15. Bölüm - Father Gonna Be Rise

5.6K 293 188
                                    

                 

''Yarışmayı 55 saniye ile kazanan kişi, Oh Sehun!''

Sehun'un adının hoparlörlerden çıkmasıyla, tribünlerdeki Kore milliyetli herkes fırlamış ve çığlıklar atarak tezahürat yapmaya başlamıştı –buna ben ve Jongin de dahildik-, sesler her yere karışırken sudan çıkıp rakiplerinin yanına giden Sehun ise inanılmaz derecede sakin görünüyordu, her zamanki gibi.

Havlusuna sarılıp kurulanırken yüzüme bir gülümseme yayıldı, ikizlerimin ikisiyle de büyük bir gurur duyuyordum. Küçükken onlara yaptığım az biraz baskı sayesinde, hayatları boyunca azimli ve başarılı olacaklarına adım kadar emindim.

*

Yarışmanın bitiminden 30 dakika kadar sonra Jongin üniversiteye gitmişti –bunu yapmadan önce tuvalete gitme bahanesiyle beni de alıp, kabinlerden birine sokup delicesine öpmüştü- ve ben de şimdi kocaman ve bomboş olan tribünlerde oturmuş onun gelmesini bekliyordum. Salon 1 saat önce boşalmıştı ve Sehun kıyafetlerini giyinip, yetkili kişilerle konuştuktan sonra yanıma geleceğini söylemişti.

Elimi kaldırıp kolumdaki saate baktım, saat 4'ü geçiyordu ve benim acilen Sehun'u alıp Chanyeol ve Baekhyun'un da katılacağı akşam yemeğini hazırlamam gerekiyordu. En sonunda tribünden çıkıp merdivenlere yönelmeye karar verdim. Ancak tam yerimden kalkıyordum ki karşıdan gelen, platin saçlı bir figür gördüm, lenslerimi takmadığım halde bu gelen kişinin Sehun olduğunu anlamamak imkansızdı.

Elimi havaya kaldırıp burada olduğumu belli etmek için hafifçe salladım, neredeyse uçar adımlarla merdivenleri çıktı ve hemencecik yanıma geldi. Yanıma doğru yaklaşırken elinde mavi, naylon kumaştan yapılma bir şey gördüm ancak gözlerim dikkatini ona vermeyi es geçti ve yüzüne odaklandı.

''Merhaba, '' diye mırıldandım gülümserken, ''Bir an için gelmeyeceksin sandım.''

Yüz ifadesi yorulmuş gibiyken,

''Sadece yetkililerle konuşmam ve bir şey için izin almam gerekiyordu,'' dedi, elindeki kumaşı havaya kaldırırken. Parmakları o şeyi gerdi ve kumaşın aslında koyu lacivert renkli, kısacık bir yüzücü mayosu olduğunu gördüm. ''Yüzme bilmediğini söylemiştin,'' diye mırıldandı Sehun, mayoyu eski haline getirip bana uzatırken, yüzünde güzel bir tebessüm vardı, ''Yarışmada derece yaptığım için birkaç saatliğine bu havuzu bana bırakabileceklerini düşündüm ve izin aldım.''

Ah, hayır.

Su, her zaman beni korkutan şeylerden biri olmuştu, belki de bunda küçükken yaşadığım şeylerin etkisi de olabilirdi. Henüz 7 yaşındayken –Xiao da 12 yaşındaydı-, babam bizi Jeju adasına götürmüştü ve orada birlikte suya girerken yosunlu kayalarda ayağım kaymıştı, denizin içine farkında olmadan düşmüştüm. Keskin kayaçlar yüzünden belim yara içindeydi, izleri hala duruyordu ve işte bu yüzden, suya girmek beni çok fazla korkutuyordu.

Sehun gözlerimin korkuyla, mayoya dalmış olduğunu görmüş olacak ki, omzumu tuttu,

''Korkma,'' diye mırıldandı eli omzumdan hafifçe yüzüme yönelirken, eğmiş olduğum yüzümü hafifçe kaldırıp yüzüne bakmamı sağladı, ''Yanında olacağım... Biliyorsun.''

Sehun'un o anki tavrı vücudumu sıcacık yaparken midemin kelebeklerle dolduğunu hissettim, bu hissi tanımlamak çok fazla zordu. Çok hoş, çok tatlı ve çok fazla iç ısıtıcı.

''A-Ama ben-'' diyecek oldum, ancak tam o sırada yaklaştı bana yavaşça, nefesim kesildi ve gözlerim benden uzun olan Sehun'un gözlerine odaklandı. Işıklar kapalı olsa da, camlardan içeri giren ve yüzümüze vuran güneş ışığından dolayı gözlerinin parladığını görebiliyordum. Daha önce hiç görmediğim bir galaksi gibiydi, milyonlarca yıldız ve gezegenle doluydu.

Twins In LoveHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin