-3-

31 0 0
                                    




   Son anda dükkanın kapısından geri geri çıkarak yola devam ettim. Sokağın sonuna geldiğimde köşeden dönmekte kararsızdım. Bir kadını takip ediyordum ve bu hiç hoş değildi. O güzelliği tekrar görmek isteyen gözlerim acele bir istekle duvarların kesiştiği noktaya baktı. Beynim onları üzmek istemiyordu ve bacaklarıma gitmem için komut verdi. Aynı yolu takip etmeye devam ediyordu. Bu saatte neden acelesi yoktu? Neden herkes tanıdıkmışcasına rahattı? Yürüdüğü yolu izlerken artık onu değil, insanların onun hakkında ne düşündüğünü düşünüyordum. Yanında yürüyor olsaydım benim hakkımda ne düşüneceklerini.. "Bu saatte yolunda yürüyen bir kadını takip etmemelisin."

   Ben hâlâ onun yolunun üstündeki insanların yüzlerini incelediğim için bu cümleyi bana söylediğini bir dakika sonra fark etmiştim. Bunu nasıl anladığını merak edercesine dönüp bakarken o da az önceki insan analizlerim yüzünden onu aslında takip etmediğim şüphesine düşmüştü. Sanki ilk defa emin olduğu bir şeyden dolayı böyle şaşırmıştı. Bakışlarının kahvesinde o zekiliği görebiliyordum. Hiç yanılmayacak gibiydi. Yanılmamıştı da. Ama o öyle sanıyordu ve bu hali çok güzeldi. Belki başka halleri de güzeldi.

   Sabah uyanınca dağınık saçlarını eliyle yüzünden geriye attığında ya da yeni günü getiren güneşin ilk hallerini uyku mahmurluğu ile penceresinden izlediğinde. Bana sesleniyordu. Akşamüstü elinde kitabıyla açık çayını içerken, ama asla tamamen sıcak değil. Onu niye duyamıyordum? Gece elini yastığın altına koyup karşı duvara uykuya dalana kadar baktığında. Sesi şimdi hayalimdeki bir günü bitince yerine gelmişti. "İyi misiniz?"

   Nasıl bir haldeydim de az önce bana meydan okuyan o küçük kadın şimdi telaşlanmıştı? Gözlerimin odağına sonunda onu tam olarak alabilmiştim. İrileşmiş gözlerinin, çizgi halini almış dudaklarının bir an önce eski halini almasını istiyordum; sesimi düzelttim. "İyiyim, telaşlanacak bir şey yok." Hiçbir şey olmamıştı ama aslında aynı anda çok şey olmuştu. Ben onun günlerini gezmiştim, o benim şu anımı izlemişti.

   Yanımızdan geçen bir adam duraklayıp bize baktığında bir tedirginlik hissinin gelip onu sarstığını fark ettim. Destek vermek için tuttuğu kolumu istemeden birkaç saniye elinin altında ezmişti. Adamın arkasından bakarken o da yüzümü inceliyordu, döndüğümde göz göze geldik ve hissizliğinin dumanlandığını gördüm. Nasıl bu kadar hızlı değişebiliyordu? Ruhu içinde başıboş koşuyor olmalıydı.

   "Sizi korkutmak istemezdim." diyerek ondan kolumu çektim, gideceğimi anladı. "Korkutmadınız ama benimle biraz yürüyebilir misiniz?"

   Sorusu karşısında şaşırmamıştım çünkü az önce meydan okuduğu sokaklardan şu an korktuğu, daha ne kadar açılacağı meçhul olan ten renginden belliydi. Ay nasıl Güneş'ten alıyorsa ışığını, o da beyazlığını Ay'dan alıyordu belli ki. Yan yana yürümeye başladığımızda bir saniyeliğine de olsa ona bakma fırsatım olmuştu. Kirpikleri gecenin satır çizgileri gibiydi. Önüme baktım ve içimde bile çıt çıkarmadım.

   Zaman geçiyor muydu, yoksa durmuş muydu artık emin değildim ki önümden hızlıca geçip yola bakan bir banka oturdu. Yanına iliştim. Etraftaki barlardan insan bedenlerine çarparak dışarı çıkmaya çalışan müziğin sesi geliyordu. Burada ne işim vardı? Gitmek istiyordum belki de ama şu an ellerimi bacaklarımın arasında sıkıştırmış karşıya bakıyordum. Bir şey bekliyordum, konuşmasını mı? Git dese durmayacaktım niye demiyordu? "Arif bizi gördü."

   Kendi kendine konuşuyordu, cevap vermek için açtığım ağzımı şaşkınlık soluyarak kapattım. Dudakları kıpırdıyordu ama söyledikleri havada dolaşamayacak sessizlikteydi. Kendiyle hararetli bir tartışmaya tutuşmuştu. Kendini mi azarlıyordu, başkasını mı? "Daha neler!" Sesini kontrol edemeyip bağırmıştı. Hiçbir şey söylemedim; kendisiyle arasına girmek istemiyordum.

Umutsuzluk İstanbulluyduHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin