Audrey

8.9K 104 12
                                    

***Aldığımız yapıcı eleştirileri değerlendirmemiz sonucunda, ilahi bakış açısıyla yazmış olduğumuz ilk iki bölümü düzenlemeye alarak anlatıcıyı ana karakter olarak değiştirdik. ***

Öncelikle her bölüm yazarına ithaf edilmiştir. @Alyamina (Esra) ve @thebreath (Ece) olarak ortak hesabımızdan ortak yürüttüğümüz bir hikaye. Yorum ve beğenilerinizi bekliyoruz.

Hikayede geçen olay ve kişiler kurgudur. Tarihte bu kişiler yaşamamıştır ama dönem tamamen yaşanmış olaylar üzerinden kurgulanmıştır.  

Keyifli okumalar 

TANITIM

 Başımı eğerek usulca eteklerimin bacaklarımın etrafında dalgalanırken morun tonlarının gün ışığı altında dans etmesini izledim. Mor sanırım bana yakışan nadir renklerden biriydi, belki de az sayıda renkli elbisem olduğundan hangi renklerin bana yakıştığını tam olarak bilemiyordum. Yine de bir ayna veya suda yansımamı görmesem de güzel göründüğümü bir şekilde hissediyordum ki bu normale göre mutlu uyandığımın bir kanıtı olmalıydı. Teyzem her ne kadar annemin dünyalar güzeli bir kadın olduğunu ve benim tıpatıp ona benzediğimi söylese de kendimi dünyanın en güzel kızı gibi hissetmiyordum. Ne de olsa söylediği kadar güzel olan insanların kaderi de güzel olmalıydı. Annem hayatının son üç ayı dışında güzel bir hayat geçirmişti, bense doğumumdan iki sene sonra kaderim bir hastalığa yakalanmış gibi çaresiz ve kapana kısılmış gibiydim. Yine de saçlarımı yukarı topladığımda annemin kendini aynada bu kadar güzel görüp görmediğini merak ettim. Teyzemin anlattığına göre mal varlığımız o kadar iyiymiş ki evimizde bir sürü ayna varmış. Şimdi ise küçük ve pek karşıdakini göstermeyen o tek aynadan başka kendimizi görebildiğimiz pek fazla nesneye sahip değiliz. Aynı zamanda ne annemi, ne babamı ne de evdeki aynaları ya da eşyaları hiç hatırlayamıyorum. Sadece onların kaderlerinin her insan gibi ölümle son buluşunu ve bunun acımasızlığını ve çektikleri acıları tahmin edebiliyordum. En azından annemin acısı daha uzun süreliymiş. Babam daha ne olduğunu anlamadan eceli onu tutup bambaşka bir dünyada bırakıvermiş. İkisi de bir kuş kadar sessiz ölüvermişler ve ben iki yaşında onları kaybetmeyeceğimi bilseydim her aynadan, her türlü mal varlığından bir saniye düşünmeden vazgeçerdim.

Henüz iki buçuk yaşındaydım, anıların bir parçası dışında her şey beni kızından ayrı tutmayan teyzemin, annemin vasiyeti üzerine bana anlattıklarından ibaret. Onun anlattığına göre babam dönemin en iyi tüccarlarından biriymiş. Sarayın hemen yanında, İngiltere’nin merkezinde asillerin hatta kraliyet ailesine varana kadar tüm varlıklı ailelerin alışverişini yaptığı dükkanı işletirmiş. Deniz aşırı ülkelerden getirdiği kitaplar, kumaşlar ve diğer bin bir çeşit eşyanın satıldığı bu dükkana giren çıkan mallara o kadar dikkat edermiş ki, bir tane yasaklı kitap bulmanın aslında mümkün olmadığını sayıklamış annem teyzeme yanına ulaştığında. Teyzem buna canı gönülden inandığını bana bin kere söylemiştir. Babamla annemin tanıştığı ilk günden beri babamın saygınlığını ve sadakatini belli ettiğini söyler hep. Buna rağmen annemin tahminine göre bir başka tüccar, gemisinden bir tayfayla anlaşarak düşünmenin bile yasak olduğu dönemimizde kraliyet ailesinin yasakladığı kitaplardan birini diğerlerinin arasına sıkıştırıp kraliyet ailesine giden paketlerin arasından çıkmasını sağlamış. Onun gibi başarılı insanların düşmanının çok olacağını tahmin etmek bana pek zor gelmese de bu kitabın o desteden çıkmasına izin verecek kadar aptal olduğuna inanmışlar babamın. “Baban gerçekten yasaklı kitap getirse” derdi teyzem “Onu o desteye koyacak kadar aptal bir adam değildi. Aksine son derece zekiydi” Buna gerçekten inanıyordum. Yine de kraliyet ailesi hiçbir gerekçe dinlemeyip savunma yaptırmadan babamın kellesini almak üzere emir vermişti. Kimisi henüz 4-5 yaşında olan prense bu kararı verdirdiklerini söylese de kimi insanlar kralın karısının etkisi altında olsa da disiplinli ve kuralcı biri olduğundan bu kararı bu kadar hızlı ve kesin verdiğini söylemiş. Sonuç olarak annem üzerindeki kıyafetler ve kucağında uyuyan bebeği yani iki yaşındaki benden başka her şeyine el konulmuş ve babamın başı dükkanının önündeki bir kazığa saplanarak günlerce orada ibret olsun diye çürümeye bırakılmış. Giyotinin saniyelik merhametine bırakılan tek kurban elbette babam değilmiş ama her gün onlarca kişinin kellesi kesilip çarmıha gerilse de onların yakınlarının yakarışını ilk kez o zaman anlamış annem tabi. Benimle sürekli oyunlar oynayan, annemle beş çayı içen komşulardan hiçbiri olur da kraliyet ailesi onları annem ve babamla ortak görür de kelleleri gider korkusuna bizi yanlarına almamışlar. İki gece üç gün boyunca sokakta babamın kazıktaki kellesi ve yanında bir çuvala tıkıştırılmış bedeninin yanında uyuyup uyanmışız annemle, birkaç kişinin gizlice bıraktığı yemeklerle az da olsa karınlarımızı doyurmuşuz. En sonunda babamı gömmesi için izin çıkar çıkmaz annem parasızlıktan babamı kimsesizler mezarlığına gömmek zorunda kalmış. Şimdi gitsem babamın mezarını belki bulabileceğimi söyler yine de teyzem. Annemin tarif ettiği yeri bulma ihtimalimi göz ardı etmese de umutlanmamam için bunun aradan geçen yıllar düşünülünce imkansız olduğunu söylemişti. Babamın mezarının başında geçirdiği sürenin sonunda karanlık iyice bastırınca el konulduğu için girmesinin yasak olduğu evine son kez girip küçük ve dikkat çekmeyecek kadar az eşya almaya gayret etmiş. Son birer hatıra bırakmak adına bana bir madalyon, bordo elbisesi ve benim pembe elbisem…  En sonunda kulağındaki küpelerini satarak sabaha karşı aldığı ata kaliteli ipekten eteğini sürüye sürüye binerken beni de göğsüne, kıyafetlerimizi de sırtına bağlayarak günlerce yol gitmiş. Elbisesi dallara takılarak parçalanmış, at dinlenirken varlığını sezdiği eşkıyalardan köşe bucak kaçmış ve köylerde durarak insanlardan bir kap su istemiş ve evini açan olduğunda sadece bir gece uyku uyuma fırsatı elde etmiş ve günlerce süren yolu o bir günlük uykuyla, ikimizin de burnu kanamadan aşmayı başarmış. En sonunda köye vardığımızda önceliklerimiz çok farklı olmuş. Ben onca yorgunluğa rağmen annemin göğsünde uyuyarak edindiğim az miktarda enerjiyi Eva ile oynamak adına harcarken annem teyzemin omzunda ağlaya ağlaya başına gelenleri anlatmaya koyulmuş. Eva teyzemin tek kızı, yaşıtım olan kuzenimdi. Teyzemin başka çocuğu yoktu, ikizleri ölü doğduktan sonra başka çocuğu olsun da istememişti zaten. Yine de o gün ikisi de bir süreliğine çocukları unutturacak bir an yaşayacaklardı ki içlerinden biri ömür boyu unutamayacaktı bu anı, ötekininse hiçliğe karışırken karanlıkta çözünecekti acıları.  Eva kendi sert kumaşlarından elbisesine o kadar alışıkmış ki saatlerde bir daha sahip olamayacağım ipekten elbisemi okşayıp durmuş. Annemlerin maddi yardımını kabul etmediğinden asla öyle elbise giyememişti Eva. Ben ona çocuksu bir heyecanla kıyafetlerden, oyuncaklarımdan ve asla geri dönemeyeceğim evimi anlatırken annem teyzeme benimle ilgili birçok şey tembih etmiş. “Söz ver” demiş en sonunda annem “Bana bir şey olursa Audrey’e hikayemi anlatacağına, onu sevdiğimi söyleyeceğine ve onu Eva’dan ayırmayıp öz kızın gibi büyüteceğine söz ver!” Teyzem annemin neredeyse saçları kadar sararmış çehresini, parıldayan mücevher rengi gözlerinin o saniyede iyice solduğunu anlatmıştı bana. Beni de, annemi de çok seven teyzem ve eniştem içtenlikle beni kabul edeceklerini söylerken o gece annemi yalnız bırakmanın riskini görememişler. Eşini kaybeden bir kadının şokla beraber gelen histerisi sanmışlar bu sözlerini.

AudreyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin