Bilirsiniz, herkesin ölmeden önce yapılacaklar listesi vardır. Ya da yalnızca bizim gibilerin var, bilmiyorum. Bizim gibiler dediklerim her türlü pisliğe bulaşmış veya hiçbir şeyi umursamayan insanlar değil; deli dolu, çılgınlığın dibine vurmuş ama asla yasaları çiğnememiş, sarhoş olup şarkı söylemeyi adet haline getiren ve her şeye gülümseyen kimseler. Ben de onlardandım. Ama artık yasaları çiğneyecek bir şey yaptım ve şu anda deli gibi koşuyorum.
Bugün öğleden sonra yakın arkadaşım Rengin'le ölmeden önce yapılacaklar listemizin 12. adımını uygulamaya karar verdik. Hırsızlık. Böyle bir maddeyi neden eklediğimiz hakkında hiçbir bilgim yok ama eğlenceliydi. Peşimde koşan yakışıklı olmasa.
Son sürat köşeyi döndüğümde bugün kaçıncı olduğunu sayamadığım birisine çarptım ama özür dileyemeden yoluma devam ettim. Elimde ki kredi kartına bakıp kahkaha atmak istedim ama yeri olmadığı için susup koşmaya devam ettim. Rengin bir yerlerde paçasını kurtarmıştı ama aynı şey benim için geçerli değildi. Bir ara kredi kartını atıp kaçmak istemiştim ama nasıl olsa yakalanacaktım. Ya kredi kartlı ya da kredi kartsız.
Sonunda yorulduğumda ve peşimde olmadığına kanaat getirdiğimde bir dükkanın duvarına sırtımı yaslayıp soluklandım. Kendime inanamıyordum. Ben Serhat Aydın'ın kızı Gökçin Aydın bir kredi kartı çalmıştım! Bir kahkaha patlatmamla çevredeki insanlarının bakışlarını üstüme toplamam bir oldu. Nefes alışverişim düzene girdiğinde kendimi dükkanın duvarından ayırdım. Ama tekrar sırtımın duvara çarpması an meselesi olmuştu. Yüzümü acıyla buruşturdum. Önümde ki beni duvara çarpan kişi ''Sen,'' diye tısladı. Kısılmış gözlerimi sonuna kadar açıp bir nefes mesafesi kadar yakınımda duran çocuğa baktım. Siktir. Bu kredi kartını çaldığımız çocuktu.
''Şey,'' dedim lafı toparlamaya çalışırken. Daha sonra ani bir yalanla laflarıma devam ettim; ''Bizi bu iş için zorluyorlar. Yemin ederim benim suçum değil.'' İnandığına dair tek bir ton bulunmayan gözlerini kıstı ve bana daha dikkatli baktı: ''Doğruca polise gidiyoruz.'' Kolumu sıkıca tutup hızlıca AVM'nin çıkışına doğru ilerledi. Ne kadar ayak diretsem de sonunda siyah, lüks bir arabanın yanına geldik ve arabanın kilidine açıldığını işaret eden ses geldi. Kolumda ki eline tırnaklarımı batırdım ve hırsızı olduğum kartın sahibinin kafası bana doğru döndü: ''Şunu yapmayı kes. Kararımdan dönmeyeceğim.'' Gözlerinde bir tane bile şefkat duygusu olduğunu görmesem bile kaderime boyun eğmedim.
''Bırak kolumu yoksa adam kaçırıyorlar diye bağırırım anladın mı?'' hala gözleri aynı sertlikle bakıyordu. Birazdan gerginlikten kırılacaktım.
''Bağır bakalım, o zaman işini polis değil ben bitiririm.'' Gözlerimi şaşkınlıkla açıp kolumu tutan genç adama baktım. ''Yalvarırım beni o pis zincirlerin arkasında çürümeye mahkum etme.'' Kafasını arabaya doğru döndürüp sürücü koltuğunun yanında ki kapıyı açtı. ''Onu kartımı çalarken düşünecektin küçük hırsız.'' Son kullandığı kelimeye sırıttım ama tabii ki de o görmedi: ''Baksana şimdiden iyi anlaştık.'' dedim daha büyük sırıtırken. Kafasını bana döndürdüğünde kaşları çatıktı ve dudağına küçük bir gülümseme bile ev sahipliği yapmıyordu. ''Bin şu arabaya.''
''Binmeyeceğim.''
''Bin dedim.''
''Ben de hayır dedim.'' Sıkıntıyla iç çektikten sonra ''Pekala,'' diye mırıldandı ''sen bilirsin.'' Ve kendimi havada bulmam bir oldu. Saniyeler içinde sürücü koltuğunun yanında yerde kendimi oturuyor buldum. Yer kavramını biraz şaşırsamda sonunda kendimi gelip kapıyı açmaya çalıştım. Lanet kapı, açılmıyordu!
''Hala onu açmayı mı deniyorsun?'' Gözlerimi devirip cevap verdim:
''Kör müsün?'' Sürücü koltuğuna yerleştiğinde kemerini takmadan arabayı çalıştırdı. Tekrar gözlerimi devirdim: ''Kemerini tak.''
Bana yan gözle bakıp sırıttı: ''Seni polise götürüyorum ve sen beni düşünüyorsun. Gerçekten salaksın.'' Araba AVM'yi terk ettiğinde daha da telaşlanmıştım.
''Bak yalvarırım beni polise götürme, yemin ediyorum ne istersen yaparım.'' Ben ve lanet çenem yine iş başında.
Cevap vermediğini gördüm ama susmaya niyetim yoktu: ''Bana adınızı bahşedebilir misiniz beyefendi?'' Birkaç saniye sonra cevap geldi:
''Kıvanç.'' Aklıma gelen espriyle sırıttım:
''Ama ben hiç Kıvanç duymadım.''
Yüzünü buruşturdu ama cevap vermedi. Ben de kollarımı bedenime sarıp sıkıntıyla iç çektim. Rengin'e bunu fena halde ödetecektim. Yine başıma iş açmıştı. Hep yaptığı bu değil miydi zaten.
Araba durduğunda korkuyla camdan dışarı baktım. Karakolun veya ona benzer bir şeyin yanında değildik. Gösterişli bir villanın yanında duruyorduk.
''Dalga mı geçiyorsun?'' diye sordum sinirle. Kıvanç, bana yan gözle bakıp arabadan dışarı çıktı. Ben de kapıyı hiddetle açtım ve dışarı çıktığımda sertçe kapattım. Umarım arabasına zarar verebilmişimdir.
''Sana diyorum!'' diye çığrındım. Arabanın önünden geçip yanıma geldi.
''Her istediğini yaparım demiyor muydun?'' göz kırptı ''al sana fırsat.''
İşte şimdi sıçmıştım.