9. BÖLÜM

5 2 0
                                    

(ŞİMDİ NE OLACAK)

     Bora uyanıp etrafına bakındı. Nerde olduğuna dair en ufak bir fikri dahi yoktu. Sağa sola bakındım ama nerde olduğunu kestiremedi. Doğrulup karşı duvardaki hologram saate baktı, saat 19:08'i gösteriyordu. Odada bir tek Fatih Teğmen vardı; sol taraftaki koltukta, oturduğu yerde uyuyakalmıştı. Üstü başı yırtıklarla doluydu ve yüzünde bir sürü yara vardı, kolu da sargıya alınmıştı. Bora yattığı yerden kalkmaya çalıştı ama beceremedi.
     Bir kaç dakika sonra Doktor Hande Hanım içeriye girdi.

     (+Doktor, -Bora)

-Doktor! Ne oldu bana böyle? Neredeyim ben?
+Sakin ol Bora, Tesisteyiz. Burası da revirdeki bir oda. Savaştan sonra seni buraya getirdik; kaburgalarında ve bacaklarında parçalı kırıklar ve vücudunun bir kaç yerinde de derin kesikler vardı. Seni ameliyata aldık. Durumun şimdi gayet iyi görünüyor. Seni 48 saattir uyutuyorduk.
-Beni boş ver Doktor. Babam, arkadaşlarım? Onlar neredeler? Nasıllar?
+Merak etme herkes iyi durumda. Baban 2 gündür senin başucundaydı. Uykusuz olduğu için Fatih Teğmen onu gönderdi. Kendisi de hafif yaralı ama senin yanında kalmak istedi.
-Şükürler olsun! Mot ne oldu? Beni ordan nasıl kurtardınız?
+Bora, sanırım o anki şokun etkisiyle hatırlamıyorsun ama sen bir Mekainsan öldürdün! Benden duyduğunu kimseye söylemezsen sana bir şey daha söyleyeceğim.
-Söyleyin tabi. Sizi dinliyorum Doktor. +Toplantı salonunda senin geleceğin için bir oturum düzenlendiğini ve sana Binbaşı rütbesi verme kararının alındığını duydum. Sen ayağa kalkar kalkmaz, yani aşağı yukarı 10 gün sonra senin için bir tören düzenlenecek.
-Bu güzel haberi benimle paylaştığınız için çok teşekkür ederim. Ağzım sıkıdır merak etmeyin.

     Bora duyduklarına inanamamıştı. Görev sırasında yaptığı hatalar yüzünden askerlik görevine son verilmesini beklerken şimdi Binbaşı rütbesini alacak olmak onu tarifi imkansız bir sevince boğmuştu. Doktor Hande Hanım gerekli kontrolleri yapıp çıktıktan sonra neredeyse sevinçten ağlayacaktı. Fatih Teğmen olanlardan habersiz hala uyuyordu. Bora bir süre sonra canı sıkıldığı için Fatih'i uyandırmaya karar verdi.

*****

     (+Bora, -Fatih Teğmen)

+Fatih, kardeşim. Kalk.
-...
+Fatih, uyansana oğlum. Sıkıldım burda yatmaktan.
(Fatih Teğmen ayağa fırlayıp selam durarak)
-Emredersiniz komutanım.
+Otur ya, n'apıyorsun. Bir duyan olacak şimdi lan.
(Gülerek)
-Affedersiniz komutanım. Bir an boş bulundum.
+Demek sen de biliyorsun.
-Neyi komutanım.
+Lan kes artık oyunu. Bora'yım oğlum ben Bora. Aynı Bora. Bir kaç kemiğim kırılmış o kadar.
+Bora, kardeşim. Senin adına çok sevindim gerçekten. Hakederek aldın o rütbeyi. Tesis tarihinde ilk kez biri Mekainsan öldürdü lan. Herkes seni konuşuyor dışarda.
-Ne yaptım ki abi ya. Altı üstü Zeynep Astsubay düğmeye bas dedi bastım, hepsi bu.
+Ne saçmalıyorsun sen ya. Bırak. Hangi cesaretle o canavarın üzerine koştun lan? Hepimiz oradaydık. Hepimiz şahidiz. Tek başına öldürdün.
-Neyse boş ver onu bunu da kaldır beni burdan. 10 gün diyor doktor. Ben burada kalamam 10 gün falan.
+Kardeşim bir sürü kemiğin kırılmış nereye gideceksin bu halinle. Yat dinlen.
(Gülerek)
-Asker kalk ayağa. Beni kaldır burdan. Bu ne laubalilik lan. Kalk!
+Emredersiniz komutanım!

     Fatih Teğmen, Bora'yı kucağına aldığı gibi tekerlekli sandalyeye oturttu. Odadan dışarı çıktılar. Uzun koridorda ilerlerken herkes onlara bakıyordu. Tesis çalışanlarının gözünde o ekipte olanların hepsi birer kahramandı artık. Bora ve Fatih görmezden gelmeye çalışarak önce uyku hücrelerinin olduğu yere sonra da askeri kantine gittiler. Birer besin şurubu içtikten sonra Fatih Teğmen, Bora'yı orada bırakıp pansumanlarını yaptırmak üzere yanından ayrıldı.
     Bora görev öncesinde verdiği sözü hatırladı ve telefonunu çıkarıp Zeynep'e mesaj attı,
"Kahve için sözleşmiştik. Biraz geciktim özür dilerim. Askeri kantinde seni bekliyorum."
"Emredersiniz komutanım. 7 dakika sonra oradayım."
"Buraya geldiğinde komutanım dersen herkesin içinde 20 şınav çekersin asker!"
":) "
     Zeynep, söz verdiği gibi tam yedi dakika sonra Bora'nın yanına geldi.

     ( +Bora, -Merve)

-Merhaba Bora. Nasılsın?
+Kaburgalarımda ve bacaklarımdaki bir aç kırık haricinde iyiyim Zeynep. Sen nasılsın?
-Çok korktum. Senin için çok korktum. Nasıl olur da o ucubenin karşısına tek başına çıkarsın ya. Orada ölebilirdin Bora.
+Bu konuları konuşmak için artık çok geç Zeynep. Olan oldu. Nasıl yaptım bende bilmiyorum. Kendime güvendim, sana güvendim. Çıktım.
-Ne diyeyim ben sana ya. Çok korkuttun beni. Sanki Mot'la ben savaşmışım gibi benim de her yerim yara bere oldu. Hepsi senin yüzünden
+Nasıl oldu o yaralar? Hem ben hiç bir şey yapmadım.
-Sen orada yaralı yatarken seni kurtarmak için görev yerimi terketmek zorunda kaldım. Ben vardığımda hala küçük çaplı patlamalar oluyordu. İşte o sırada bir kaç şarapnel yedim bende. Nasibimi aldım.
+Sana ne oluyor da geliyorsun kızım. Ne işin var o cehennemin içinde. Yüzbaşı orada, askerler orada. Sen neden geldin!?
-Bilmiyorum Bora, üzerime gelme. Sinirliyim zaten sana. Geldim işte.

     Bora ve Zeynep kahvelerini içerken zamanın nasıl geçtiğini anlamamışlardı. Uyku alarmı çoktan çalmıştı ve ışıklar kapatılmak üzereydi. Bu da Tesis'in kurallarından biriydi. Enerji tasarrufu için herkes saat 00:00'da uyku hücrelerine girmek zorundaydı. Ama Bora için her zaman kurallar ikinci plandaydı; ilk planda her zaman kendi istekleri vardı ve şimdi burada  kalmayı istiyordu. Telefonunun ışığını yaktı. Sabaha kadar orada kalıp sohbet ettiler. Sabah, 05:00'da ışıklar açılınca tatlı bir rüyadan uyanır gibi oldular ve birbirlerine veda edip ayrıldılar. Bora tekrar revirdeki yatağına, Zeynep ise uyku hücresine gitti.

İstediğiniz Oldu Mu Senatör? Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin