Telefonu açarken elim ayağım birbirine dolandı. Ama sakin kalmaya çalışarak aramayı kabul edip telefonu kulağıma götürdüm. Sesimin titrememesi için dua ettim.
"Sen nasıl bir cürretle beni ararsın?" dişlerimin arasından söylediğim sözcükler onu etkilememiş gibi kahkaha attı. Daha sonra o pis sesiyle konuşmaya başladı.
"Şu an lunaparkta eğlendiğinize göre o kadar hasar almamışsınızdır değil mi? Birkaç gün dinlenmediniz bile çocuklarım. Her neyse, size iyi eğlenceler. Ama fazla alışmayın."
Ve telefonun kapanma sesi.
Öfkemi bastırmaya çalışıp kendi etrafımı inceledim. O kadar ses ve curcuna vardı ki Halil gereksizi en yakınlarımda olsa bile görmeyeceğimi biliyordum. Ama ona bu yaptıklarının hepsini ödetmezsem ben Gökçin Aydın değildim. Sikik orospu çocuğu.
Eve dönmeye ve tekrar Rengin'le konuşmaya karar verdim. Batuların yanına dönerken Elçin bana bakıp "Sende bir haller var bugün." dedi. Yemin ederim ki bu kız da elimde kalacaktı.
"Dün ölümden dönen birisine göre fazla iddaalısın." dedim Elçin'e bakmadan. Cevap vermedi. Zaten sinirli olduğum anlarda bana cevap verilmemesi gerektiğini en iyi o bilirdi.
Batu bana bakıp kaşlarını çattı. Neler olduğunu çözmeye çalışıyordu ama mimiklerimi oynatmadan, "Eve gidiyorum." dedim. Ve daha sonra dünyanın bile inanamayacağı bir şey oldu. Nefesler tutuldu ve söz Kıvanç'taydı.
"Benim de burada kafam sikildi. Gökçin'i eve bırakayım."
Evet sayın seyirciler, doğru duydunuz!
Batu ve Kıvanç arasında tuhaf bir bakışma geçti. Ne olduğunu anlayamadan Kıvanç önüme geçip yürümeye başladı. Batu ve Elçin'e hızlı bir veda edip Kıvanç'a yetiştim. Arabasına doğru yol alırken hiç konuşmadık. Zaten konuşmaya çabalayan da yoktu.
O, sürücü koltuğuna ben de yanına oturduğumuzda zaman kaybetmeden arabayı çalıştırdı. Ara sıra ona kaçamak bakışlar atsam da o hiç bana bakmadı. Ama en sonunda ona baktığımı anlamış olacak ki "Ne var?" diye sordu. Ona Umut'un söylediği şeyden bahsetmek istiyordum ama eğer doğruysa Kıvanç'ın yapacaklarından korkuyordum. Beni keser miydi acaba?
Of, saçmalama Gökçin.
"Kafam karışık." diye girdim konuya. Beni şaşırtan bir merakla "Neden?" diye sordu. Ona bakarak konuşmaya devam ettim.
"Halil, Elçin, Umut, Rengin, Batu," derin bir nefes alıp devam ettim "ve sen, kafamı çok karıştırıyorsunuz. Olayı çözdüm derken arkasından başka bir şey çıkıyor. Kimseden tam olarak emin olamıyorum."
Kırmızı ışıklarda durduğumuzda kafasını döndürüp bana baktı. Beş saniye kadar bakışmamızın ardından kafasını yola çevirdi ve konuşmaya başladı.
"Kimseye güvenemezsin."
"Bunu zaten biliyorum."
Arabayı tekrar sürmeye başladı ve konuştu. "Akıllı bir kızsın Gökçin. Bu kadar karmaşık düşünme. Aslında olay çok basit."
"Sen neler döndüğünü biliyor musun?" diye sorsam da cevap vermedi. Cevap vermesi için zorlamadım çünkü vermeyeceğini biliyordum. Ama ona bakmayı kesmedim. Neredeyse batmak üzere olan güneşin kızıllığı yüzüne çarpıyordu. Çok fena kıskandığım bir burnu ve keskin hatlı bir yüzü vardı. O, çok güzeldi. Ama hala birbirimize karşı adlandıramadığım bir nefretimiz vardı. Ya da sadece onun bana karşı vardı. Düşünmemeyi seçtim.
Evimin önüne geldiğimizde "Teşekkürler." diye mırıldanıp inecekken adımı seslenmesiyle durup ona döndüm.
"Efendim?"