Bölüm 14

727 73 99
                                    

Medya - Sarışın Suho (?) / Adele- Don't you remember

Bize hiçbir şey yapmadılar. Sadece bizi en mutlak anlamdaki hiçliğin içerisine yerleştirdiler, çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhu üzerinde hiçlik kadar ağır baskı uygulayamaz.

Stefan Zweig

Hava soğuktu.

Üzerimize bir zar gibi dolanan kalın battaniyeden taşan tenimizdeki tüyleri şaha kaldıracak kadar soğuktu. Sıcak yuvalarından havayla buluşmak için kaçan nefeslerimizin, bir duman misali dağılmasına neden olacak kadar soğuktu ama...

Bedenim cayır cayır yanıyordu. Öyle ki, tenimden yükselen kokunun yanık et kokusu olduğuna bahse girebilir, şakaklarımdan şah damarıma yuvarlanan damlaların, eridiğimin kanıtı olduğuna yemin edebilirdim.

Yanıyordum.

Onun parmak uçlarının dokunduğu her yer yanıyordu. Göz kapaklarımdan ayak parmak uçlarıma kadar kemiklerimi saran beyaz örtü, onun dokunuşları altında kıvranıyor, kavruluyordu. Battaniyenin altındaki ellerim kürek kemiklerine dolanırken yarı açık, göz kapaklarım, gecenin az bir kısmını ifşa eden pencereye döndü.

Gökyüzünü izlemeyi seviyordum.

Özellikle yıldızları izlemek, parlaklıklarına dalıp gitmek paha biçilemez bir duygu, benim için. Her gece, Luhan'dan önce her gece, köpüklü dalgaların yumuşak kumlara vurduğu sahile iner, suların ayak bileklerimi okşamasına izin verip gökyüzünü izlerdim. Bunun verdiği iç gıdıklayıcı his, bir süre sonra bedenimi rahatlatır ve sıcak, yumuşak kumlara kendimi bırakıp yarı baygın gözlerle yıldızları izlemeye devam ederdim.

Üzerimde yükselen adamın bana verdiği his, buydu. Üzerimde bir gökyüzü uzanıyordu ama onu izlemek yıldızları izlemek gibi değildi. Onu izlemek, güneşe bakamamak gibiydi. Öyle parlak ve öyle sıcaktı ki ona muhtaçtım. Gözlerimin yaşarmasını ya da beyaz tenimin kızarmasını göze alarak ona iyice sokuldum.

Sıcak. Tanrı'm yanıyorum!

Boynuma gömülen gecenin kokusu doluyor, burun deliklerime. Dokunuşları yıldızlar kadar parlak, onlar kadar yumuşak. Ayak parmaklarımı ele geçiren köpüklü deniz, karnıma karıncalar yolluyor. Tüm bedenimde gezen karıncalar, yıldız dokunuşları ile birleşip beni denize sürüklüyor. Derine. En derine.

Gökyüzüne tutunmaya çalışıyorum. İnsan gökyüzüne nasıl tutunur? Ben tutundum. Güneşin doğarken çizdiği kırmızı-pembe karışımı renge tutunuyorum. Ellerimi yıldızlar kümesinden geçirip alnımı gökyüzüne yaslıyorum.

Suho.

Gözlerim hissettiğim duyguların yoğunluğu ile açılmamakta direnirken, onun yüzünü görmeyi o kadar çok istiyorum ki her bir kirpiğime kilolar asılmış gözlerimi açıyorum, zorlanarak. Gözlerim, onun gece gözleriyle buluşuyor. Dudaklarımın istikameti belli; ilk gördüğüm an, dikkatimi çeken o siyah ben. Dilimle keşfe çıkıyorum.

Güneşi nasıl tadarsınız? Ben tattım.

Boynumda hissettiğim baskı ile gözlerim tekrar kapandı. Gökyüzü beni keşfederken bacaklarımla tutundum, yıldızlara. Kollarım, ayın boynuna asılmıştı. Bedenim, gökyüzü ağırlığı altında eziliyordu.

Sonra, yıldız dokunuşları içimi hoş eden vuruşlarına başlayıp beni daha da derine çekerken öleceğimi bilsem dahi kaçamayacağımı fark ettim. Çekildiğim sular beni boğacaktı. Buna adım kadar emindim. Belki, yüzerek karaya ulaşma fırsatım dahi olmayacaktı ve ölü bedenim karaya vurup paramparça olacaktı.

Seeking For √Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin