UZAK UÇAN KUŞLAR

20 2 0
                                    


UZAK UÇAN KUŞLAR

Sabah erken yatağından kalktı. Henüz şafak yeni sökmüş ancak güneş daha ufuktan yüzünü göstermemişti. Annesinin birkaç yıl önce diktiği çizgili pijamaları vardı her sabah olduğu gibi üzerinde. Hemen dışarıya fırladı. Bahçenin öte başındaki tuvalete gitmek kış günlerinde zor olsa da yazın iyi oluyordu. O mesafeyi yürürken yüzüne vuran sabah serinliği ile tatlı uykusundan uyanıyordu. Tuvaletten çıkıp evin önündeki tulumbadan çektiği su ile elini, yüzünü yıkadıktan sonra üzerlerine gecenin nemi düşmüş çimen kokularını derin derin soludu. Annesi belli ki yine sabah namazından sonra uyuya kalmıştı. Çok yoruluyordu kadıncağız. Kocası kaç yıldır birkaç kuruş ekmek parası kazanabilmek için Almanyalara gitmişti. Üç yıl önce kısa da olsa izne gelmişti ancak hayli zamandır bir selam bile salmamıştı.

Genç yaşında üç çocuğu ile birlikte sahipsiz kalmak çok zordu onun için. Kaç yıldır bir lokma ekmek hatırına direniyordu bu kimsesizliğe. Çocuklar biraz büyümeye başlamış ve üzerindeki yük az da olsun hafiflemişti. Bağ, bahçe işlerinin üstesinden Ali geliyordu. Babası gurbete giderken henüz on iki yaşındaydı, şimdi on sekizine basmıştı. Artık Osman'a da, Ayşe'ye de sahip çıkabiliyordu. Bir yandan da Zehra Kadına göz kulak oluyordu. Hani genç kadındı, kocası yıllardır yanında yoktu, çevreden yan gözle bakan falan olursa ağzının payını verirdi Evvel Allah...

Kollarını iki yana açıp iyice bir gerindikten sonra odanın camını tıklattı ve seslendi. "Oğlum Osman, hadi uyan yine geç kalacağız işe!" Diyor ve ardından mırıldanıyordu. "Bu çocukta yatılı okula gitti gideli iyice tembelleşti yahu!"

Osman, geçen yıl ilkokul beşi bitirmiş ve yatılı okul sınavlarında başarılı olarak öğretmen okuluna yerleşmişti. "Ben okuyamadım, hiç olmazsa o okusun." Ayşe'yi okutmak da zor olacaktı ama o daha üç yaşındaydı "hele bir zamanı gelsin, Allah Kerim" diyordu her seferinde.

Osman yine tembellik ediyor, uyanmamakta direniyordu. İçeriye girdi. Akşamdan çıkarıp yüklüğe astığı iş elbiselerini giydi. O sırada annesi uyanmış aşhanede bir şeyler hazırlıyordu. "Anne ben bostana gidiyorum, havuz dolmuştur şimdi, açıp lahanaları sulayacağım. Osman'ı uyandır, azıkla birlikte buzağıları da alıp gelsin. Orada çay demler bir şeyler yeriz." Diyerek evden çıktı ve kürek omzunda bahçenin yolunu tuttu.

Her sabah erkenden kalkıp iğde kokuları arasında, papatyaların seherin ilk ışıklarına gülümseyen güzel yüzlerini seyrederek bostanın yolunu tutmak büyük bir zevkti onun için. Sığırcıkların gökyüzündeki ahenkli dansları, karga sürülerinin uzaklara doğru gidişleri bir başka zevkti. Hayal âleminde yürüyor gibiydi. Her sabah işe kargalarla gidip, akşam ise kargalarla geri dönmeye o kadar alışmıştı ki, çoğu zaman saate bile bakma gereği duymuyordu.

Köyün ufukları o gün bir başka güzel görünüyordu. Akşamdan yağan yağmur sanki gökyüzünü yıkamış ve pırıl pırıl yapmıştı. Güneşin ışıkları ile yaprakların üzerindeki su tanecikleri renkten renge giriyordu. Bir an kendisini binlerce kristal avizenin sergilendiği bir dükkânda geziyor gibi hissetti. Attığı her adım adeta onu bir başka âleme götürüyordu. Güneşin doğduğu yöne doğru her seferinde uçuşan kuşlarla birlikte olup uçmak istiyordu. Baba özlemi ile büyümek, ona gurbet sözünden nefret etmeyi öğretmişti. Çocuk yaşında üç kişinin sorumluluğunu yüklenmek ise onu hırçınlaştırmıştı.

Dün akşam kahvede ihtiyar heyetinden Selim Emmi'nin sözlerine kötü bozulmuş fakat hiç sesini çıkaramamıştı. Patavatsızlık yapsa da büyüktü o, baba dostuydu her şeyden önemlisi. Geçenlerde Sarı Recep'e ağzına geleni saymış, onunla da yetinmeyip suratına bir yumruk geçirmişti. Hiç hoşuna gitmiyordu aslında birileri ile sürtüşmek ama onlar da damarına basıyorlardı.

SON CEMREM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin