-4-

23 2 3
                                    

                                 3 HAFTA SONRA...

Yatağıma kendimi attığımda, heyecandan içimde filler tepiniyordu. Evet, abartmıyorum... Çünkü, Okçuoğlu Koleji'nin bursluluk sınavını kazanmıştım ve yarın, Okçuoğlu Koleji'ne ilk adımımı atacaktım. 

Koleji kazanmak için çok çalışmıştım ve, sonunda başarmıştım. 

Bir zafer çığlığıyla elimi ağzıma götürdüm. Tırnaklarımı kemirdiğimin farkında bile değildim. 

Okul nasıl bir yerdi acaba? Şımarık, laftan anlamaz yapma sarışın zengin kızları mı vardı, yoksa cana yakın normal tipler mi?

Bunları düşünürken uykuya daldığımın bile farkında değildim. 

Sabah, annemin yorganımı hunharca çekmesi üzerine, kıvrılarak duvara sindim. Uyanmak istemiyordum!

Annem kulağıma doğru, "Hadi Derin, hadi! Uyuklamak yok!" diye bağırdığında oflayarak hızlıca lavoboya gittim. 

Elimi yüzümü iyice yıkadıktan sonra, gardırobumun başına geçip, üniformalarımı giydim. 

Çabucak hazır olduğumda apartmandan çıktım. 

Babam, arabaya binmemi işaret ettiğinde, kapıyı usulca açarak arabaya atladım.

Onbeş- yirmi dakika sonra kolej kapısına gelmiştik. Heyecanlanmamaya yemin etmiştim ama, heyecandan dizlerimin bağı çözülmüştü. 

Babamla kolejin kapısını araladık. Bahçede kız öğrenciler kendi arasında konuşuyorlardı. Erkek öğrencilerden birkaç tanesi basketbol oynuyorlardı. 

Kolej binası, eski okulumdan çok çok daha büyüktü. Sarı renkli bina, pembe kolonlarla donatılmıştı. 

Bahçenin her yanında banklar vardı. 

Babamla, kolej müdürünün odasına doğru ilerledik. Koridorlar, mandalina kolonyası gibi kokuyordu. Koskoca akvuryumlarla donatılmıştı.

En sonunda, beyaz ve büyük bir kapıya geldik. Babam kapıyı tıklattı ve içeri girdik. İçeride, uzun boylu, yeşil gözlü ve yaşına göre oldukça yakışıklı bir adam bize gülümseyerek baktı. 

Adamla babam tokalaştıktan sonra, adam bana kendini tanıttı. "Merhaba Derinciğim, ben Okçuoğlu kolejinin okul müdürü ve sahibi Levent Okçuoğlu. Duyduğuma göre, bursluluk sınavından çok yüksek bir puan alarak koleji kazanmışsın. Kolejimize hoşgeldin." derken sıcacık gülümsedi. Ben de adama uyarak tebessüm ettim. "Hoşbuldum." dedim gülümseyerek. 

"Öyleyse, " dedi Levent Bey. "Sınıfını söyleyeyim, sen de bir an önce derse gir. Biz babanla tüm ayrıntıları konuşacağız." derken tabletine baktı. "Derinciğim sen, 11-D sınıfındasın." dedikten sonra babama yöneldim. "İyi dersler kızım." dedikten sonra, bana el salladı. Odadan isteksizce çıktım.

Koridorda saçma bir şekilde dolanırken, amaçsızca güldüm. İyi de, ben 11-D'nin nerede olduğunu bilmiyordum ki! 

İşte, şizofrenliğim tutmuştu! Ne diye müdüre sınıfı sormamıştım. Aptallıkla katları gezerken, karşıdan uzun boylu bir çocuk göründü. Çocuk bana yaklaştıkça, yüzü daha da netleşti. Siyah, uzun saçlıydı. Sanırım ona sorabilirdim.

"Şey, eee; ben okulda yeniyim. Anlarsın işte, sınıfım 11-D diye biliyorum." dedikten sonra "Nerede o sınıf ?" diye sordum. 

Çocuk sırıtarak, "Gel benimle" dedikten sonra ilerledi. Birkaç kapı geçtikten sonra bir sınıf kapısının önünde durdu. Elini kapıya dayadı ve bana döndü. "İşte burası güzellik! Birşeye ihriyacın olursa 12-B'ye gel." dedikten sonra ufal bir kahkaha attı. "Sen yeniydin değil mi? 12-B en üst kattaki üçüncü sınıf." dedi ve pis pis sırıttı. Çok acayip kıllanmıştım ben bundan. "Ne diyorsun oğlum sen?" dedikten sonra yakasına yapıştım. "Neycisin lan? Sıbyancı mısın? Yürü git! İkile bakalım! Naş!" dedikten sonra onu iyi bir silkeledim. Çocuk neye uğradığını şaşırarak "Tamam be kızım. Selam verdik borçlu çıktık. Birşey demedim ben." diyerek koştu. Hey Allah'ım ya! Millet deliye ben akıllıya hasret!

Güçlüce yutkunarak saçımı düzelttim. Kapıyı açtım. 

Ve yeni sınıfım! Sadece dört kümeden oluşan ve her kümeninde dört sıradan oluştuğu, temiz , bakımlı ve modern sınıfım. 

Sınıfta sadece ondört kişi vardı. Hiç abartmıyorum, hepsi de bir anda bana baktı. Sıralardan birine yaklaşarak, kumral bir kıza gülümseyerek, boş bir sırayı işaret ettim."Şurası boş mu?" dedim isteksizce. Kız gülümseyerek cevap verdi. "Aynen!" dedikten sonra ben ne olup bittiğini anlamadan çantamı hızlıca çekti ve sıraya koydu. Sonra beni sıraya otutturdu ve hızlıca yanıma kaydı. Sonra da, kollarını boynuma doladı. "Hoşgeldiiiin!" diye bir sevinç narası attı.

İlk günden bu ne samimiyetti yahu? Ne ilk günü, ilk salise desem daha doğru olacaktı.Kızcağız, benim bu soğukluğum yüzünden geri çekildi. "Ne oldu ki? Beğenmedin mi yoksa koleji?" derken çok sevimlice demişti. "Yoo," dedim gülümseyerek. "Beğendim. Beğenmez olur muyum?" derken lanet olası yapmacılığım beni ele geçirmişti. Kumral kız sıcacık gülümserken elini uzattı. "Ben Eylül. Senden çok bahsettiler. Yeni öğrencilere bayılırım yaa!" derken saçından bir tutam alıp kıvıttırdı. 

Kız bana yöneldi. "Senin adın ne?" derken ilkokul çocuğu gibi saçını attırdı. Gülümserken elimi dizime koydum. "Ben de Derin. Derin Taşkın. Bond, James Bond" derken ikimizde kahkaha attık. Mavi gözleri neşeyle parlarken eliyle habire saçını kıvırıyordu. "Ayy, ne kadar tatlısın!" derken, gülümsedi. "Şimdi, seni bizim kızlarla tanıştırayım. Vallahi, çok seversin." derken kolumdan çekiştirerek, beni üç tane kızın arasına resmen attı. Kızların üçü de, havalı tiplere benzemiyordu. Aksine, çok sevecen bakıyorlardı. İçlerinden sarışın olanı, üstüme Tibet Öküzü gibi atladı. "Ben Nisan. Yani, ay olan Nisan. Nisa değil." derken koca bir kahkaha attı. Sonra da, esmer olan kız bana sakince elini uzattı. "Ben Damla. Sen de Derin olmalısın." derken Eylül ve Nisan gibi atlayıp zıplamıyordu. Damla'nın yanındaki bembeyaz yüzlü ve kahverengi saçlı kız çok güzeldi. Elini bana uzatarak, "Zeynep, Zeyno da diyebilirsin." derken aynı Damla gibi sakindi.

Eylül, kolumu çekiştirerek, beni kendine çekti. "Kızlar, artık Derin de bizim kankiştomuz. Cankadaşımız." derken bir yandan da kıkırdadı. Kankişto mu? Bu neydi şimdi? 

Damla bize doğru dönerek "Hoca birazdan gelir." dedi ciddiyetle. "Eee, " dedim. "Ben nereye oturacağım?" 

Eylül bana dönerek, "Tabii ki benle." derken beni kendine çekti. Nisan şaşırmış gibi yaparak, "Ne demek ya? Tabii ki benle oturacaksın." dediğinde içimden sinsice gülümsedim. Paylaşılamamak hoşuma gitmişti yani!

Damla araya girmeseydi, halim ne olurdu bilemiyorum. "Arkadaşlar, siz birbirinizle oturmuyor musunuz? Hem, zaten tek boş yer Kuzey'in yanı." derken cam kenarını işaret etti. Kuzey mi? O da kimdi? Hem ben bilmediğim, belki de züppenin teki olan birinin yerinde oturamazdım. 

Zeynep atılarak cevap verdi, "Kuzey mi? Onu huysuzlaştırmayın şimdi." derken kafasını olumsuz anlamında sallıyordu. 

"Neyse ne!" dedi Nisan. "O da kendini birşey sanmasın canım. Sanki kızın başka seçeneği var." derken bilmişlikle elini sallıyordu.

Derken, Eylül beni cam kenarındaki, orta sıraya itti. "Mağlum yer burası Derinciğim." derken kıkırdıyordu. "Ne?" derken anlamamış olduğumu bekirtircesine başımı salladım. "Boşver, boşver." derken Nisan kıkırdıyordu. "Sana bol şans" dedikten sonra Nisan ve Eylül yerlerine geçtiler.

Ders programıma bakarak, defterlerimi çıkardım. Derken, bir el sertçe defterlerimin üzerine indi. Elin sahibini görmek üzere başımı yukarı yeltediğimde, O'nu gördüm. Ahırlık Öküz'ü!

Ne, Ne yani?Pardon? Şimdi?...

Ahırlık Öküz, Kuzey denilen çocuk muydu? 




Çakışma Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin