ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

355 1 0
                                    

A. İBADET

Hemen hemen her büyük dinin yaratıcı yüce bir tanrısından başka belirli bir kutsal kitabı, belirli bir tapınağı ve belirli bir ibadet şekli vardır. Belirtmek gerekirse, tarihi belgelerde eski Türk dininin ne bir kurucusuna, ne bir peygamberine, ne bir kutsal kitabına ve ne de bir tapınağına rast gelinmiştir. Bu durum kısmen ibadet şeklinde de söz konusudur. Ancak eski Türkçe'de "yükünç veya tapıngu" (ibadet), "ökünç veya ökünkü" (tövbe) temel kavramların bulunması, eski dini hayatında ibadetin de bulunduğunu göstermektedir. Diğer yandan tarihi kayıtlarda bazı ibadet şekillerinin uygulamasını da görmek mümkündür(107).

Fakat tarihi kaynaklar Hunların her yıl mevsim değişiklikleri ile ilgili bir bayram kutladıklarından, Çin kaynakları da Göktürkler de "Fu-yun-se" adı verilen ibadethanelerin varlığından söz etmektedir. Burada ayrıca Türk çadırının da Türklerde ibadet mekanı olduğunu söylemek lazım gelir(108).

Türkler, senenin belirli günlerinde devlet reisinin başkanlığında toplu olarak dini nitelikte törenler düzenlemekteydiler. Dini törenlerin küçük bir benzeri de aile içinde babanın başkanlığında yapılmaktaydı. Bu törenlerde yardım ve himayesini kazanmak için Gök Tanrı ve ölmüş ataları adına kurban sunmaktaydılar. Kurban olarak genellikle at kesilmekteydi. Atında özellikle erkeği(aygır) tercih edilmekteydi. Kurban edilecek hayvan kutsal (ıduk) sayılmaktaydı. Bundan dolayı bu hayvanın sütü sağılmamakta, yünü kırpılmamakta, ona yük vurulmamakta ve sahibi tarafından adak olarak saklanmaktaydı. Adak olarak belirlenen hayvana "yağış" adı verilmekteydi. Adak hayvan kesilerek, yani kanı akıtılmak suretiyle kurban edilmişse buna "yağışlık tapıg" denilmekteydi(109). Ayrıca kurban için kullanılan "kergek, kereh, kudayı, allahlık, itık, ıyık, ızık," gibi kelimelerde mevcuttu(110).

İbadet türü açısından baktığımız da diğer ritüel ise, "saçı" ve "yalama" adı verilen ağaçlara çaput bağlama ibadetidir. Bu ibadet şekli birer kansız kurban niteliği taşımaktaydı. Anadolu Türkçesinde yer alan "darısı başınıza" temennisi ile günümüze kadar gelmiştir(111).

Dede Korkut hikayelerinde Oğuzların "Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kestikleri" ifade edilirken, Kazak ve Kırgızlar kurban olarak "Ak boz kısrak" ı tercih etmektedirler. Proto-Bulgarlarda ise köpek kurbanı mevcuttu. Ayrıca belirtmek gerekirse, V. Barthold, J.P. Roux, Makdisi, Cüveyni, Mesudi vb. birçok araştırmacı ise, bunların dışında insan kurbanından da bahsetmiştir. Ancak bu durum bulanık rivayet ve yorumlara dayanmaktadır. Aslında insan kurbanı dinler tarihi içersinde ziraat kültürü ile ilgilidir. Bu nedenle W. Eberhard, bozkır kültürüne dayalı Türk toplulukları için insan kurbanı iddiasını kesinlikle reddetmiştir(112).

İbadetin en önemli parçasını oluşturan dualar, Türklerin dini hayatlarında önemli bir yer tutmaktadır. Fakat, Türkler toplu dualardan çok ferdi dualar daha çok yaygındı. Örneğin, Türk hükümdarları her gün sabah otağlarından dışarı çıktıklarında güneşi, gece çıktıklarında ayı selamlıyorlardı. Diğer yandan, 328 yılında bir Hun başbuğu sefer sırasında terk edilmiş bir şehri ele geçirdiği zaman, atının üzerinde elini havaya kaldırarak, Tanrıya yüksek sesle dua etmiştir. Ayrıca bir Hun birliğinde Tanrı dağlarından geçerken, birliğin komutanı ile askerler topluca atlarından inerek dua etmişlerdir. Aynı şekilde bir sefer sırasında Çinlilerin eski savaş yöntemlerini terk etmiş olduklarını öğrenen Batı Göktürk hükümdarı Tardu, bu duruma sevinmiş ve atından inip yere kapanarak Tanrıya dua etmiştir. Diğer yandan Uygurlarda (Tokuzguz) ülkelerinde bulunan en yüksek dağda dua ederler, adak adarlar ve kurban keserlerdi(113).

B. YAS VE ÖLÜ GÖMME

Türkler, insanın sadece bedenden ibaret olmadığına, her bedenin içinde görünmeyen varlık olarak birer ruhun bulunduğuna inanıyorlardı. Daha da önemlisi, onlar, pek erken çağlarda ruhların ölümsüz olduğu inancına da ulaşmış bulunuyorlardı.

Eski Türklerde can ve ruh kavramları "tin" (nefes) kelimesi ifade edilmektedir. Türklerde sadece insanlarda değil, hayvan ve canlı-cansız bütün varlıklarda bir ruhun bulunduğuna dair inançta mevcuttu. Bu sebeple ruh için çeşitli kavramlar kullanmışlardır. Örneğin, bütün canlılar için "tin", sadece insanlarda bulunan ruha "süne" demekteydiler. Bir de bazı canlı-cansız varlıkların yapısında olduğuna inanılan "kut" vardı. Kut'un özelliği, tin ve süne kavramlarından farklıdır. Kut her varlıkta var olmadığı gibi içine girdiği varlığa kutsiyet kazandırmaktaydı. Diğer yandan Altay Türklerinde insanda ruhtan başka "yula" adı verilen bir eşin bulunduğuna inanılmaktaydı. Bu eş uykuda ve rüyada bedeni terk ederek, çeşitli yerlerde dolaştığına inanılmaktaydı. Aynı şekilde ölüm halinde bedeni terk eden ruh, bazen dünyayı terk etmeyerek insanlar arasında dolaşmaktaydı. Altay Türklerinde bu ruha "üzüt", Yakut Türkleri "üör", Kazan Türkleri de "ürek" demekteydiler(114).

Eski Türklerde, ruhun bir kuş şeklinde uçarak bedeni terk ettiği tasavvuru çok daha eskiden beri var ola gelmiştir. Bu gelenek, eski Türk dininin köklü ve kalıcı özelliğidir. Bu açıdan, Türk topluluklarında ruhun insanda birleşmesinden önce kuş şeklinde gökte yaşadığına inanılmaktaydı. Orhun Kitabeleri'nde Bilge Kağan ve Kültigin için "uçtu" tabiri bulunmaktadır. Kağan ve beylerin ölümünden sonra ruhlarının bir kuş gibi uçarak Tanrı'nın yanına vardığına inanılmaktaydı. Bu sebeple "uçmak" kelimesi, İslami dönemde Türkler tarafından "cennet" anlamında kullanılmaktaydı. Daha Kaşgari döneminde "uçmak" terimi aynı zamanda cennete gitmek anlamında kullanılmaktaydı. Öyle olmakla beraber, bazı araştırmacılar terimi Soğd dili ve kültürü ile ilişkilendirmektedirler(115).

Eski Türk inancına göre, ruhlar iyi ve kötü olmak üzere iki kısma ayrılmaktaydı. Bunlardan iyi ruhlar cennete (uçmağ), kötü ruhlarda cehenneme (tamuğ) gitmekteydi. Türklerde cennetin yeri gökte, cehennemin yeri ise, karanlık yer altında yer altığına dair inançta mevcuttu(116).

Türkler, ölen birini ardından kendilerini türlü türlü hallere sokarak acılı ve bir çırpınma şeklinde hüzünlerini göstermekteydiler. Örneğin, bağıra çağıra ağlamaktalar, saçlar ve kulaklar yolunmakta, yüzlerini yaralamakta ve elbiselerini yırtmaktaydılar. Hatta saç örgülerini keserek cesetle birlikte mezara koymaktaydılar. Kalan eşlerin saç örgülerinin kesilerek mezara koyma geleneği Sagay Türklerinde de mevcuttu. Kırgızlarda ise sadece eşler değil, kızlar dahi saç örgülerini kesip mezara koymaktaydılar(117).

Türkler arasında bir diğer yas geleneği de ölen kişinin bindiği atının kuyruğunu kesme geleneğidir. Pazırık kurganında çıkan donmuş atların kuyrukları kesik ve yelerinin de örgülü olması, Türklerde bu geleneğin çok eskilere dayandığının göstergesidir. Oğuzlarda kuyruk kesme geleneğinin Müslüman olduktan sonra devam ettiği görülmekte ve onlarda karalar giyinme ve yaslı çadıra bayrak asmak geleneği de bulunmaktaydı. Kırgız ve Kazaklarda da çadıra kara bayrak asma mevcut olup, ölen şehir beyleri ise bu bayrak beyaz renginde asılmaktaydı. Aynı şekilde Kırgız ve Kazaklarda kadınlar matem esnasında ağıt söylerken ters oturmakta ve kıyafetlerini ters giymektedirler. Aynı gelenek Anadolu'da da görülmüştür(118).

Türklerin kendilerine has yas geleneklerinin olduğu gibi, kendilerine has ölü gömme törenleri de vardır. Ceset hemen yıkanıp temizlenmekte ve "eşük" adı verilen kefene sarılmaktaydı. Eğer ölen hanedandan veya beylerden biri ise iç organları çıkarılarak mumyalanmaktaydı. Kefenlenen veya mumyalanan ceset kişinin kendi çadırına konmaktaydı. Ölünün yakınları çadırın etrafında toplanarak koyun ve at kesmekteydiler. Bununla birlikte çadırın etrafında at üzerinde yedi defa dönülmekte ve bu esnada yüzler bıçakla çizilerek kanlı yaşlar akıtılmaktaydı. Ölü, "kereksük, kegür, korıgan (kurgan), kara orun, tünerik vs. gibi adlandırılan mezarlara konularak gömme işlemi yapılmaktaydı. Cenaze merasimi genellikle, ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde yapılmaktaydı. Yazın ölen sonbahar da, kışın ölenler de ilkbaharda toprağa verilmekteydi(119).

Türkler, cenaze merasimi bittikten sonra ölenin çadırına dönerek hayvanlarının bir kısmı kesilerek "yoğ" veya "yoğ aşı" (ölü aşı) adı verilen yemek merasimi yapılmaktaydı. Tarihi kayıtlara göre, Oğuzlarda yoğ aşı vermek için 100 veya 200 baş koyun ve at birden kesilmiştir(120). Bu ölü aşı geleneği günümüzde de devam etmektedir. Anadolu'da ölenin ardından belli bir süre geçtikten sonra yemeği verilmektedir.

ESKİ TÜRKLERDE DİNİ İNANÇLAR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin