Bir dal parçasıyla çizgiler çekiyor toprağa. Talebeleri büyük bir dikkatle elini ve dudaklarını izliyorlar. Gördükleri: Dört uzun çizgi. Duydukları: " Biliyor musunuz nedir bunlar?" Çizgiler uçsuz bucaksız bir kara tahtaya dönüşen yeryüzünden gözlerine akıyor. Soru, ellerinden tutup böyle zamanlarda bir ağızdan söyledikleri o tanıdık cümleye götürüyor: "Allah ve Rasûlu'dur en iyi bilen!" Bu teslimiyet cümlesi, kendisinden sonra gelecek bütün cümleleri kucaklamaya hazır olduklarını gösteriyor. Kapılarını sonuna dek açıyorlar yeni bir hakikati karşılamak için. Hakikat bu kez Nebi'nin şu kelimeleriyle yansıyor kalp aynalarına: "Cennetlik kadınların en üstünleri Huveylid'in kızı Hatice, Muhammed'in kızı Fatıma, Firavun'un zevcesi, Müzahim'in kızı Asiye ve İmran'ın kızı Meryem'dir.- Allah hepsinden razı olsun."
Allah hepsinden razı. Öyle ki içlerinden birine selam gönderiyor meleğiyle. Cebrail (as), bu yüce selamı iletmekle kalmıyor, kendi selamını da yolluyor Hatice'ye. Kalbi duracakmış gibi oluyor Hatice'nin işte o an! Çünkü bu selamla birlikte bir müjde; "İçinde gürültü ve yorgunluk bulunmayan cennet evi" var. Aslında onun dünyada da bir cennet evi olmuştu. Nasıl olmaz! Son Peygamber'in ilk eşiydi o, yirmi beş yıl, dile kolay! O evde paylaştı hayatı "Emin" ile "Tahire"- "Mustafa" ile "Kübra". O evde dünyaya geldi Kasım, Zeynep, Rukıyye, Ümmü Külsum, Tayyib, Tahir ve Fatıma... O evin damında beklendi dönecek kervan Şam'dan. O evden yüründü Hira'ya, o eve dönüldü Hira'dan. O evde titredi vahyin haşyetiyle Peygamber. "Bana neler oluyor Hatice?" dedi, "Endişe ediyorum kendimden!" O evde anlattı Muhammed (sav) Cebrail (as)'in görünmesini. Nasıl üç defa sıktı bedenini, nasıl "Oku!" dedi: "İkra bismi Rabbikellezi Halak!" O evde örttü Hatice, Rasûlu kat kat, o evde serdi teselli sözlerini ruhuna: "Öyle deme! Yemin ederim ki Allah hiçbir zaman seni utandırıp üzmez. Çünkü Sen akrabanı gözetirsin, doğru konuşursun, işini görmekten aciz kimselerin elinden tutarsın, yoksulları kayırırsın, misafirleri ağırlarsın, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin!" Ve o evden çıktılar birlikte anlamak için olan biteni. Amcaoğlu'nun yanına vardılar Hatice'nin. Varaka b. Nevfel, o bilge yaşlı, İbranice okuyabilen İncil'i ve Tevrat'ı, Hira'da görünenin bütün peygamberlere vahiy getiren melek olduğunu söyledi. Sonra iç geçirdi "Keşke genç olsaydım da, kavmin seni yurdundan sürerken yer alabilseydim yanında!" İşte o an, orada şehadet getirdi ilk Müslüman. Dönüp eşinin nurlu yüzüne, "Allah'ın elçisi olduğuna şehadet ederim!" dedi Hatice.
Yeryüzünde sadece üç Müslüman var: Son Peygamber, Hz. Hatice ve Hz. Ali. Ne muhteşem bir yalnızlık! Tavaf ediyorlar Kâbe'yi. Sonra yine o eve gidiyorlar devam etmek için kulluklarına. Bir ara vahiy kesiliyor. Dağlarda dolaşıyor Nebi. Kalbi daralıyor üzüntüden. Ara sıra görünüp, "Sen Allah'ın gerçek elçisisin!" diye teselli etmese Cebrâil, bir kuş gibi bırakacak kendini boşluğa. İşte o günlerde en büyük desteği nurlu eşi Hatice annemiz veriyor yine. Zorlukların aşılacağını, darlıkların genişleyeceğini, her şeyin Allah'ın elinde olduğunu söyleyerek merhem sürüyor kalbine. Bir kadının zor günlerde eşinin yanında nasıl durması gerektiğini gelecek zamanların hafızasına kazıyor. Yeryüzünün ilk Müslüman evinde malıyla, nefesiyle, canıyla koruyor Muhammed (sav)'i. O (sav)'nun güzel ahlakını görüp, nasıl aşkla sevdiyse O'nu, nasıl davet ettiyse eşi olmaya, bu güçlü, soylu ve güzel kadın öyle titriyor üzerine aşkla. Nasıl da yorumlamıştı yaşlı bilge, henüz evlenmeden gördüğü rüyayı. Hani güneş Mekke üzerinde dönüp durmuştu da sonunda yavaş yavaş inip girmişti Hatice'nin evine. "Şöhreti cihanı kaplayacak büyük birisiyle evleneceksin!" demişti Varaka. Mekkeli müşriklerin üç yıl süren kuşatmasında, o hep Müslümanlarla beraber, o hep güneşinin yanında. Ta ki vakit gelip çizene kadar sınırı ecel.
Hicretten üç yıl önce, üç gün arayla toprağa verdi Son Peygamber siperlerini. İlki amcası Ebû Talib, ikincisi sevgili eşiydi. Gri bir örtünün iki ucundan tutup Mekke'nin üzerine serdi bu iki yolcu. "Hüzün Yılı" konuldu bu gri zamanın adı. Yirmi beş yıl, yani yaşarken Hatice Annemiz, başka bir kadınla evlenmemişti Peygamber. Vefat ettikten sonra da asla unutmadı. Ah Âişe Annemiz kendi ifadesiyle bir ölüyü kıskanmıştı! Bir gün Hz. Hatice'nin kızkardeşi Hale ziyarete gelmişti de Rasûl'un evini, sesi Hz. Hatice'nin sesine benzeten Nebi heyecanlanıp ayağa kalkmış, "Sesin ne kadar benziyor ona!" derken yaşlı kadına, gözleri parlamıştı. Ah Âişe Annemiz! "Allah sana ondan hayırlısını verdi!" demekten alıkoyamamıştı kendini. Sevgili Efendimiz'in gözleri buğulanmış, validemize şefkatle bakarak şu sözleri mırıldanmıştı: "Ey Âişe! Herkes beni inkar ettiğinde bana inandı Hatice! Çevremdekiler 'Yalan söylüyorsun!' dediklerinde 'Doğru söylüyorsun! Asla çekinme!' dedi. İnsanlar köşe bucak saklarken maddi varlıklarını, o servetini önüme döktü, 'Emrindedir! İstediğin kadar harcayabilirsin' diyerek. Dünyada bir başıma kaldığım günlerde, 'Hepsi geçici bunların, üzülme, zamanla zorlukların yerini kolaylıklar alacak' dedi. Ben Haticeyi güzelliğinden dolayı değil, bunun için unutmuyorum!"
Bir dal parçasıyla çizgiler çekiyor toprağa Son Peygamber. Dikkatle baksalar toprağa Hz. Hatice'yi temsil eden çizginin biraz daha uzun olduğunu görecekler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Islam Aşıkları
NonfiksiHoşuma giden hadislerden,ayetlerden,Sahabe,Şeyhler,Büyük Alimler ve Peygamber Efendimizin hayatından kissalar ve ibret verici hikayeler yazacağım.