"Bu yolda yürekle yürünür, ayaklarla değil. Cemal Safi"
HAMDİ ÜLKER VE TÜRK EDEBİYATI
Benim tanıdığım kadarıyla dost yazar Hamdi Ülker dörtdörtlük bir edebiyat adamı ve eleştirmeni. Daha önce Sarıkamış, Bana Aşkı Anlatır mısın ve Dergâh adlı romanlarını okumuş çok duygulanmıştım. Türk Dil Kurumu tarafından yayınlanmış olan Uzak Uçan Kuşlar ve Miras adlı hikâyelerinin de bulunduğu on üç eserden oluşan kitabının adı Son Cemre, Tilki Kitap tarafından yayınlanmak üzere okumak bahtiyarlığına eriştim. Çok etkilendim. O kadar duygulandım ki keşke ben şair Cemal Safi değil de dost Hamdi Ülker gibi bir hikâye yazarı olsaydım diyecek kadar imrendim. Bu kitabı okuduğunuzda bana hak vereceğinizden eminim. Kendisine edebiyat yolunda selamet diler, Türk edebiyatı adına teşekkür ederken Sâfi sevgilerimle gözlerinden öperim.
Cemâl Sâfi
Zamana Düşen Damlalar...
Küçüktüm ufacıktım ve bir gül tohumu batırmıştım sol yanıma. Yol arkadaşım hayatla bir kavlimiz vardı ve ben sözüme sadık kaldım. Bir hazan bahçesiydi ve bir sonbahar günüydü. Sararan yaprakların narin bir eda ile düştüğü zamandı. Yerde bulduğum dikensi bir tohumu bir ekmek gibi kutsayıp öpüp başıma koyduktan sonra yüreğimin tam üstüne saplamıştım. Yıllarca kaldı orada ve ben onu sabırla besledim, bekledim. Sonra bir gün o tohum önce yeşermeye, sonra filizlenmeye başladı. Gün geldi göverdi, büyüdü ve aşk oldu. Bedenimi dalga dalga çevreleyen bu aşkın meyveleri olarak ise yine dünyamı süsleyen kocaman hayallerim, akabinde ise sevda kokan, aşk kokan, Anadolu kokan öykülerim türeyi verdiler...
Evet, ben bir hikâyeciyim. Hani şu canınız sıkıldığı zaman "kes yeter bana hikâye anlatma!" dediğiniz insanlardanım yani. Oysaki sizlerde biliyorsunuz ki hayatın ta kendisidir hikâye. Bazılarımız bunun farkına varıp kabullenmişiz, bazılarımız ise hala inatla direnmekteyiz. O inatçı ancak bir o kadar da güzel insanlar bir gün gönül meydanlarını çevreleyen o Demirperdeleri bir bir yok edip hayata gönül penceresinden bakmayı öğrendikleri zaman bu hayatın aslında baştan aşağı bir hikâye olduğunu anlayacaklar...
İstediği her şeyin resmini elindeki boya fırçası ile dilediği gibi resmedebildiğini iddialı sözlerle anlatan ressama hemen yanı başındaki şair imalı bir şekilde; "mutluluğun resmini çizebilir misin?" diye soruyordu. Ressam hiç tereddüt etmeden tuvalin karşısına geçiyor, yıllardır üzerine oturulmaktan çivileri yalama olmuş iskemlesine iyice kuruluyor ve başlıyordu anlamlı fırça darbelerini karşısındaki tuvalin yüzüne dokundurmaya. Sabrın, azmin yürek ile birleşmesi sonucu öyle bir manzara çıkıyordu ki ortaya, işte o mutluluğun resminden başka bir şey değildi.
Bu aslında bir hayat hikâyesiydi ve kelimelerle değil renklerle anlatılmıştı. Üzerlerine uzun sonbahar gecelerinin bitmek tükenmek bilmeyen yağmurlarının sızdığı, bir yatakta altı çocuk bir kedi ve bir köpek ile uyuyan yoksul bir anne babanın çocukları ile birlikte yeni bir güne gülümseyen resmiydi bu. Onca yokluğa, sıkıntıya rağmen yüzünde çiçekler açan insanları anlatan bu resim mutluluğun resmi değil de nedir?
Bana göre; kızıl ötesi hayaller kurabilmek ve o hayalleri önce gönül sayfasına ilmek ilmek nakşetmek, ardından da kelimelerle kâğıt üzerine resmedebilmektir hikâyecilik... Kimi zaman bir kelebeğin kısacık ömrünü hiç gözünü kırpmadan bir ışık huzmesine feda edişini manalandırabilmek, kimi zaman ise semaya yükselip bulutların üzerinde yüce yaratıcı ile yakınlaşabilmeyi düşleyebilmektir...
İşte bu yüzdendir ki çok zor bir iştir. Gönül işidir, yürek işi. Bilirsiniz ki yürek işçiliği çok ağır bir iştir ve bu işçiliği yapan insanların cesur ve bu işte oldukça mahir olmalarını gerektirir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON CEMREM
Kısa HikayeRana İslam Değirmenci SON CEMRE DÜŞENE KADAR "Son Cemre"den yüreğime düşen damlaları yazabilmek, o kadar zor ki... Ama şanslıyım; Hamdi Bey'le hem Munzur hem de Kars ilini görebilmek gibi iki yürekli ve bereketli ortak noktamız var... Munzur'u görme...