Sevgili annem...
Beni dünyaya getiren kadın. Varlık sebebim. Önceki ben olmaya devam etseydim bugün, belkide lanetler okuyor olurdum. Bu günüme, dünlerime ve umutsuz yarınlarıma...En büyük hayalim birgün yazar olmaktı. Birde babamı bulmak... Bana verebileceğin en güzel iki hediye ve ikisini de verdin...
O gün bana verdiğin bu hatıra defteri, benim en kıymetli hazinem oldu... Seni yazmak o kadar güzeldi ve o kadar zor...
Biz seninle o kadar yakındık ve o kadar uzak...Canım annem seninde hayalin miş demek yazmak... Anneciğim kızlar hep annelerine mi benzer? Birde şansları annelerinin şansı gibimidir? 'Annesinin kaderi, kızına çeyiz' diyorlar, doğrumu anne?..
Ben senin, hayalini ve kitabını tamamlarken, hayatımın dönüm noktasında, tamda yol ayrımında bulunuyordum.
Sırlı bir aleme açılan kapının, tozlu tokmağına dokunmuş, beni adeta içine çeken, yakının uzaklığında süren bir yolculuğa çıktığımı hissederken, öyle bir tuttun ki elimden, yokluğa sürüklenmekten kurtardın.Hiç tanımadığım, babamdan izler bulacağımı düşündüğüm, zamana düşülen bu notları büyük bir açlıkla okumaya başladığımda, aslında kendimi bulacağımı bilmiyordum. Yap boz misali hatıraları bir araya getirerek yazdığım bu hikaye avuçlarıma bırakılan bir hayat oldu...
Bütün kadınlar dı bu acılarla yüzleşen... yetimhaneye terkedilen her çocuk bendim... Her çocuk kardeşim... Anne ben henüz büyüdüm... Bu güne kadar seni çok suçladım. Çok üzdüm , çok ağlattım.
Kabullenemezdim, çünkü sen annemdin... Şimdi seni yazıyorum anne, bazen sen olacağım çocuklarının, üzerine titreyen. Bazen kendim, bazen seni kabullenmeyen üvey kızın Alev, bazen gülüme doyamadım diye ağlayan, anneannem Fidan. Bazende, sadece kendim...Ve bir eliyle beşik, diğer eliyle dünyayı sallayan kadın;
Aşk evliliğimi, yoksa mantık evliliğimiydi onu gerçekten mutlu eden. Aslında aşk, insanların çoktan kaybettiği şeydi... Gerçek aşka çıkılan enfüsî ve afaki bir yol hikayesi....
Beni yalnız bırakma anne bu yol çok çetin ve ben şimdiden çok yorgunum...Günlerden birgün ve belkide bitti sanılan ilk gün...
BELGİN
O sabah, uyandığında herkes, çoktan çıkmıştı. Kahvaltı yapmadan, çıkmış oldukları için kendini kötü hissetti. Hiç aksatmazdı oysa, vazife edindiği şeylerden pek ihmal ettiği olmazdı...Öyle yorgundu ki...
Yüzünden akan yaşları silmedi. Aynada, akıp giden damlaları izledi.
Bütün yılgınlığının o damlalarla akıp gitmesini ne kadar çok isterdi. Otuzlu yaşları, hızla bitiriyor olduğunu düşündü. Gelecek güzel günler, ümidiyle hayata tutunmuştu.Gelecek, güzel şeyler getirecekti.
Belgin'e herkes, bunu vaat etmişti. İçinde, ta yüreğinde birseylerin acıdığını hissetti.
Hızla yayılan bu acı, sinir uçlarına kadar ulaşmıştı... Ellerinin uyuştuğunu çok sonra anladı...Soğuk su... onca kötülük içinde en güzel şeydi... Vücudunu esir alan sızı dan kurtardı onu.
Tost makinesinde ekmek kızarttı, kabakları rendeledi ve suyunu bırakmadan, sotelemeye çalıştı. Dereotunu ince ince kıyıp, yoğurtla karıştırdı. Soğuduğundan emin olduğu kabakları da... Pek adeti olmadığı halde, bugün kendine zaman ayıracak, sürekli yaralanan ve hep tedavisiz bırakılan kalbini dinleyecekti.
Akşam ki fırtınanın izleri etrafta, gözüne batıyordu.Sinsice bir yol bulmuş ta, onun canını yakmaya devam ediyordu. Kırılmış tabakları ayaklarıyla itti, masadaki yerini değiştirdi. Kahvaltısı, çok iştah açıcı görünüyordu...Buzdolabını üzerinde ki resimler... Hepsi ona bakıyordu...
Elinde değildi kendi kontrolü. Çıldırıyor olmalıyım derken attığı kahkahalar, küçük oğlu Ediz' î uyandırmıştı. Belgin 'Şafak' demeyi tercih ederdi bu göz aydınlığı veren bebeğine. Israrlı ve kararlı olmasının ilk defa karşılığını almış kocasına sözünün geçmiş olmasıyla da kendisiyle gurur duymuştu. Oğlunun adı 'Ediz Şafak' olmuştu işte. Şafak ağlamak üzereydi belliki ama,
aldırış etmedi...Aslında ne güzel aile olmuşlardı, dışarıdan bakıldığında gıpta edilecek bir görüntüleri vardı. Belgin'de öyle olduğuna herkesten çok inanıyordu. Alev, Nihat, Zeynep, Ali ve beş numara Ediz, çok çocuklu kalabalık ve mutlu bir aile! Zeynep ve Ali öz çocuklarıydı, hayatını uğruna feda edecek kadar çok sevdiği, ilk eşindendi. Ediz hayatına, hayatlarına farklı bir anlam katmış olan bebeği, belkide anneliği yeniden keşfetmesine sebep yavrusu hepsinin ortak noktasıydı. En önemliside Rıza' nın baba olmayı öğrendiği tek ve öz çocuğu dahi denilebilirdi.
Alev ve Nihat Belgin'in üvey çocuklarıydı ama onlara babalarından daha öz davranmış, tüm kalbiyle sevgi ve emek vermişti.
Kıymet mi bilen vardı?
Vefa bekleyecek hali yoktu belki ama, henüz herşey yoluna girmiş sayılırken bu mu olmalıydı, yaşamaları gereken?
Geçen cuma Alev'in evden kaçması herşeyi alt üst etmişti. Ertesi gün köye, babaannelerine gideceklerinden, evin eksiklerini çocukların ihtiyaçlarını ve en önemliside Ediz'e bez almak için markete gitmişti. Döndüğünde Alev yoktu. Geleceğini ümit ederek fazla üzerine düşmedi. "Her zaman ki sorumsuzluğu işte," deyip geçti. Akşama doğru, Rıza geldiğinde Alev'in bıraktığı mektubu farkettiler." Sonunda kurtuluyorsunuz benden. Annemin yanına gidiyorum Tamda istediğiniz gibi, siz, sahte hayatınıza devam edin. Baba sen, bize babalık yapmak, hep zoruna gitti, ama başkalarının çocuklarına çok iyi bir baba oldun. Sakın beni merak etmeyin. Mutluluğunuza kaldığınız yerden devam edin. Ben kendi ayakları üzerinde durabilecek kadar varım. Ben annemin kızıyım..." ALEV
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAKIN UZAKLAR
Spiritual(kitap oldu) "Beni öldüren sensizlik mi, yalnızlık mı bilemiyorum. Duygularımı tanıyamıyorum" derken, aslında; kartalların ikinci doğuşu gibi bir doğuşun peşindeydi. Sorguluyor ve kurtulmaya çalışıyordu nihayetinde. Yeni bir hayata adım atmaya aya...