“Bir oyun oynayacağız prenses ancak bu senin evcilik oyunlarına benzemez, bir kumar oynayacağız ve sen, oynamak zorundasın” Oynayalım prensim, elbette bu oyunu oynayalım, ancak bu kumar masasından bedenin ancak kanlar içinde kalkabilir. Bu oyun, ölümün, intikamım olacak…
---------------------------------------------------------------------------------
Çığlık atmamak için kendimi zor tutuyor, ölçümü almaya çalışıp tenime iğneler batıran kadına hakaretler yağdırmak istiyordum ama bunu yapmamam gerektiğini bildiğimden yalnızca dudaklarımı ısırıp kötü bakışlarımı yöneltiyordum; ancak o, bundan hiç de etkilenmiş gibi görünmüyordu. Prens Edmund’a hala fazlasıyla sinirliydim. Önce yanına yakışır olmalıymışım! Sonra gidip aileme haber verecekmişiz! Prens bile olsa bana emirler yağdırması ve alaycı sözcüklerini sanki keskin kılıç gibi üzerime savurması beni fazlasıyla rahatsız ediyor, canımı yaktığı gibi, daha çok öfkelenmemi sağlıyordu. Belki bir leydi değildim; ancak gurur her insanda olduğu gibi bende de vardı. Söylediği sözler aklıma her geldiğinde küplere biniyor, üzerime geçirilen elbiselerin içinde daha çok kıpırdanıyordum. Ardından bir iğne daha tenime saplanıp canımı acıtıyor ve ağzımdan minik bir çığlık daha kaçıyordu. Eğer işin ucunda intikamım olmasaydı o Prens bozuntusunun karşısında geçip tenime batan her iğneyi ona birer birer batırır ve bundan zerrece acı duymazdım. Ne yazık ki bunu yaptığımda kapının önünde olacağımdan emindim, hatta daha kötüsü kellemi kazığa saplar, zavallı teyzemin ellerine, sonsuz acı ve kardeşine verdiği sözü tutamamanın yarattığı vicdan muhakemesinden hazırlanmış bir hediye gibi tutuştururlardı… Kapının önüne konmak daha az mümkün ve bir o kadar da iyi bir ihtimaldi. Her şeye rağmen intikamımı alma fırsatına sahip olmaktan mutluluk duyuyordum. İçimde elbette bir huzursuzluk vardı ama bunu görmezden gelmeyi de başarıyordum. Ne zaman korksam aklıma annemin hayali, boynundaki ipten sarkan ince bedeni geliyor, babamın kazıktaki çürümüş kafasından yayıldığını düşündüğüm o sis zihnimi kaplıyordu ve tüm o nefret damarlarıma sanki küçük bir yılan gibi sızıp, bedenimi yeniden keşfe çıkıyordu. Yanımdaki teni kırışıklıklarla dolu ve bir o kadar da boyaya bulanmış yüze bir kere daha baktım... Tüm dikkati üzerimde geziniyordu. Bana daha ne kadar işkence yapacağını düşünüyor olmalıydı. Daha önce bu kadar incelenmeyen bedenim, mahremi olduğunu anımsar gibi kızarıyor, yanaklarımda ufak çaplı, sönmek bilmeyen yangınlara dönüştürüyordu biçimini usulca. “Ne zaman bitecek bu işkence? Tanrım yeter artık canım yanıyor diye düşündüğüm saniye kadının üzerimde gezen elleri durdu ve mavi gözlü kadın ayağa kalkıp karşıma dikildi. “Bakın leydim, bana gerçek bir leydi olmadığınızı düşündürmeye başladınız daha önce terzi hiç ölçünüzü almadı mı ? Bu iğneleri teninize batırmak inananın istemem ama bu kadar hareket ederseniz yapacak bir şeyim de kalmaz. Ölçülerinizi aldım. Çok fazla sıkılmış göründüğünüzden elbisenin modellerine kendim karar vereceğim tabi isterseniz. Üzerindeki elbisenin de son dokunuşlarını yapacağım ve lütfen biraz daha hareketsiz durmaya çalışın” Dürüst olmak gerekirse bu güne kadar sadece kendi çapında dikiş becerileriyle ünlenen teyzem, kabataslak, ezberlediği ölçülerimi kontrol ederek, elimize geçen ucuz parça kumaşlardan elbise dikerdi bana. Kimse ipek kumaşları tenimde kaymasın diye sabit tutmaya çalışmamış, kaliteli ve gerçekten sıkan bir korseyi belime geçirmemiş ya da topuklu ayakkabılar giydirerek eteklerimi nasıl tutmam gerektiğini öğretmemişti. Kasabalar ne kadar zengin olursa olsun kraliyet terzileri ya da görgü kurallarında usta eğitmenleri toprakta filizlendirip ağaçta toplama imkanı sunmuyordu. Yine de ukalalar sirki olarak gördüğüm saraydan gelen, tenime iğneler batıran hatta bilerek bunu yaptığını düşündüğüm kadının bu kadar kibar olabileceğini düşünmemiştim. Şimdi anlıyorum o yalnızca edindiği uğraşın tutkunuydu. Bense işini yapmasına mani olan bir kadın bile olamayan cahil bir kız. Düşüncelerimin arasında dudaklarımın arasından çıkmayan kelimelerin yerine başımı sallayarak söylediklerini onaylamayı seçtim. Elbisenin içinde patlayacakmış gibi hissetmem normal miydi? Korseyi o kadar çok sıkı bağlamışlardı ki nefes bile almakta zorlanıyordum ve aynı zamanda sımsıkı sarılan gövdemden göğüslerim taşacak şekilde biçimlenmişti. Bu çok utanç vericiydi. Göğüslerimi saran mavi elbise ince belimi sergiliyor sonraysa salkım salkım kalçalarımdan dökülüyordu. Etkileyici olduğumu kabul ediyordum ama bu halde prensi tahrik edebileceğim düşüncesi aklıma doluşunca da utanıp kızarıyordum. Korse o kadar sıkı bir şekilde belimi sarmıştı ki nefes almakta zorlanıyordum. Bu elbisenin içinde bütün gün nasıl duracaktım. “Tanrım beni intikamımdan vazgeçirmeye mi çalışıyorsun? Bu yalnızca göreceğim işkenceler için bir uyarı mı? “ demekten kendimi alamıyordum. Bugünü bitirip sağa salim üzerimdekileri çıkarabilirsem kendimi şanslı hissetmeliydim. Hayatımda sadece bir kere bir leydi –prensin kız kardeşi- kasabamıza uğradığında görmüştüm ya da halk hikâyelerinde onların nasıl davrandıklarını dinlemiştim çocukluğumda. Gördüğüm ya da duyduğum tüm o leydiler dik yürüyor hatta kedi gibi çıkarttıkları sesler çıkartıyorlardı. Şimdiyse sebebi apaçık ortadaydı elbisenin içinde hareket edemediklerinden dik yürüyor ve nefes almakta zorlandıklarından zorlanarak konuşuyorlardı. İnce bir bel elde etmek için tüm gün işkenceye maruz kalmak dayanılabilir şey değildi. Bana komik veya uzak gelen her ihtimalin tam içindeydim; tıpkı şu an bu elbiselerden birinin içinde olduğum gibi. İntikamım söz konusu olmasaydı bu elbiseyi hiçbir kuvvet bana giydiremezdi, sadece ölüm korkusundan ziyade, ölümümün sadece aileme çökecek olsa da peşi sıra getireceği keder bulutu beni prensle, yani celladımla anlaşma masasına oturtabilirdi. Bir dakika dik yürümekte pekala bir sorun yoktu fakat kedi gibi bir ses… Tanrım umarım bulduğum neden doğru değildir şuan gerçekten bir utanç daha kaldıramayacak durumdayım. Eğer göğüslerime bir kez bile bakacak olursa prens bu sefer yalnızca kötü bakışlarımla değil içimdeki nefretimin dışarıya çıkmış haliyle karşılaşacaktı. Nefretim kafesinden çıkmak için fazlasıyla çırpınıyordu ve en ufak bir hareket kapısını ardına kadar açmama neden olacaktı. Ki açıldığında sonuçlarının ne olacağını ben bile bilmiyordum. Ben sadece belinden biri öldüresiye kavradığında kediye dönüşen bir genç kadından ziyade, tırnakları olan bir sokak kedisi gibiydim. Tüyleri taranmayan, vahşi ve saldırgan… Kabuğunda güvende; ancak ailesi dışında endişelenecek kimsesi olmayan ve onları güvende tutabilecek kadar da cesur… Biraz da oyuncu… Madem bir oyun oynuyorduk bende eğlenmeliydim öyle değil mi? Anlaşılan sevgili prensimiz fazlasıyla eğleniyordu ki yan odada oturmuş ağzımdan çıkan her çığlıkta kahkahalar atmıştı, fakat bu tek taraflı olmayacaktı. İntikamım her şekilde acı ve fazlasıyla eğlenceli olacaktı. “ Leydim elbiseniz hazır fakat ben çıktıktan sonra hizmetliler saçlarınızı yapacaklar. İsterseniz artık oturabilirsiniz.” Söylemesi kolaydı tabi. Nasıl oturacaktım. Daha ayaktayken zor nefes alırken oturduğumda alamadığım nefesler yüzünden intikamımı alamadan öleceğimden emindim. Daha bir elbiseyle baş edemezken Prensle nasıl baş edecektim? Bir de eğlenmekten bahsediyordum fakat bunu nasıl yapacağımı bilmemem ayrı bir ironiydi. Yine de annem nasıl tek başına babamın ölümünden sonra beni huzurlu bir ortama ulaştırmayı başarmıştı, ben de onların ruhlarını ızdıraptan kurtarabilirdim, sonunda ipte sallansam, kazıkta çürüsem de…
Derin nefesler -her ne kadar alamasam da- alamaya çalışıyor terzinin çıktığı kapının önünde öylece ayakta dikiliyordum. Fakat bekleyişim bekleyiş sayılamayacak kadar kısa sürdü çünkü oda ya birkaç hizmetçi girmiş önümde reverans yapıp izin bile alma gereği duymadan saçlarımla oynamaya başlamışlardı. Ya saçlarımı kökünden sökmeye çalışıyorlardı ya da ben çok fazla hassastım. Tanrının beni cezalandırmaya çalıştığına artık emin olmaya başlıyordum fakat bana intikam seçeneğimi sunun da oydu. Belki de acılı bir yolu seçtin demek istiyordu. Acı çekeceğimi zaten biliyordum. Ölümü göze almış, sırrım ifşa olduğu takdirde canlı kalamayacağımın bilincine varmış ve bu kararı öyle vermiştim.
Ya ben çok fazla düşünüp zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum ya da etrafımdaki herkes fazlasıyla hızlıydı çünkü saçlarım bitirmiş ve ömnümde reverans yapıp kapıya doğru yürümeye başlamışlardı. Cidden nefes almak için hamle yapmanın tam sırasıydı. Biraz daha geç kalırsam bütün gün ayakta dikilecektim sanırım.
“Biriniz korsemin iplerini biraz gevşetebilir misiniz ? Nefes almakta zorlanmaya başladım.” Dediğimde önce bana şaşkın bakışlar atmış daha sonra aralarından en küçük olanı öne çıkıp arkama geçmiş ve ipleri biraz gevşetmişti. Hala fazlasıyla sıkıydı fakat en azından oturabilecek duruma gelebilmiştim. Teşekkür etmiş daha sonra yine şaşkın bakışlar ve utangaç gülümsemelerle odada yalnız bırakılmıştım. Yalnızca teşekkür etmiş ve bir ricada bulunmuştum bunda şaşılacak ne olduğunu anlayamıyordum. Fakat bir daha görecek olursam küçük yeşil gözlü kızıl saçlı utangaç kıza bunun nedenini sormalıydım. Tabi hatırlayabilirsem.
Şimdi Prens içeri girecek ve büyük ihtimalle beni utandıracak bir şey yapacaktı. Utangaç küçük kızlıktan kurtulup arsız bir kadın mı olmalıydım onu alt etmek için yoksa yalnızca kendim mi? Teyzem her zaman "Hiç kimse için kendini değiştirme sivri ve fazlasıyla kıvrak zekan seni bir cevhermişçesine parlatacak ve bakışların ve farkındalığın sana yönelmesini sağlayacaktır ve daima kazanan kişi sen olacaksın Audrey bunu sakın unutma. Asla başkaları için kendin olmaktan ödün verme." İşte yine teyzem kurtarıcım olmuş ve doğru yolu bulmamı sağlamıştı. Bu duruma alışmalıydım bundan sonra teyzem değil yalnızca bana öğrettikleri yanımda olacaktı ve ben kimseye güven duyamadan yalnızca aileme duyduğum özlem ve nefretimin bedenimde yaptığı çarpışmada hep nefretimin galibiyet almasını sağlayacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Audrey
Historical FictionASKIDA "Aşkın için intikamından vazgeçebilir misin?" Annesi ve babasının ölüm nedeni kraliyet ailesi olan genç bir kız, prensin aşığı, kraliçenin düşmanı ve İngiltere'nin bir sonraki kraliçesi. O aileden intikam alması gerekiyor, onu yıllarca sürü...