltere gangsteri. Tabii senin kadar güçlü değil ama yine de tanışmandan zarar gelmez.”

  “Beni çok kızdırdığını biliyorsun, değil mi?”

  “Evet, ama arkadaşlar bunun için vardır. Diğerinin ne düşündüğünü önemsemeden ona iyilik yapmak için.”

  İç çektim ve başımı salladım. “Bu son erkek olacak. Bir dahakine sen daha fark edemeden çeker giderim.” diye uyardım. Başını sallayarak, sırıtık bir ifadeyle kabul etti. Masaya yürüdük.

  Masada oturan adam, Henry, bizi görünce ayağa kalktı ve çapkın bir gülümsemeyle bana baktı. Elini bana uzatıp, “Merhaba! Ben Henry Jackson.” dediğinde istemeye istemeye elini sıktım.

  “Duscha Vodianova.”

  “Güzel Ganster Kraliçe.” dedi sesini buğulandırıp. Bunun beni etkileyeceğini düşünüyor olmalıydı. Başımı hafifçe eğip gülümsemeden ona baktığımda gözlerindeki şaşkınlığı gördüm. Sandalyeme oturduğumda herkes oturdu.

  “Anlattığım kadar güzel, değil mi?” dedi Wren, sorusu Henry’ye yönelikti. Henry yeniden çapkın bir gülümsemeyle bana baktı ve başını iki yana salladı.

  “Anlattığından daha güzel.” Hecelerinin yumuşaklığı kulağa hoş geliyordu ama bu beni sesiyle, konuşmasıyla ya da iltifatlarıyla etkileyebileceği anlamına gelmezdi.

  “Gerçekten de. Tamamen doğal ve kişisel bir güzelliğe sahip.” dedi Wren yeniden. “Sana hayranım hayatım.”

  Teşekkür etmedim. İltifatlara teşekkür edilmemesi gerektiğini düşünüyordum. Sonuçta bu karşı tarafın düşünceleriydi ve onlara düşünceleri için teşekkür etmek saçmaydı. Yaptıkları iyilikler için teşekkür kullanılmalıydı. Dediğim gibi, nezaketten yoksundum.

  Başımı hafifçe eğdim. “Wren gangster olduğunu söyledi, Jackson,” dedim. Evet, insanlara –adamalarım hariç-  soyadlarıyla hitap etmek gibi bir hobim vardı. “Adını hiç duymadım.”

Bad Girls Don't CryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin